Huysuz İhtiyar... Babıali efsaneleri: Tersten okunan gazeteler!..

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar... Babıali efsaneleri: Tersten okunan gazeteler..
Oluşturulma Tarihi: Eylül 05, 1997 00:00

Haberin Devamı

Yıllar önce tanıştığım bir Romen gazeteci, bana gazetesinin spor sayfasında yazdığını söylemişti.

‘‘Spor yazarı mısınız?''diye sorduğumda,

‘‘Hayır, ben gazetenin başyazarıyım. Politik konularda yazarım. Ama yazılarımı spor sayfalarında yayınlarım. Çünkü spor sayfaları bizim gazetelerin en çok okunan sayfalarıdır.''

demişti.

Artık, bizim gazetelerin de spora üçer, beşer sayfa ayırdıklarına bakılırsa sporun okuru gerçekten çok. Otuz sayfalık bir gazetenin üç spor sayfasındaki köşe yazarı sayısı diğer 27 sayfadaki köşe yazarı sayısını geçmiş durumda. Hatta, Cumhuriyet'in tek spor sayfasında bile 8-10 köşe yazarı var. Bu okur çokluğu iki, üç her gün çıkan spor gazetesini bile yaşatabiliyor şimdilerde...

İlk spor gazetesini zamanın en ünlü yazarları ve fotoğrafçılarıyla 1958-59 yıllarında çıkarıp bir güzel batırmıştık. İlhan Selçuk'un da dergicilikten sonra ilk gazetecilik deneyidir. Sermayeyi, şimdilerde nesli tükenmiş olan aydın ve amatör ruhlu işadamlarından Osman Kermen koymuştu. Dolmuş Mizah Dergisi'nin de başlangıç sermayesini o vermiştir... Kısa boylu, atik, tetik harika bir basketbol hakemiydi aynı zamanda... ‘‘Benimle bilek güreştirmek gafletinde de bulunmuştu sanırım!..''

ÜÇ SÜTUNDAN ÜÇ SAYFAYA...

Gazeteciliğe başladığım yıllarda spor haberi vardı. Ama spor sayfası yoktu. Pazartesi günleri, bir fotoğrafla birlikte en fazla üç sütun maç haberi yayınlanırdı. O da maç çok önemliyse... Sıradan bir milli küme maçıysa tek sütunla şöyle geçiştirilirdi. (O zamanlar daha cahil olduğumuzdan lig, faynıl for, hat trik filan demeyi bilmezdik. Milli küme, son dört takım, golleri üçledi gibisinden cahilane laflar ederdik. Hatta ağabeylerimiz forvet oyuncularına sağ muhacim, orta muhacim, yani hücumcu derlerdi.)

‘‘Fenerbahçe dün Süleymaniye'yi 3-0 mağlup etti. 4 bin kişi gibi kalabalık bir seyirci önünde yapılan maçta golleri Halit, Lefter ve Suphi kaydetti. Kaleci Cihat'ın kurtarışları ise calib-i dikkatti.''

Gollerin dakikaları ve yıldız filan verilmezdi. Hatta takımlar bile yazılmazdı. Zaten ‘‘mektepli'' ve esnaf takımından başka futbol seyircisi de pek yoktu. Hasta Fenerli olarak doğup ölen, ama Kadıköy'de oturduğu halde ömründe Fener'i hiç seyretmemiş bir sürü arkadaşım vardı.

Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasından sonra büyük kentlere göç patlaması oldu ve futbol gecekondu gençliğinin baş sporu haline geldi. Kentlerde ezilip bunalmış köylü gençler futboldan anlasa da anlamasa da pazar günleri statları doldurup hem öfkelerini boşaltıyor, hem de kendilerini bir kulübe ait hissederek kentsoylu olup önem kazanıyorlardı. Tribünler dolmaya başlayınca futbolda hareket ve bereket başladı. Örneğin, Adalet Fabrikası sahipleri parayı bastırıp Fenerbahçe takımının yarısını kendi futbol takımlarına transfer ettiler. Galatasaraylı Kadri Aykaç, o güne kadar duyulmamış bir transfer ücretiyle Karagümrük'e gitti ve kıyamet koptu. 40 bin lira filandı aldığı!..

Beşiktaşlı Şükrü Gülesin ve Bülent Esel İtalya'da top oynamaya başladılar.

Ardından da Can Bartu...

İkinci Dünya Savaşı sonrası milli maçlar tekrar başladı. Mısır, Yunanistan galibiyetleri ve inanılmaz Berlin Zaferi futbolun sınırlarını aşıp toplumdaki milli başarı özlemine ilaç gibi geldi. Olmazsa olmaz bir sosyal olgu haline gelen futbol, kapalı toplumun bireyleri arasında bir iletişim kurma aracı oldu. İnsanlar birbirlerine adını sormadan hangi kulübü tuttuğunu sorar oldular.

O güne kadar Şükrü Saraçoğlu, Agah Erozan gibi politikacılar tarafından yönetilen futbol kulüpleri, işadamlarının istilasına uğradı. ‘‘Nerde çokluk, orda mokluk!'' felsefesinin yerini ‘‘Nerde çokluk, orda mangır!'' anlayışı aldı. Gazeteler de bu ilginin dışında kalamazdı. Tek tük spor sayfaları görülmeye başladı. En büyük atılımı 1955'te Halit Kıvanç'lı, Necmi Tanyolaç'lı, Bedri Karaman'lı ve birçok değerli spor yazarı ve fotoğrafçısıyla müthiş bir kadro kuran Abdi İpekçi yaptı. Bu atılım, Namık Sevik ve Kahraman Bapçum ve Nezih Alkış gibi spor adamlarıyla zirveye oturdu. Aynı anda başa baş güreşen diğer gazeteler de iyi kadrolarla güzel spor sayfaları döktürmeye başladılar. Gazeteler arası rekabet, ön sayfadan önce arka sayfadan başladı. O güne kadar Sulhi Garan ve Murakkar Ekrem Tahı'nın tek tük yazdığı futbol yazıları gazetelerde artık hergün görülmeye başladı.

MAÇ SUNUCUSU GAZETECİLER

Muvakkar Ekrem Talu tekdüze heyecansız bir sesle radyoda maç da anlatırdı. Bir milli maçta 'Gol oldu!' dediği zaman, golü biz yedik sandığımız çok olmuştur. Neden sonra golü bizim attığımızı öğrenir sevinirdik. Sulhi Garan da hakemliği bıraktıktan sonra maç anlatıcılığına başladı. Ama bu konuda Halit Kıvanç, ayrıntıları esprili verişi ve dinleyicilere yaşattığı heyecanla gerçek bir yıldız sunucu oldu. Sonraları Orhan Ayhan da biraz kavga eder üslubuna rağmen, temiz Türkçesi ve hızlı temposuyla sevildi ve klasikleşti. Lütfen beni affetsin... Sunucuların en kötüsü de Kemal Deniz'di. Sözcükleri ağzında yuvarladığı için dediği pek anlaşılmazdı.

İki haftadır Erbakan'a bile reva görülmeyen muhalefetin Ümit Aktan'a yapıldığını gördükçe için için gülüyorum. Birkaç miyopumsu görüş hatası ve üç beş alasulu espri yüzünden Ümit'i penaltı noktasına top niyetine dikip gelen şut çekti, giden şut çekti... (Hacı Arif Bey esprisi fena mıydı yani?..)

Ama gülmemin nedeni, rahmetli Pertev Tunaseli'yi hatırlamamdı. Pertev'in engin bir spor kültürü vardı. Yalnız futbolu değil birçok spor dalını da bilirdi. Sinemada düşük kareye çekilmiş gibi hızlı hareket ederdi. Sürekli heyecan içindeydi. Çok çabuk ve bağırarak konuşurdu. Kahveciye çay söylerken bile, itfaiyeye yangın haberi verir gibi bir hali vardı. Bu yüzden sesi hep kısıktı. Bu canlılığa can mı dayanır?.. Genç yaşta içimizi burkup gitti.

Pertev de maç anlatırdı. Hem de ne anlatmak!.. Pertev'i dinlerken heyecandan kendini kaybettiğini, masasını yumruklayıp kafasını kulübenin camlarına vurduğunu hissederdiniz. Siz de soluk soluğa kalırdınız. Bir milli maçta Can bir gol kaçırınca Pertev radyodan, ‘‘Eşşek Caan!.. Ulan o kaçar mı hıyaar Caan!..'' diye bağırdığı için spikerlik yaşamı sona erdirilmişti. Ümit hiç olmazsa kimseye ‘‘eşşek'' demedi.

FUTBOLCU FUTBOL YAZARLARI

O yıllardaki tek gazeteci futbolcu, Milli Takım Kaptanı kaleci Cihat Arman'dı. Hem Fener'de top oynar, hem gazetecilik yapardı. Rekabet nedeniyle gazeteler de futbol kulüpleri gibi yıldız futbolcu transferine başladılar. Eski namlı futbolcular, maç eleştirileri yazıp toto tahminleri yapmaya başladılar. Bunların büyük bir kısmı okura gerçekten bir futbol bilinci getirdi. Eşfak Aykaç, Gündüz Kılıç, Samim Var, Sabri Kiraz, Doğan Koloğlu, Halit Devingör, Turgay Şeren, Şükrü Gülesin gibi isimlerle futbol yazarlığının yıldızı iyice parladı. Daha sonraları bu yazarlara Can Bartu, Ziya Şengül, Sanlı Sarıalioğlu, Vedat Okyar, Erman Toroğlu, Ogün Kısaparmak, Rıdvan Dilmen gibi birçok jübilesini yapmış ünlü futbolcu katıldı. Vee, futbol köşe yazarlığı saltanatı başladı!

Ama bazı yıldız futbolcuların kalem kağıtla başı hoş olmadığı anlaşılınca ‘‘Sen anlat, ben yazarım abicim!'' dönemi de başladı.

* * *

Bu hafta, üç Türk Takımı rakiplerini büküp Avrupa'yı şenlendirecekleri ve Kocaeli'yle bu şenliği dörtleyeceğimiz anlaşılınca, bu başarıda bir hayli payı olan spor basınımızdan biraz söz etmeyi canım çekti. Ama askerlik anıları bir, futbolun Babıalisi iki anlatmakla biter mi?.. 45 yıllık anı ve gözlemlerimi özetlemek için yırtınmama rağmen anlatacaklarımın yarısı önümüzdeki haftaya kaldı.

- Sarı kırmızı atkılı gazeteci...

- Spor sayfalarının perişan şairi...

- Futbol'un kimyagerleri ve H2 SO4 taktikleri...

- Vee, günümüzün canavar futbol yazarları...

HAFTAYA BU SAYFADA!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!