Huysuz İhtiyar: Babıali Efsaneleri...

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar: Babıali Efsaneleri...
Oluşturulma Tarihi: Eylül 12, 1997 00:00

Tersten okunan gazeteler (2) (Geçen haftadan devam)
Haberin Devamı

Futbolu bırakmış futbol yıldızları, yazar olup gazete sayfalarında top koşturmaya başlayınca ortaya tuhafçana bir durum çıktı. O güne kadar, (Lafta kalsa bile) gazeteciliğin tarafsızlık ilkesi resmen ofsayta düşmüştü. Daha ekmeğe mama deme yaşında bir kulüpte top oynamaya başlayan, kulübü uğruna kolunu bacağını kıran, sonra o kulübün yıllarca kaptanlığını yapan, adı ömür boyu Beşiktaş'lı Şükrü, Galatasaray'lı Baba Gündüz, Fener'li Samim Var diye kulübüyle anılan bir yazarın tarafsız olabilmesi ancak şizofrenik (iki ruhlu) bir kişilik ile mümkündü. Hele, bu futbol ustalarını okurun tarafsız olarak kabullenmesi hiç mümkün değildi. Ama futbolcu yazarlar, ‘‘Madem ki gazeteci dediğin tarafsız olur, öyleyse biz de tarafsızız!'' iddiasındaydılar. Ortaya çıkan bu iki yüzlülükte futbolcu yazarların da günahı yoktu. Onlar, yeni katıldıkları basın yaşamımın baş ilkesine uymak istemişlerdi. Allah'tan Hıncal Uluç, hafif delimsirekliği ve Doğrucu Davut'luğuyla bu perişan duruma son verdi. Basın tribününde sarı - kırmızı kaşkoller takıp, ‘‘Ben, tarafsız değilim. Sapına kadar Galatasaraylı'yım. Gassaray Gassaray Cim Bom Bom!..'' diye yazılar yazdı. Bu tavır önce çok yadırgandı. Sonra da eleştiri bombardımanına tutuldu. Tabii, Hıncal da zaman zaman ısırganlığa varan enerjisiyle bu eleştirilere pabuç bırakmadı.

TARAFLILIK DÜRÜSTLÜĞE ENGEL DEĞİLMİŞ!

Hıncal Uluç, birçok konuda kendine has fikirleri olan ender Babıali ahalisinden biridir. Bu nedenle hem çok sevilir ve hem çok nefret edilir. Babıali'de en büyük günah ortalama ve tercüme fikirlere uymayıp kendimize ait değişik görüşler ileri sürmektir. Hıncal, olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi görünüp yazarak bu günahı işlemiştir. Bu içtenliğini zaman zaman abartsa da fikirlerinin yarısına katılmasam da spor yazarlarımın içinde eski deyimle nev-i şahsına münhasır (kendine özge) bir kalem sahibidir.

Hıncal'ın tavrı sonunda taraflı olmakla dürüst olmanın ayrı şeyler olduğu anlaşıldı. Hasta taraftar bir yazarın da tuttuğu takımı kıyasıya eleştirebileceği görüldü. Böylece basında spor yazarlığı olarak başlayan meslek, önce futbol yazarlığına sonra da kulüp yazarlığına dövnüştü. Şimdi herkes kendi kulübünün yazısını yazıp eleştirisini yapıyor. İşin ilginç yanı, bugüne kadar tarafsız spor yazarı olarak tanıdığımız ve futbolcu olmayan birçok eski gazeteci de kulüp yazarı oldu. Artık gazetelerde her büyük kulübün dört, beş yazarı var.

Böylece kim kimdir belli oldu. Okurda rahat etti. Ama taraflı kulüp yazarlığı beraberinde bazı sorunlar da getirdi. Eli kalem tutan ya da ağzı biraz laf yapan bazı uyanıklar spor yazarlığının kulüp yazarlığından geçtiğini görünce amigo yazarlığa soyundular. Futbolcu - yazar oluyor da amigo - yazar neden olmasın?.. Rakip takımlara veryansın ederek kendi taraftarının göbek altını okkalayan bu kişiler spor basınında okuyucu buldu. Zaten futboldan anlamalarına da pek gerek yok... Maç seyreden herkes, doğuştan futbol eleştirmenidir.

Ama bu kışkırtıcı yazıların sahipleri farkında mı bilmiyorum. Futbolu savaş olarak algılayan, düşmanın gözünü çıkarmak üzere kinle maça gelen ve Fener'li, Galatasaray'lı, Beşiktaş'lı olmaktan başka hayatta bir halt olamamış kopuk takımının döktüğü kanda payları olacaktır.

***

BİR FUTBOL ŞAİRİ

‘‘Can, bir bahar rüzgarı edasıyla dalgalanıp hafif serinliğini bırakarak Candemir'in yanından geçiverdi. Çimlerin attığı sessiz kahkahalar, seyircinin tezahüratını bastırdı. Can'ın balet çalımlarıyla Galatasaray on sekizinde gezinmesi İdil Biret'in La bemolden piyano tuşları üzerinde gezinmesini anımsatıyordu. Sinyor, son bir öpücük kondurup topu Lefter'e gönderdi. Lefter, mahrem fısıltılarla dolu bir aşk mektubu gibi gönderilen bu topun canını yakmamacasına şutladı. Turgay, baka kaldı giden geminin ardından... Bu sırada radyo dinleyen Burgaz Adalı Yani, ‘‘Yasu vire!'' diyerek kadehini dikti... Ardından da beyaz peynirden bir lokma aldı eminim!..''

Böyle bir maç yazısı okuyunca ne düşünürsünüz?.. Sizi bilmem ama ben bayılırım.

Bir işin kurumlaşması için o işin mutlaka şiirinin yazılması gerekir. Futbolun şairi de İslam Çupi'dir. Tekniğin kuruluğu v ekahramanlığın cafcafıyla yazılagelen futbol yazılarına imge zengini romantik bir güzellik katmıştır. Futbol yazarlığı ile edebiyatın beraber olabileceğini göstermiştir. Bu nedenle İslam da spor yazarlığının kilometre taşlarından biridir benim için. Spor sayfalarına taşıdığı estetiğin önemi, yeterince anlaşılıp değerlendirilmemiştir ne yazık ki... Vurdulu, parçaladılı, ezdili futbol manşetleri yerine İslam Çupi esprisinde başlıklar atılsa ne güzel olurdu...

Sanırım 1962 yılında Akşam Gazetesi'nde beraber çalışmıştık İslam Çupi'yle... Çocuksu heyecanını yitirmemiş çelebi bir kişiliği vardı... İçtiğimiz rakıya güzel muhabbetini meze olarak sunardı. Bakalım, yıllar sonra bir gün karşılıklı iki kadeh daha atabilmek kısmet olacak mı bize=

***

KİMYAGERLER

Dünyadaki bilimsellik akımı sonunda bizim spor sayfalarını da etkiledi. Futbolun kimyasını çözen nurtopu gibi kimyager yazarlarımız oldu. Bu kimyagerlerimiz ülkemize gelen dünyaca namlı antrenörleri bile beğenmeyip adamlara futbol dersleri verdiler.

‘‘Dört dört üç oynamaya alışmış bir takımı, üç beş iki taktiğiyle oynatmaya kalkarsan orta sahadan sarkan topların sağ ve sol koridorlardan tehlike yaratacağı bellidir. bu antrenör, elinde Cafer gibi bir süpürücü varken Hüsnü'yü liberoya çekip, onun boşalttığı yere bir hücum asisti olan Zühtü'yü koyarak takımın sol kanat presini zayıflatmış ve atak triosunun balansını bozmakla kalmayıp bir sprinter olan Pırpıroviç'i de sağ iç boşluğunda çakılı oynamaya mahkum etmiştir.'' gibisinden ben dahil hiçbir okurun çözemediği maç kriteriyle bizi bilgilendirdiler. Ne yapalım, cahil demesinler diye biz de anlar göründük.

***

FESATÇA ÖRNEKLER!

Çok sevdiğim futbol yazarlarından bir iki örnek vermek istiyorum. Siz de benim gibi çalışkan bir köşe yazarı okuyorsanız, bu yazıların sahiplerini şıppadanak bilirsiniz.

‘‘... Şimdi gelelim Hakan'a... Gol attı, pas verdi, pres yaptı... Aferin evladım... Şimdi gelelim kaleciye... iyi bir kaleci zamanında bir takımabedeldir. Ama yan toplarda zayıf ve yanlış yerde duran kaleci diğer 10 kişiyi yakar. Şimdi gelelim hakeme... Arif'in düşürülüşü penaltıydı. Ama korkup vermedi. Kötü laf edeceğim ama haakemlerimizi ne olursa olsun korumamız lazım... Şimdi gelelim...

***

‘‘Fenerli oyuncular koşmayı unutmuş. Saha ortasında minibüs bekliyorlar annıyo musun? Saffet kaleye üç metreden o topa ayağının üstüyle değil de içiyle vurmayı akıl etse, top göklere gitmeyecekti. Eee... Ne diyorduk?.. Haaa, bir de hakem çok hatalıydı. Arnif'in artistik düşüşünü yemedi. Ama sarı kartını niye göstermedi. Ali Şen durdukça bu takım adam olmaz kardişim!''

Son zamanlarda okuduğum en güzel maç eleştirisini bir televizyon yazarı yaptı. Radikal Gazetesi'nin Zapçı'sı son milli maçı seyrederken çarpıcı bir ayrıntıyı yakalamıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle diyordu:

‘‘Hakan, Oğuz'un pasıyla golü atınca sevinçle tribünlere koştu. Oğuz ise Hakan'ın verdiği pasla gol atınca Hakan'a koşup sarıldı. İnşallah Hakan da bir gün bu olgun kişiliği yakalar da tribünler için değil arkadaşları için oynamayı öğrenir...''

***

Bugün futbol iş kolunda trilyonlar dönüyor. Ortalama Türk erkeğinin günlük onuşmasının neredeyse yarısı futbol üstüne. Hatta futbol büyük bir gençlik kitlesinin adeta yaşam amacı haline gelmiş. Tribünleri ölmeye geldik diye inletiyorlar. Satır ve sopalarla dediklerini yaptıkları da oluyor. İşte bu nedenlerle futbol yazarlarını doğruları ve yanlışlarıyla beraber politika yazarları kadar önemsiyorum. Bu öneme karşılık futbol yazarları üstüne pek söz edilmediği için ub yazıyı yazdım. Ama ben, Cem Atabeyoğlu gibi bilgili, belgeli bir futbol araştırmacısı değilim. Aklımda kalan 45 yıllık gözlem ve anılarımı bölük börçük anlatmaya çalıştım. Halen, sulanmamış olsa bile iyice nemlenmiş beynimle yaptığım bir sürü eksik ve yanlıştan ötürü arkadaşlarım beni bağışlayacaklardır. Örneğin geçen hafta koca Ogün Altıparmak'ın soyadını Kısaparmak olarak yazmışım. Ne golcüydü amma!.. Değil mi Turgay?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!