Güncelleme Tarihi:
Bu kadar heyecanlı bir hayata benim kalbim dayanmaz!
PAZARTESİ:
Komşum Eşref Hoca, yaşama dalga geçerek bakma yaşına gelmiş bir öğretmen emeklisi. Belleğinde hala yüzlerce fıkra, hiciv şiiri ve şahbeyit var. Eski Fenerli Fuat'la çekişip didişmeden duramazlar. Fuat, Zeki'nin pide salonunun önünden geçen Hoca'ya yine takıldı.
‘‘Maşallah Hoca!.. Bakıyorum tertibatını almış hazır geziyorsun... Pantolonunun fermuarı yine açık...''
Hoca yoluna devam ederken homurdandı:
‘‘Cenaze çıkan evin kapısı açık durur!..''
Hoca öğüt vermeye de bayılır. Akşam üstü, üç ev öte komşum Hacı'nın torununu yakalamış, yine öğüt veriyordu. Hacı'nın torunu ahu gözlerini baygınlaştırıp bakan, televizyondaki manken kızlardan gördüğü gibi sağ dizinin kırıp kalçasını sola kaykıltan bir fettan güzeliydi. Tabii, daha 4 yaşındaydı.
‘‘Bak kızım, atı, iti, katı ve yatı olmayan herife sakın varma!..''
‘‘Ben o kadar çok şey istemem, yatı olsun yeter!..''
SALI
Bu gece, yeni komşum Necati Beyler'in elektrikleri söndü. Necati Bey, makine mühendisi olmanın getirdiği bir bilim adamı saygısıyla bizim gibi kendi işini halletmeye kalkmayıp elektrikçi aradı. Mustafa'nın babası Erol Usta'yı koluna girip getirdiler. Çünkü Erol Usta'nın ‘‘eğri şekilde durma'' vakti gelmiş, hatta birkaç saat de geçmişti. Yanyana yapılmış 6 evin tüm elektrik kofraları bizim bahçededir. Erol Usta, bahçe merdivenlerini çıkma başarısını gösterdikten sonra tornavidasıyla gece vakti kofra tablosunun karşısına dikildi. O karanlıkta ne gördü bilemem, ama teşhisini derhal bildirdi.
‘‘Sigortajj...koflajıjj... Zimiflajışt!..''
Sonra, kutunun bir iki yerini kurcaladı. Erol Usta, iyi ustadır. Yalnız Necati Bey'lerin evi değil, benim bahçe bile gündüz gibi aydınlandı. Patlama sesiyle beraber çıkan kıvılcımlara baktım.
‘‘Erol hala hayatta olduğuna göre, 220 volt cereyan bizim Yeni Rakı'ya vız geliyor demek ki...'' diye düşündüm. Sonra da 6 evin elektrikleri birden söndü. Erol Usta,
‘‘Enj ijisi ben yarınj gelibip yapajım abicijim!'' deyip yine eğri bir vaziyette çekip gitti.
Yeni komşum Erdoğan Bey;
‘‘Ama şimdi bizim evler de karanlıkta kaldı'' dedi. Her daim bir hikmet yumurtlayan kişilerin deruni bilge sesiyle mırıldandım:
‘‘Komşuluk böyle günlerde belli olur. Gerçek komşular, karanlık dahil her şeylerini paylaşmalıdırlar!''
Eve girip tecrübeli bir Silivriyen olarak ışıkdaklarımı, pilli florasan lambalarımı ve mumlarımı yaktım. Erol Usta'yı görünce zaten hepsini hazır etmiştim.
İki saat sonra kapı çalındı. Mustafa gelmişti.
‘‘Babam hevifi nevede?..''
‘‘Bilmem, gideli çok oldu.''
‘‘Eve hala dönmedi. Tam beni dövüyovken alıp götüvdülev. Gidevken, dönünce seni gebevticem dedi. Biv süvü saattiv bekliyovum. Gelip gebevticekse gebevtsin. Uykum geldi, yoksa yatıcam avtık haa!..''
ÇARŞAMBA
Bugün Sezen Aksu'ya sabah kahvaltısına çağrılıydım. Sezen'le dostluğumuz 20 yılı bir hayli aşmıştır sanırım. Eşim Tolga'yla ben, Sezen'i kızımız gibi severiz. Ama benimle arasındaki baba-kız ilişkisi, zaman zaman azgın mahalle çocuğu arkadaşlığına dönüşür. İtişip, kakışıp, azarız... Gülmekten yerlerde yuvarlanırız. Aslında birkaç yılda bir görüşürüz. Ama hep, dün ayrılmış gibiyizdir.
Sezen, kahvaltı sofrasını evinin bahçesine kurmuştu. Fakat, bir zamanlar bahçe olduğunu tahmin ettiğim yere kocaman bir yüzme havuzu yapılmıştı. Bu evde sanki Ahmet'le Sezen değil de bir lüfer ailesi yaşıyordu.
Bahçe olarak geriye kalan küçük arazi parçacıklarına da Sezen, vazo, saksı, testi, dolap, pandüllü eski çalar saat, kenarı bir karış yaldızlı antika konsol aynası türünden eşyaları doldurmuştu. Yani iyi niyetle bahçesini dekore etmişti.
‘‘Sofraya buyur Oğuz Abi'ciim.''
‘‘Buyurayım ama sizde can yeleği var mı?.. Otomobil şampreli de olur. Çünkü ben havuza düşmeden o gösterdiğin bir karış enindeki yoldan geçemem.''
‘‘Aaa!.. Abartıp kalbimi kırıyorsun! Bugüne kadar sadece 6 konuğumuz havuza düştü. Zaten yüzme bilmeyeni bahçeye çıkarmıyoruz abicim!..''
‘‘Eee... Havuzun karşı kıyısına nasıl geçiyorsunuz?''
‘‘Mimara bir köprü ısmarladık. İnşaata başlayacak ama, köprü modeli konusunda karar veremedik. Ben Boğaz Köprüsü'ne benzesin istiyorum... Ahmet, Bruklin Köprüsü modelinde ısrar ediyor.''
‘‘Bence, bir sal yaptırmanız daha hesaplı olur.''
Sezen kahvaltı için müthiş bir omlet pişirmişti. İçinde yok yoktu. Ama omlet servisini geciktirmesinden ve önümüze koyduğu kallavi porsiyonlardan eşi Ahmet'le bana öğle yemeği vermeyeceği anlaşılmıştı. Ahmet'in nasıl olup da böyle tığ gibi kaldığını da çakmıştım.
‘‘Sezen, sizin evin bir de bodrum katı var galiba...''
‘‘Evet, orasını küçük stüdyo ve konukevi olarak kullanıyoruz.''
‘‘O, senin stüdyo dediğin yerde bir herifi eşşek sudan gelene kadar dövmekteler bence... Çıkan bağırtıları duymuyor musun?..''
‘‘Haa o mu?, O, Goran!..''
‘‘Goran da kim?''
‘‘Goran Bregoviç.''
‘‘Hangi takımda oynuyor? Türkiye'de adı ‘‘iç''le biten herkes futbolcudur. Boliç, Baliç gibi.''
‘‘Yok canım, bu dünya çapında bir şarkıcı ve müzikçi!.. Beraber şarkı besteliyoruz.''
Pop müzik konusundaki cehaletimi bilen Sezen, duyarlı kibarlığıyla hemen sözü değiştirdi.
‘‘Tolga Abla'mın son zamanlardaki halini hiç beğenmiyorum... O sevecen, hoşgörülü, anaç kadın gitmiş... Yerine diken üstünde oturan, sana şüphe ve öfke dolu bakışlarla bakan biri gelmiş abicim.''
‘‘Biliyorum, her şey benim yemek pişirme aşkımla başladı. Mutfağına gireceğim diye ödü patlıyor!..''
‘‘Mutfakta kirlettiğin bulaşıklar ve öteberi bir uçtan bahçedeki armut ağacına, bir uçtan salona kadar uzanıyormuş. Öyle dedi.''
‘‘Abartıyor!.. Salona varmamak için artık üst katın merdivenlerine diziyorum bulaşıkları... Zaten mutfağın kapısını da kilitlemeye başladı. Buzdolabından bir bardak su bile alamıyorum!..''
‘‘Eee, şimdi ne yapıyorsun?''
‘‘Komşulara gidip, onlara yemek pişirmeye başladım. Önce çok sevindiler. Ama artık zahmet etmememi, hamburger yiyeceklerini söylüyorlar.''
Sonra Sezen, yeni gösterisi için yazdığı metni okumaya başladı. Gülmekten karın boşluğuma giren sancıdan zar zor bir nefes payı bulup ‘‘Kes şunu!.. Yoksa kafana şu vazoyu geçireceğim!..'' dedim.
PERŞEMBE
Soyduğum patateslerin evde kaybolması, iyice kafamı karıştırdı. Yalnız benim değil, konu komşuya ve rastladığım tanıdıklara da dert olmuş. Herkes haşlanmış patateslerin encamını soruyor.
Bu tuhaflık, yalnız kayıp patatesle kalsa razıyım. Ama tertemiz gömleklerimi giyilmiş ve kirlenmiş bulmaya başladım. Tuvalette okuduğum kitapları kütüphanede, bilgisayarımla yarın tamamlarım diye yarım bıraktığım oyunları ertesi gün bitmiş olarak bulmaya başladım. Üstelik de yüzde yüz kazanacağım bir oyunu kaybetmiş olarak!..
Hazırladığım sarmısak soslu patlıcanları hababam biri yemekte, radyomda sabit tuttuğum TRT3 kanalı ıvır zıvır kanallarla boyuna değişmekte... Hele hele son yaptığım ‘‘Koca Yusuf'un Adalı Halil'i paça kasnak sürdüğü''nü gösteren renkli tablodaki Koca Yusuf'un siyah bıyıklarını kırmızı bulunca iyice dehşete kapıldım!.. Ya evi cinler, periler basmıştı... Ya da itin biri benimle fena halde dalga geçiyordu. Bu gece, hoparlörlü zerzavatçılar için hazırladığım sopayı elime alıp beklemeye başladım. Tabii, heyecanım yatışsın diye bir büyük rakı açtım...
CUMA SABAHINA DOĞRU
Yattığım kanapeden doğruldum Allah!.. Allah!.. Ben yatmak için her zaman yatağı tercih ederdim. Kanapede niye yatıyordum ve bu elimdeki sopa neyin nesiydi?.. Ev pabuçlarımı ayağıma geçirmeye kalktım. Ama içinde kırmızı soğanlar vardı. Geçen hafta da haşlanmış patatesler çıkmıştı pabuçlarımdan!..
Karnım acıkmıştı. Buzdolabında midye pilakisi buldum. Bir halta benzemiyordu. Pişiren enayi, içine patates koymayı unutmuştu. Bilgisayar satrancım bib bib ediyordu. Güzel bir at hamlesi oynadım. Yüzümü yıkamak için tuvalete çıktım... Kitaplığıma özenle yerleştirdiğim bir sürü kitabı kenefte yığılı buldum...
Ya benim evi cinler ve periler basmıştı... Ya da itin biri benimle fena halde dalga geçiyordu!..