Huysuz İhtiyar

Güncelleme Tarihi:

Huysuz İhtiyar
Oluşturulma Tarihi: Aralık 19, 1999 00:00

Bir haftalık rapor Bir cuma sabahına daha uyanınca hırsımdan ağlayacak gibi oldum. Önce bir güzel ağzımı bozdum, sonra da çaresiz gidip masama oturdum. Cuma günüm benim Huysuz İhtiyar yazısını yazma günüm. Günlük karikatürleri, Oya'cığım Berberoğlu'nun ekonomi karikatürlerini, Spor'un Padişah yazısını ve karikatürünü yazıp çizerken bu yaştan sonra biraz zorlanıyorum. Ama Huysuz İhtiyar yazısını yazarken debeleniyorum, ölüyorum, geberiyorum!.. Derimdeki her delikten önce ateş, sonra ter fışkırıyor. Sonra da pencereyi açıyorum ve kafamı gökyüzüne kaldırıp; ‘‘Yüce Mevlam, ben sana karşı ne suç işledim ki bu yaştan sonra bana bu cezayı reva gördün!..’’ diye bir avaza bağırmaya başlıyorum. Allah'tan komşular, benim ikide bir pencereden ünlememe alıştılar da, eskisi gibi balkonlara ve camlara üşüşmüyorlar. Yalnız sesimi duyan batatisçi, ‘‘Kaç kilo istersin aabey?’’ diye aşağıdan sesleniyor. Cuma gününü yürek töpürtüsü içinde beklemekten hayatın diğer günlerini yaşayamıyorum. Daha cumartesi akşamından başlayarak yüreğimi cuma korkusu basıyor. Alçak cuma da öyle çabuk geliyor ki, herkes günbegün yaşarken ben bir haftayı tek bir gün gibi yaşıyorum. Cuma gününden sonra yine cuma günü geliyor. Aradaki pazartesiler, çarşambalar kaybolup güme gidiyor. Belki yazacak konu çıkar umuduyla geçtiğimiz hafta neler oldu, neler yaşadım diye hatırlamaya çalıştım. * Hafta başı kızım Amerika'dan telefon etti. ‘‘Babacığım damadın damdan düştü.’’ dedi. ‘‘Damda ne arıyordu, daha mart ayı gelmedi ki...’’ ‘‘Noel için evin dışını renkli ampullerle süslemeye kalktı. Şimdi hastanede.’’ ‘‘Fazla hasar var mı?’’ ‘‘Evde hasar yok ama kocam kolunu, bacağını ve topuğunu kırdı!..’’ ‘‘Üzülme yavrum, ben sana yenisini alırım.’’ * Ertesi gün İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki ödül töreninde Doğan Hızlan'a rastladım. Öğrenciler, beni Yılın Mizahçısı seçmişler. Benim ödüle özenip bir yeri şişmesin diye Doğan'a da Yılın Sanat Yazıcısı ödülünü vermişler. ‘‘Bana bak Doğan, benden gerçeği saklamadan söyle... Ben dayanırım!..’’ ‘‘Neyi söyleyeyim?’’ ‘‘Benden gizli doktorumla konuştun ve benim bilmediğim acı gerçeği ondan öğrendin değil mi? Üstelik yalnız sen değil, dünya alem biliyor anlaşılan...’’ ‘‘Neyi biliyor?’’ ‘‘Amansız bir hastalıktan yakında cavlağı çekeceğimi!..’’ ‘‘Bunları da nereden çıkarıyorsun?’’ ‘‘Madem yakında ölmeyeceğim de 'Oğuz nereye koşuyor' diye hakkımda niye övgü yazıları yazıyorsun? Niye bana ödül veriyorlar? Tempo dergisi benimle niye röportaj yapıyor? Bir Yudum İnsan belgeselindeki benim bölümü tekrar tekrar niye oynatıyorlar? Herkes niye bana iyi davranıyor? Bütün bunlar bir ayağı çukurda olan sanatçılara günah çıkarmak için giderayak yapılır.’’ ‘‘Merak etme, sen turp gibisin, sende ölecek göz yok.’’ ‘‘Nereden anladın?’’ ‘‘Benimle konuşurken bile gözlerini kızların bacaklarından ayıramıyorsun hálá!..’’ ‘‘Eyvah, bunca methiyeden sonra ölmezsem cümle aleme rezil olacağım!..’’ * Evvelki gece bir hışım Suat Yalaz geldi. ‘‘Şu hurda arabanı artık başımdan al!.. Bir aydır tamirine ödediğim paralarla yenisini alırdım be!..’’ diye homurdandı. İnsanoğlu nankör oluyor demek ki... İstanbul'daki işlerinin peşinde koşturmak için araba kiralayıp ve dünyanın parasını verip duruyordu. Ben de haline acıyıp ona Honda'mı vermiştim. ‘‘Sen halt etmişsin, benim arabam daha 40 bin kilometrede ve kız gibiydi. Benden gizli 2-3 Paris seferi yapmışsan bilemem!’’ ‘‘O senin partal Murat'la Paris'e değil, Aksaray'a bile gidemiyorum. Çekici parası vermekten canım çıktı.’’ ‘‘Murat'ı da nereden çıkardın? Benim arabamın markası Honda'ydı.’’ ‘‘Eee, öyleyse ben kimin arabasıyla gezip duruyorum?’’ ‘‘Polis seni elalemin arabasını yürütmekten yakalayınca merakını giderirsin. Asıl sen benim Honda'mı ne yaptığını söyle!..’’ İkimiz de bir an susuşup pencereden denize doğru baktık. Suat benden de birkaç yaş büyüktür. Demek ki iki yarım bunak, bir tam bunak ediyormuş. * Geçen akşam okul dönüşü oğlum uğradı. Seyit, okulunu ve askerliğini bitirince aile mesleğimiz olan öğretmenliğe başladı. Bir sanat lisesinde müzik dersleri veriyor. Ayrıca, lisenin ilkokul konservatuvar bölümünde bebelere de piyano ve gitar öğretiyor. ‘‘Derslerin nasıl gidiyor oğlum?’’ ‘‘Pek iyi gitmiyor baba... Beni çok fena yeniyorlar!..’’ ‘‘Kimler?’’ ‘‘Bebeler!.. Ben daha sınıfa girmeden kapı arkasında ve sıraların üstünde mevzileniyorlar. Sonra 'Haydaa' deyip üstüme atlıyorlar. Hatta, karate yapıp karnıma tekme atanlar bile çıkıyor. Sen beni yanlış okula göndermişsin baba.’’ ‘‘Niyeymiş o?’’ ‘‘Konservatuvar yerine spor akademisine gönderseydin hep tuşla değil de, hiç olmazsa puanla yenilirdim. Ama kalbimi en çok piyano öğrencim Çiğdem kırdı.’’ ‘‘Ne yaptı?’’ ‘‘Daha ilk derste, 'Biliyor musun benim bir erkek arkadaşım var. Üstelik senden de yakışıklı!..' dedi.’’ ‘‘Halt etmiş!.. Kimse benim oğlumdan daha yakışıklı olamaz. Çünkü, o benim gençliğime benziyor. Kaç yaşında bu kız?’’ ‘‘6.’’ * Bu hafta iki kez oruç tutmaya niyetlendim. Sahurlara bile kalktım. Ama oruçlarımın ilki sabah, ikincisi de öğle haberleri sırasında mecburen bozuldu. Birinde milli kalecimiz Rüştü'nün dövülüşünü seyrederken, diğerinde ise memura yüzde 15 zam veren milletvekillerimizin 350 milyon lira fazla para alabilmek için çevirdikleri dolapları, hakimlere ve subaylara vermeye çalıştıkları rüşvetleri duyunca ağzımı fena halde bozmuşum. Böylece oruçlarım kazaya kurban gitti. Türkiye'de oruç tutmak çok zor. Sigara içmemeye bile dayanabilirim. Ama bunca rezilliğe okkalı bir küfür etmeden dayanmak ne mümkün!.. * Vee, bu sabah bavulumu kaptığım gibi Yeşilköy'e gidip bir uçağa atladım. Ver elini Floransa!.. Ağzımın sularını toplayamayarak Botiçelli'nin, Leonardo'nun, Rafaello'nun resimlerini seyrettim. Oradan Paris'e geçip Sen Mişel meydanındaki Kafe Depar'ın cadde üstü masalarından birine oturdum ve Remi Martin'imi yudumlayarak gelen geçen mini etekli kızların eteklerinden arta kalan kısımlarını dikkatle incelemeye koyuldum. Oradan da ver elini San Francisco ve San Diego... Gece yarısı kimse görmeden okyanusa cıbıl girip Akdeniz hasretimi giderdim. Siz, benim sabah sabah dünyayı fır dönmeme ve dolaşmama aldırmayın. Bütün bu geziler yatak odasından çalışma masama yürürken oldu. Sonra da masaya çöküp bu yazıyı bitirdim. Faks: 273 01 92
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!