Oluşturulma Tarihi: Ağustos 14, 1997 00:00
Hürriyet'te bir Arap nesli vardır. Arapların sonuncusuyum ben. Son Mohikan gibi. Eskiden bir yayın yönetmeni vardı, Ferhan Devekuşuoğlu, ona Arap Ferhan derlerdi. Arap Samim vardı (Samim Var) benim girdiğim sıralar. Bir de baş mürettip vardı, Arap Ferit Usta. Sonra baskı şefi vardı, Arap Sadık Usta. Sonra bir de yazıişleri müdürü,benim hocalarımdan, Arap Turgut (Turgut Dinsel). En son Arap da benim.Patronumuz Aydın Doğan gazeteyi aldıktan sonra bir gece yemeğe davet etmişti.‘‘Seni Fikret Ercan diye tanıştırdıklarında çıkaramadım, sonradan öğrendim ki Arap Fikret senmişsin '' dedi...Nesrin Ercan: Ben hep metres statüsünde kaldım!Biraz tuhaf olacak ama 49 yaşında bir kadın için inanılmaz iyi duruyorsunuz. Nasıl bu kadar genç kalabildiğinizi merak ediyorum.- Çünkü Fikret sürekli bana çok güzelmişim, çok özelmişim gibi davrandığı için yaşlanmaya fırsat bulamadım! Biz onunla birşey başardık: Karı koca olmamayı başardık...Nasıl oldu bu?- Hep arkadaş, sevgili olduk. Zaman zaman savaş da verdik. Ama klasik evli çiftler olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Oğlumuz Özgür'ü de evlat gibi görmedik. Biz birbirinden keyif alan, üç gırgır insanız. Ben Özgür'e hamileyken Fikret, karnımın karşısına geçer Özgür'le konuşurdu. Ben inanıyorum ki, eğer bir kadın, bir erkekten yoğun bir sevgi alıyorsa, dünyaya getireceği varlık da mutlaka çok sevgi dolu olacaktır. Özgür'ün böyle olduğunu düşünüyorum. Fikret inanılmaz bir babadır. Bazen oğlumla ilişkilerini kıskanırım. Zaman zaman, keşke Fikret kocam değil de babam olsaydı derim! Kocayı nasıl olsa bulurdum...O benim ilk aşkımSize hem baba, hem koca olmadı mı?- Oldu. Fikret'e güvenebilirsiniz. Yalnız ölçüleri farklı bir insandır. Onu kendinizden uzaklaştırmak zordur, hele düşman etmek çok daha zordur. Dünyada bunu başarabilen insana hayret ederim. Bunu başarabilmişse, buzdan bir kalıbı vardır Fikret'in, oraya girer ve siz o kalıbı asla delemezsiniz.Sizin, çevrenizce bilinen ayyuka çıkmış bir aşkınız var mı?- Onunla evlenmek için çok büyük arzu duyan bendim. Burcunun da özelliğiyle mümkün olduğunca geç yakalanmaya çalıştı. Bizimki çocukluk aşkıdır. Zaman zaman takılırım: ‘‘Benimle biraz daha geç evlenseydin, seni atın terkisine atıp kaçıracaktım''. Ben sürekli ona benimle evliliğin keyifli bir şey olacağına inandırmaya çalıştım. Bunun için ciddi bir mesai verdim. Bu mesaime değmiş, yanılmamışım. Fikret sadıktır, evliliğine, sevgiye, işine. Bir şeye inandıysa uğruna herşeyi yapar. İşse, para almadan da çalışabilir. Sevdiği insansa, hastalığında da, kötü gününde de yanında olur. Mesela, üçbuçuk sene önce çok büyük bir akciğer ameliyatı geçirdim. Ben ikinci hayatımı yaşıyorum. Ölümden döndüm. Akciğerimin üçte ikisini aldılar. Onbeş gün boyunca, hep yanımda kaldı. O biraz korkunç olan dönemi, geceli gündüzlü benimle yaşadı...Hayır demez ama...Çekilmesi en zor yanları nelerdir?- Haksız olduğunu kabul etmez! Bir de normal insanlar gibi kavga etmez. Bağırdığına tanık olmadım. Sabırlıdır. Biriktirir, biriktirir, patlaması da bizim gibi bir patlama değildir. Bir de tabii şu var: Bunca yıldır Hürriyet her zaman benim bir numaralı rakibim oldu. Birinci karısı gazetedir, ben ise hep metres statüsünde kaldım!Bu duyguyu nasıl aştınız...- Gazeteci eşi olmak çok zor bir meslek. Bunun okulu filan da yok. Çevrenizde, ailenizde gazeteci eşleri yoksa, yaşayarak görmediyseniz zaman zaman dağlara, kayalara çarpa çarpa, zaman zaman da yanlışlar yapa yapa öğreniyorsunuz! Fikret'ten hayat boyu en çok duyduğum kelime, ‘‘Unuttum!''tur. Hayatında bana hiç ‘‘hayır'' dememiştir. Ama ‘‘evet''lerin gerçekleşme oranı ciddi şekilde düşüktür!Onun kadınları etkileme yöntemi nedir, bunu karısı olarak en iyi siz bilirsiniz...- Çapkınlık tarafını, diğer kadınlara nasıl yaklaştığını bilmiyorum. Bilmeyi de açıkçası çok istemem. Ama inanılmaz ilgilidir. Yumuşak, babacan, sevecen bir tarafı vardır. Kadınlara saygılıdır. Bütün arkadaşlarım Fikret'e aşıktır. O, kadınlara özel olduklarını hissetiren bir erkektir. Size katar, eksiltmez...Ajda'yı nasıl kaçırdımGazeteciliğe yeni başlamıştım, İlhan Turalı Hürriyet'in Hafta Sonu gazetesini çıkarıyordu. Bu söylediğim 68'ler. Egemen Bostancı orada muhabirdi o zaman. Birgün dediler ki, ‘‘İlhan Turalı seni çağırıyor''. Favorilerim uzun, saçlarım o zaman var, incecik, İspanyol paça pantalonlarla dolaşan genç biriyim. Bir de tabii esmerim! Odasına gittim, masanın önünde genç bir kız oturuyor. ‘‘Gel Fikret bak tanıştırayım'' dedi. Bir isim söyledi. Bilmediğim, tanımadığım bir isim. Kıza döndü, beni kastederek, ‘‘Peki bu nasıl?'' dedi. Kız başını önüne eğdi, ‘‘Fena değil!'' dedi. ‘‘Tamam mı bu iş?'' dedi. Kız da tamam olmadığını belirtir ifadelere büründü. ‘‘Esmer ama'' dedi, ‘‘Ben Bahriyeli istiyorum''. Birisiyle tanışmak istiyorum, hem esmer hem bahriyeli olsun demiş. O da beni çağırmış. Bahriyeli olmadığım için kızı kaçırdım! O kız da Ajda Pekkan'dı.Kaç yıldır bu meslektesiniz. Daha kaç yıl sürdürmeyi düşünüyorsunuz?- ‘‘Üç dört yıl yatarım, sonra ayrılırım'' diye girdim bu mesleğe, sonradan baktım ki otuz yıldır içerideyim. Ben müebbet olduğumu anlamış bulunuyorum. Bu işin affı yok!Yani siz de ‘‘basın şehidi'' olmaya niyetlisiniz?- Ona hiç niyetim yok! Zaten o kaderi değiştirmek için uğraşıyorum. Büyük bir gazetenin yazı işleri müdürü olmak demek, stres demek, yorgunluk demek, bıkkınlık demek. Ben bütün bu kadere şiddetle direniyorum ve bunun için özel tedbirler alıyorum...Ne gibi? Kendinize itina etmeniz dışında bir de
spor merakınız var. Ara ara sektei kalpten gitmekten korkuyor musunuz?- Gazeteciliğin kaderinin kalpten gitmek olduğu düşünülür ama ben kalpten gitmeyi bekleyemezdim. Bu kaderi değiştirmek zorundaydım. 50 yaşına gelmişim, 20 yaşında başlamışım mesleğe. Sanki matbaayı icad eden Gutenberg'ten beri gazetecilik yapıyormuşum gibi hissediyordum kendimi. Çünkü kurşun döneminden bilgisayar dönemine kadar gazeteciliğin bütün aşamalarını adım adım yaşadım. Ben bu mesleğe başladığımda kurşun buharları içinde, tipo denilen çok ilkel bir baskı teknolojisiyle çalışıyorduk. Kurşun kalıplar alınır, kurşun buharları içinde baskı yapılırdı, hatta insanlar zehirlenmeyelim diye yoğurtlar yerdi. Batı'nın iki asırda yaşadığı teknolojik aşamayı biz otuz yılda yaşadık. Ama, bu yıllar zarfında günde iki paket sigara içiyordum. Sağlıksızdım, spor yapmıyordum. Bir gün intihar etmek istiyorsan başka yolları da var, dedim kendime ve yaşama yeniden başladım. Küt diye sigarayı bıraktım. Spora dönmeye başladım. Bilinçli beslenmenin nasıl olması gerektiğini öğrendim. Bütün bunların sonucunda da şunu gördüm, bize hayata, yaşamaya dair o kadar az şeyler öğretiyorlar ki. Daha önce öğrenseydim, bütün bunları 50 yaşında keşfetmeme gerek kalmazdı!Gelelim çalışma prensiplerinize...- Gazeteciliğin rütbesi yoktur diye bir prensibim vardır. Eğer, rütbelere takılarak gazetecilik yapmak isteyenler varsa, korkunç yanılır. Künyedeki sıralama, edinilen idari rütbeye dayanılarak, surat asılması yanlıştır. Çünkü siz istediğiniz kadar gazeteciliğin idareci olarak zirvesinde olun, o gün başarılı bir fotoğrafçı, başarılı bir yazar, başarılı bir muhabir günün kahramanı olur. Çünkü gazetecilik bir yaşam mesleğidir. Gazetecilik yaratıcılık işidir. Hergün yeniden yaratmak zorundayız hepimiz. Ertesi gün yeni birşey yaratmak gerekiyor, çünkü yarattığınız şey birgün sonra ölüyor. Bir gün önce yarattığınızla yaşayamazsınız, o geçmişte kalıyor. Eğer gazeteci olarak birşeyler ortaya koyamıyorsanız, istediğin kadar rütbeleriniz olsun, hiç önemli değil!Asık suratlı rütbeli insanlardan söz ettiniz. Sizce gazete denilen şey gülerek mi yapılmalı?- Önce şunu söyleyeyim. Batıda yapılan araştırmalarda ''Neden gazete alıyorsunuz'' sorusuna okuyucular ''Eğlenmek, hoş vakit geçirmek için'' cevabını veriyorlar. Tabii kimse streslenmek ya da üzülmek için gazete almaz. Gerçi bizde gazetelerin demokrasiyi koruma ve kollama görevi de var ama geliştikçe bu da rayına oturacak. E
button