Güncelleme Tarihi:
CUNDA ADASI - Foto Galeri
Yeni sezonu bir Göçek, bir Hisarönü seferiyle vakitlice açtık. Şimdi hazirana geldik. Denizler ısındı. Meltem ha başladı, ha başlayacak. Artık İstanbul’da konaklayanlar için tekneyi güneye indirmenin vaktidir. İstanbul’dan Bodrum’a nereden baksanız dört beş günlük yolculuk... Samimi olmak gerekirse bu denizleri fazla bilmem, ama 30-35 yıldır sahillerinde geziyoruz. Bana sorarsanız konaklamak için iki adet buçukluk, bir de tam, toplam iki yer var. Buçuklar, Bozcaada ve Dikili Adası. Tam konaklama yeri ise Ayvalık, daha doğrusu Cunda adaları. Gerisi kıyıdaki balıkçı barınakları...
İstanbullu denizciler Prens Adaları’nı, Trilye’yi, Paşa Limanı Adası’nı, Marmara Adası’nı, hatta Ekinlik Adası’nın bile güzelliklerini anlata anlata bitiremezler. Bence hepsi koca bir palavra!
Marmara’da denizin kalitesi son 30 yıldır içler acısı. Her gün 15-20 milyon kişinin fosseptiği bu gariban ve minnacık denize deşarj ediliyor. Uzmanlar, sanayi atığının verdiği zararın, bundan en az iki üç kat daha fazla olduğunu söylüyorlar. Netice: “Marmara temizleniyor” diyenler bence toptan meditasyon halinde...
Çanakkale’den aşağı inerken ise... Bozcada’nın limanında konakladıktan sonra, varsa yoksa Ayvalık ve çevresi! Geri kalan kıyılarda barınacak yer bulmak bile sorun. Ayvalık-Midilli hattı ise bu coğrafyanın yatçıları için gerçek bir cennet... Hırçın Kuzey Ege’nin orta yerinde huzurlu ve sakin bir vaha gibi...
15-20 MİLLİK ÇEMBER
İstanbul’dan çıkarken ya da Ayvalık kapısından işlemleri yaptırıp, Midilli’ye geçilebilir. Türkiye kıyılarında gün batımını izlemek nasıl güzelse, Mitilini’de de güneşin doğuşu öyle eşsizdir. O zaman tabii, Ayvalık’ı yolculukta bir durak değil de üç dört günlük bir konaklama gibi düşünmek daha mantıklı olur. Her halükarda, bu 15-20 millik çemberde bir o kadar da çok güzel konaklama ve keyif noktası bulabileceğinize emin olabilirsiniz.
Diyelim ki Midilli’ye geçmek gibi bir niyetiniz yok ve Cunda dolaylarında birkaç gün geçireceksiniz. Assos’tan güneye rota tuttuktan sonra uzunca bir süre Midilli’nin kayalık doğu kıyılarına paralel olarak Edremit Körfezi’ni geçer ve Cunda’nın kuzeybatı ucundaki Maden Adası’na ulaşırsınız.
Maden Adası’nın üstünde kare biçiminde bir antik kule vardır: Ada Pordoselene Kulesi. Pordoselene, Ayvalık coğrafyasının bilinen en eski uygarlığıdır. O kule de yüzyıllardır ayakta kalmış, korsanlara, düşman donanmalarına karşı Ayvalıklılar’ın habercisi olmuştur.
Küçük Maden Adası’nın batısından geçip yol üstünde iki adet dört beş metrelik topuk bulunan bir hat üzerinden Ayvalık Limanı’nın güney hattını oluşturan Hakkıbey Burnu’na doğru rota tutarsınız. Ayvalık Kanalı’nın kuzey giriş noktasını işaretleyen feneri bordalayıp doğuya döner, 1 millik kanalı geçtiğiniz anda Cunda Adası’nın önündeki 8-10 metrelik kumluğa ulaşırsınız.
Bu kanal 19. Yüzyılın sonlarında açılmıştır. Girişte kuzeydeki yalnız fenerden sonra iki yönlü üç çift fenerin arasından geçip limana gelinir. Fenerlerin dışındaki sular 0,5-1 metre arasında, tehlikeli sığlıklardır.
Eski zamanlarda tekneler, ancak Cunda ile Lale Adası arasındaki Dolap Geçidi’nden limana girebilirlermiş. Bu geçitte o zamanlar bir sal çalışırmış. Mübadele ile yerleşen Girit Türkleri ve Midillili Rumların oturduğu Cunda’ya ulaşım bu salla sağlanırmış. 1970’lerde iki ada arasına “Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü” inşa edildi. O gün bugündür limanın 3,5 metre yüksekliğindeki köprüyle örtülü kuzey geçidinden yelkenli tekneler geçemez; ancak küçük motoryatlar ve balıkçı tekneleri geçişine uygundur.
Bir uçtan diğerine 2-3 millik çaptaki Ayvalık Limanı’nda, çok nadir günler dışında hava olsa da deniz kalkmaz. Keyfinize göre bir köşede demiri sallayıp dinlenmeye başlayabilirsiniz. Tek dikkat etmeniz gereken şey, yoğun trafiğin ortasında kalmamak olmalıdır.
SCUBA MERAKLILARINA |
Cunda ve çevresi 35-40 dalış noktası ile Türkiye kıyılarının en renkli ve hareketli dalış merkezlerinden biridir. Güney sahillerimizin aksine Cunda çevresi sualtı yaşamının zenginliğiyle ünlüdür. |
OTUZ YIL ÖNCE
Cunda’ya ilk kez, bundan tam olarak 29 yıl önce gitmiştim. 12 Eylül’den bir yıl sonra... Hâlâ gerilim sürüyordu, ama Cunda usulü bir gerilim! Sahilde bugün Artur Restoran’ın olduğu yerde bir Rum meyhanesi vardı. Bir gece önünde bir bankta oturmuş içerden gelen taş plak Rumca şarkıları dinliyordum. Birden jandarma geldi, müzik sustu. Sonra duydum ki imam şikâyet etmiş, jandarma da iki kere ikaz ettikten sonra bir gece gelip taş plakları tutuklayıp götürmüş!
Orada iki hafta kalmıştım. İstanbul’a gelmeden iki gün önce sabah kalktım Taş Kahve’ye gittim ki bütün ada çalkalanıyor... Bu kez de jandarma gece yarısı camiyi basmış, imamı karakola götürmüş. İmam sabaha kadar kafa çekip caminin müştemilatında âlem yapıyormuş. “Etme-bulma dünyası” diye işte buna denir... Ama doğru, ama yalan bayılmıştım Cunda’nın kendiliğinden eğlencesine. Cunda’da bir muziplik, bir naif espri bolluğu vardır.
Örnek... Yıllar sonra bir gün Taş Kahve’de oturuyoruz. Bir de baktım kahvenin önünde sahil kordonuna dev bir pankart asılmış, aynen şöyle yazıyor: “Okulu yenilemek için Cunda’nın tüm esnafı para topladı. Bir tanesi hariç!”
Yıllardır çayımızı aynı delikanlı verir (şimdi artık koca adam oldu). Çağırdım, “Bu ne? Kim bu ‘hariç’ olan?” dedim Bir etrafına baktı, kulağıma eğildi, “Bizim patron vermemiş Ali Abi” dedi. Pankart akşama kadar yolda asılı kaldı. Gece herkes sarhoş olduktan sonra kestiler ipleri…
Neyse... Dönelim eski günlere... Anakaradan Cunda’ya doğru önce Lale (Soğan) Adası vardır, sonra Dolap Geçidi ile Cunda. O zamanlar Lale Adası, karaya şimdiki gibi dört şeritli bir asfalt yol (Gönül Yolu) ile değil, kuzeyden esen sert rüzgârda denizin üstünden aştığı tek şeritli bir dolgu toprak yol ile bağlıydı.
Cunda Adası’nın ne kuzeydeki iç denize bakan kıyılarında, ne de eski köy ile Lale Adası arasındaki güney sahil şeridinde bugünkü çirkin villa-siteler vardı. Ada tamamen zeytinlerle çevriliydi. Köye de yel değirmenlerinin kıyısından zeytinlikler arasında kıvrıla kıvrıla giden tek şeritli stabilize yoldan ulaşılırdı. Karşı istikametten bir minibüs ya da traktör geldiğinde iki taşıtın yan yana geçebileceği ceplerden birine kadar biriniz geri giderdiniz.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, bugünkü tüm restorasyon çılgınlığına rağmen köydeki eski Rum evleri daha bakımlı ve yaşam doluydu. Meydandaki balıkçılarda her zaman muazzam güzel ve ucuz balık bulunur, kıyıdaki üç beş restoranda bu balıklar kilo ile pişirilip üç beş kuruşa akşamcılara satılırdı. Adanın kuzeyindeki yıkık dökük Pateriça köyleri, adalıların pek itibar ettiği yerler değildi. Söylentiye göre, Edremit’ten Ayvalık’a kadar hovarda arkadaşlar burada çapkınlık ve âlemlere gelirlerdi.
Adada son derece sakin bir hayat vardı. Taş Kahve’nin önünde genci ihtiyarı adalılar, yaz aylarını sabahtan akşama “yarın hava nasıl olacak” geyiği ile geçirirlerdi. Hanımlar da bir masa arkaya kurulur, saatlerce taze nohut yer ya da çitlembik çıtlatırlardı.
GEL ZAMAN GİT ZAMAN
Cunda’ya o gün bugündür yılda iki üç kez giderim. Cunda’nın hemen merkezindeki aile evimizin varlığı da önemli bir kolaylaştırıcı faktör tabiatıyla. Eskiden denize girmek için ya bir balıkçı kayığı ile hemen Cunda’nın önündeki Tavuk Adası’na ya da adanın kuzeyindeki bulunan arka denizdeki Çatal Tepe, Güvercin Adası dolaylarına giderdik.
Sonra bir gün Şeytan Tepesi’nden Cunda ve çevresindeki irili ufaklı 24 adayı seyrederken karar verdim. Bir zamanlar Kekova’yı keşfettiğim 4 metrelik şişme bot ve 5 beygirlik dıştan takma motoru Cunda’ya getirdim.
İki yaz tatilimin önemli bir bölümünü Cunda’da geçirdim. Sabahları yanıma 2-3 litre su ve biraz meyve alıp adaları keşfe çıkardım. Sonra dönüşte sahildeki lokantalardan birinden bir tabak ahtapot, birkaç zeytinyağlı, diğerinden bir balık çorbası eve sipariş eder, ayaklarımı batan güneş istikametine çevirir, şarap şişesi dibini bulana kadar Cunda’nın sakin eğlencelerini izlerdim.
Şimdi o sükûnet pek kalmadı. Özellikle temmuz ve ağustos aylarında restoranların önündeki piyasa yolu Bodrum’un barlar sokağı kıvamında, omuz omuza bir kalabalıkla dolup taşıyor. Birkaç kendini bilmezin açtığı canlı müzik mekânları gece saat 23 sonrasında köyün merkezini cehenneme çeviriyor.
Ancak denizler sakin. Zaten Yacht Türkiye okurunun asıl meşgale alanı da deniz üstü maceralar. O nedenle ben size 4 metrelik botla başlayıp daha sonra 18 metreye kadar çeşitli ebatta teknelerle keşfettiğim Cunda Adaları’nı biraz anlatmak istiyorum.
CUNDA’NIN DENİZİ
Meltem esti mi, sert eser, ama çoğunlukla, sadece birkaç saat. Sonra hava kalır. Adalılar “Hava şurup gibi” derler. Yaz aylarında Cunda’nın denizi sakindir. Gece limanda 1 mil ötede papalina sürüsünün içine girip su üstüne zıplayan bir kofananın şapırtısını deniz kıyısından tüm ihtişamıyla duyabilirsiniz.
Cunda’nın çevresindeki 24 ada ve kayalığın beş altı çok nefis barınma, geceleme noktası vardır.
Kuzeydeki arka denizde, Pateriça kıyılarında, özellikle ikinci köy önünde 3-4 metrede demirleyip sabahlamak enfestir. (Pateriça’nın iki köyü vardır; duyduğuma göre bunların çevresindeki tüm evleri Türkiye’nin en ünlü iş kadınlarından biri satın almış, yenileyecekmiş.)
Özellikle rüzgâr kuzeyden eserken Güvercin Adası’nın güney kıyısında manastırın hemen önünde demirlemek mümkündür. Aynı şekilde arka denizin az açığındaki Balıklı Ada’nın güney sahili de kuzeyli rüzgârlara kapalıdır.
...Ve bölgenin en güzel denizi oradadır! 7-8 metre derinlikten en ufak çakıllara kadar tüm denizaltını bir camdan aşağı bakar gibi seyredebilirsiniz. Biraz balıkçılık merakı olanlar arka denizin sığlıklarında muhteşem barbun, dil, kefal ve levrek yakalayabilirler. Arka denizin açığında dolaşırken suyun üstündeki mantarlara dikkat etmekte fayda vardır, balıkçılar buralarda her tarafa parakat atarlar. Kalın misina pervaneye dolandı mı temizlemesi zor olabilir.
Cunda’nın kuzeydoğu ucunda güneyli rüzgârlara korunaklı Aya Yorgi (Ay Işığı) Manastırı Koyu, bölgenin mutlaka görülmesi gereken bir diğer durağıdır. Sakin bir havada ve özellikle de dolunayda bu koyda gecelemek, insanın ömrüne birkaç yıl katacak kadar olağanüstüdür. Koyda, harabesi bile çok etkileyici olan manastırın batı kesiminde deniz biraz kayalıktır. Ancak uzunca bir zincir döşeyip, çift taraflı koltuk halatıyla sağlam bir şekilde demirledikten sonra havanın aniden bozmasından da korkmaya gerek kalmaz. Yerliler Aya Yorgi Manastırı’nın, yüzyıllar önce Ayvalık Limanı’nı mesken edinmiş Yunda (Cunda’nın Osmanlı ve İtalyan kayıtlarındaki adı) korsanlarından bazılarının da nedamet getirip sığındığı bir yer olduğunu söylerler.
İLLE DE ORTUNÇ
Cunda’nın batı kıyısı Maden Adası ile başlar. Cunda’nın hâlâ hayattaki en eski Girit muhaciri Ali Onay (Allah uzun ömür versin) bu adada 50’li yılların sonunda demir madeni ocağı kurmuş. Bir gün dinamit atmışlar, göçük altında kalmış. Alnında ve omzunda hâlâ yara izleri durur.
Bu ada 20-30 santim sığlıkta bir kum bankıyla Cunda’ya bağlanır. Bu bankın hemen dibinden başlayarak Maden Adası’nın güneydoğu kıyısındaki Gümüş Koyu her havaya korunaklıdır. Denizi de çok güzeldir. Kum bankının kıyısında eskiden bir midye çiftliği vardı, sonra kapandı. (Buraya girerken sığlıklara ve kayalıklara dikkat etmek gerekir.)
Maden Adası’ndan güneye doğru Cunda kıyısında beşi küçük dördü büyük dokuz ada vardır. Bunlardan Yellice’nin güney kıyısı, yine kuzeyli havalarda çok iyi bir geceleme ve dinlenme yeridir. Denizi berrak ve kayalıktır. Batı istikametinde en açıktaki İlyosta (Güneş) Adası’nın da güney kıyısı iyi bir dalış ve dinlenme yeridir. Cunda’nın asıl dantela görüntüsü ile güzel kıyısı olan batı kesiminde gecelemek için Gümüş Koyu’ndan sonraki ikinci en iyi yer ise Pınar (Mosko) Adası ile Cunda arasında kalan Ortunç Koyu’dur.
Meltemde biraz solugan alsa da Ortunç hem denizi hem de tesisleriyle Cunda merkezdeki restoranlar haricinde en iyi yemek yenecek ikinci yerdir. Sahibi Orhan Bey eski bir operacıdır. Ayvalık’ta ilk mavi bayraklı tesis burasıdır. Güzel müzik çalar, yöresel lezzetler bulunabilir. Çardağındaki asmaların üzümü, bahçedeki incir ve iğdelerin tadı enfestir.
Ortunç’un hemen kuzeyinde Pınar Adası ile Cunda arasındaki Ada Boğazı başlar. Derinliği 1 metre dolaylarındaki bu sularda sakin havada botla gezmek pek güzeldir. Pınar Adası’nın güneyindeki kayalıklarda da zıpkınla çok iyi balık avlanabilir. Sert havalarda bu sular biraz tehlikeli olabilir, o nedenle Ayvalık Limanı’na geçmek tercih edilmelidir.
ÇAMURLU SULAR
Ayvalık Limanı yüzyıllar boyunca dalyan olarak kullanılmıştır. Cunda’nın yaşlıları, burada yakalanan balıkların Türkler tarafından mekruh sayıldığından Midilli ve hatta Yunanistan’a satıldığını anlatırlar. Ayvalık Kanalı açıldıktan sonra dalyan ortadan kaldırılmış olsa da limanın içi hâlâ kalın bir çamur tabakasıyla kaplıdır. Zira Lale Adası anakaraya Gönül Yolu ile bağlanırken altına sadece bir adet menfez koydular, o yüzden de limanın içinde su sirkülasyonu durdu.
Limanın güney ucundaki Çamlık ve Kumru Koyları da suları çok (hatta aşırı ölçüde) sakin olmakla birlikte deniz kalitesi açısından pek parlak sayılmazlar. Kumru Koyu’nun girişindeki burunda (Tımarhane Adası da derler), Osmanlı döneminde Manisa ile birlikte en ünlü iki tımarhaneden biri varmış. Cundalılar “Adanın mis kokusu delileri bile iyi ederdi” derler. Zaten Cunda’nın eski zamanlardaki isimlerinden biri de Moshino’dur (Mis Kokulu Ada).
Limanda denize girmek için son iyi nokta, suyu biraz bulanık olmakla birlikte Cunda’nın güneydoğu ucundaki Cunda Oteli’nin önündeki koydur. Dolap Boğazı ve Ayvalık Kanalı’ndan gelen yüksek debideki sular bu bölgeyi temizleyebiliyor. Zaten otomobil kullanmak istemeyen ya da sıcakta uzun yürüyüşe dayanamayan ada halkı, genellikle buradaki plajlardan denize girer.
Limanın çamurlu sularının ortasında Ayvalık’ın güney ucunda 200 yat kapasiteli Setur Marina vardır. Her türlü ikmal, bakım, tamirat ve güvenli konaklama için tercih edilebilir. Cunda’daki mendireğin doğu kıyısında da geçici konaklama mümkündür, ama marina hizmetleri alınamaz.
Tekneyle bu sulara gelindiğinde Ayvalık önünde küçük bir geziyle sarımsak taşından yapılma binaları, eski mimariyi seyretmek hoştur, ama Ayvalık’tan Midilli’ye uzanan suların asıl zenginliği adalardadır. Cunda çevresindeki Güvercin, Kız ve Tavuk adalarında manastır ve ayazma kalıntıları hâlâ gezilebilir.
LEZZET TURU
Ayvalık’ta artık dalyan yok, ama balıkçılık ve Giritli göçmenlerden gelen ot kültürü, özellikle Cunda’da aynı hızıyla sürmektedir. Bu bölgenin deniz altı ve deniz çevresi kadar yemek kültürünün de keşfedilmesi bir zorunluluktur.
Cunda Limanı’na demirledikten sonra botunuza atlayıp köye inmeli ve lezzeti keşfetmelisiniz. Cunda’nın küçük sahilinde otantik lezzetleri keşfedebileceğiniz yirmiye yakın restoran vardır. Bunların camekânlı meze dolapları özellikle ilkbahar ve yazın ilk günlerinde panayır yeri gibidir. Benim son yıllardaki favori restoranım Günay’dır (Gömeçli’nin Yeri). Giritliler, aşçı hanımlı, bol sarımsaklı mezeler yapan Ada Restoran’ı severler. Bir de meyhane niyetine deniz kıyısındaki Saki Kaptan’ın Yeri’ne giderler. İstanbullular ise son yılların “in” mekanı Bay Nihat’ı öve öve bitiremezler. Lyra, Deniz ve Nesos da her zaman belli bir kalitenin üstündedir.
Cumartesi günleri eski köyün ortasında yerel pazar kurulur, her türlü taze sebze, peynir ve iyi zeytinyağı bulunur. Pazar meydanında şu anda üç dört tane eski usul taverna var. En ünlüleri canlı müzik de olan iki katlı Moshino’dur. Meraklıları denerlerse memnun ayrılırlar.
Giritli göçmenler ve eski Rum ahaliden miras kalan ot kültürü burada zirve yapar. Turp otu, rezene, istifno, şevketi bostan, kabak çiçeği, kuşkonmaz, karahindiba, ısırgan, ada börülcesi, kuzu kulağı, ıspanak ve hatta bostan patlıcanının âlâsını kıyıdaki kaliteli restoranlarda bulabilirsiniz. Benim favorim tam da bu mevsimlerde tadılabilecek taze iç bakladır.
Ayvalık Limanı’nda dört kabuklu deniz ürünü çiftliği vardır. Bunlar yetiştirdikleri midye, akuvades, kidonya gibi kabukluları Dolap Boğazı’nda birkaç hafta semirtip dinlendirdikten ve özellikle de hızla akan sularında biriken zararlı maddelerden arındırdıktan sonra Avrupa ülkelerine ihraç ederler (yılda 300 ton civarında). En iyi çuvallar ise Cunda’daki balıkçı restoranlarına gider. İddia ediyorum, burada yiyebileceğiniz akuvades güveci dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. (Formülü: Tereyağı, zeytinyağı, sarımsak, kırmızı pul biber, limon ve maydanozla kendi suyunda ve yüksek ısıdaki fırında, 10 dakika.) Akşamüstleri Taş Kahve’nin önünde bir seyyar araba ile nefis midye dolma satılır. 20 tane yerseniz akşam yemeği sorunu kalmaz.
Bir diğer baş eser de, özellikle yaz sonuna doğru lokantalarda bulunabilen taze denizkestanesi yumurtasıdır. Küçücük bir parçası ile genzinizden aşağı okyanus yuvarlamışlar gibi bir etki yaşarsınız.
Cunda ve çevresinde kesintisiz taze ahtapot ve yerli kalamar çıkar. Artık ahtapotu dövmeyip dipfrizde çürütüyorlar. Yine de bölgedeki tüm iyi restoranlarda çok iyi ahtapot salata her zaman bulabilirsiniz. Önceden haber vermek kaydıyla üç dört saat folyoya sarılıp kısık ateşte, fırında pişirilen ahtapot yahnisi bir baş eserdir.
...Ve balıklar...
Her zaman ancak Çeşme ile kıyaslanabilecek seviyede kaya barbunu bulunur. Adabeyi (lipsoz) ve kırlangıç buğulama iyi yapılır. Karides, İskenderun karidesi kadar büyük değildir, ama limandan yakalanmışı, yerlisi bulunabilir. Yaz aylarında bazen parakat ile çok güzel sinarit, mercan ve trança yakalanır. Izgarasına doyum olmaz. Ağustosa doğru sardalyanın küçüğü olan ve sadece Cunda-Ayvalık’ta bulunan papalina mevsimidir.
Eski İstanbullular’ın pek sevdiği izmarit benzeri kupa balığı (gopez) yine tulum çıkartılarak ve zeytinyağında tava edilerek yapılır.Yaz sonuna doğru fazla yağlı da olmayan kofana ızgara yenilebilir. Son olarak, Assos’tan Ayvalık’a kadar olan sularda, yaz sonunda gerçek ve en güzel uskumru bulunabileceğini hatırlatmak da boynumun borcu olsun.
Fotoğraflar: SİNAN TAYGAR, DB Image, Hürriyet Arşiv