Kuzey Kaliforniya’daki Shasta ve Lassen Peak yanardağlarının eteklerine yerleştirilen onlarca radyo teleskopu uzaylıların izini sürmeye çalışıyor. Oysa binlerce kilometre uzağındaki Boston’da, Stephen Wolfram da aynı hedefin peşinde koşmasına karşın teleskoplarla işi olmadığını belirtiyor.
Wolfram, dünyamız dışındaki radyo yayınlarını saptamak için uzayı taramak yerine, çok daha yakınımıza bakmamız gerektiğine inanıyor ve ET’nin burnumuzun dibinde olabileceğine dikkat çekiyor.
Dahası, dünya dışındaki bir zekadan elde etmeyi umduğumuz tüm bilgilerin zaten elimizin altında olduğunu, bunun için ET’yi bulmaya gerek olmadığını ve bilgiye tek bir tıklamayla ulaşılabileceğini öne sürüyor.
Wolfram sıradışı görüşleriyle ün salmış biri. Dört yıl kadar önce yayımlanan "Yeni Bir Tür Bilim" adlı kitabında bilim insanlarının evrenle ilgili bilgilerinin tümden yanlış olduğunu ve doğanın karmaşık yapısının tam anlamıyla
kavranabilmesi için matematiğin dışında yeni bir bilim türüne gerek olduğunu öne sürüyordu.
Mathematica’nın yaratıcısıWolfram’a göre, bilimin en içinden çıkılmaz sorunlarının çözümü basit bilgisayar programlarında yatmaktaydı.
Dünyanın en ünlü matematik yazılımı "Mathematica"nın da yaratıcısı olan Wolfram, bilimsel araştırmanın doğasını yeniden tanımlama çabasından asla vazgeçmedi.
Kitabı için yaptığı incelemeler sonucunda Wolfram, benzer fikirlerin insanların farklı alanlardaki çabalarını nasıl etkileyebileceğini merak etmeye başladı. İlk aklına gelen konulardan biri de kısaca SETI olarak bilinen "search for extraterrestrial intelligence= dünya dışında akıllı yaşam arayışı" adlı bilimsel çalışma oldu.
Uzaylı yapımı mı, yoksa yıldız mı?
"Son 20 yıldır yaptığım tüm araştırmalar bana SETI’nin günümüzde uygulandığı biçimiyle hiç de mantıklı bir girişim olmadığını öğretti," diyen Wolfram evrende akıllı yaşamın izini sürmenin çok daha kestirme bir yolu olması gerektiği kanısına da böylece varmış oldu.
SETI’nin sorunu, göründüğü kadarıyla, tutunacağı somut bir görüşün olmamasından kaynaklanıyor. Günümüzde SETI araştırmacıları radyo istasyonunun yıldızlararası bir özdeşini bulmaya çalışıyorlar.
Dünya üzerindeki radyo yayınları belli bir frekansta dalgalanan elektromanyetik bir dalganın yoğunluk ya da frekansını değiştirmek suretiyle konuşma ya da müzik etkisi yaratıyorlar.
Öyle ki, SETI araştırmacıları yıldızlararasındaki radyo dalgalarını eleyip belli düzendeki bir sinyali yakalamaya çalışıyorlar.
Gelgelelim, bu yaklaşım ciddi bir sorunu da beraberinde getiriyor. Zira, belli kalıptaki sinyallerin hiç de verimli olmadıkları biliniyor. Wolfram,"Düzenli sinyal böylesine verimsiz olduğuna göre, gelişmiş bir teknolojide bundan yararlanılması da düşünülemez," diyor.
Çok bilgi taşıyan sinyal
Böylesi bir eğilime dünyada şimdiden tanık olunuyor. Teknoloji geliştikçe iletişim de giderek daha ustalıklı bir düzeye ulaşıyor. Verimin artırılması amacıyla, sinyalin içine olabildiğince çok bilgi sığdırılmaya çalışılıyor.
Bu da, Kuzey Amerika’da cep telefonlarında kullanılan CDMA (kod bölmeli çoklu ulaşım) gibi, aynı anda çok sayıda frekanstan yararlanan teknolojilerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.
CDMA teknolojisinde taşıyıcı, basit bir sinüsoid dalga yerine, sıkıştırılmış çift değişkenli sayılar dizisidir.
İletilerin neredeyse gelişigüzelmiş gibi göründüklerine dikkat çeken Wolfram, gelişmiş bir uygarlıktan gönderilen sinyallerin SETI araştırmacılarının peşinde oldukları düzenli sinyallerden çok farklı olacakları, gerçekte bunların yıldız ya da yıldızlararası gaz bulutları gibi astrofiziksel kaynaklardan geldiğine inandığımız gelişigüzel radyo gürültülerini andıracakları sonucuna varıyor.
Sinyalleri ayırt etme zorluğu
Öyle olunca, dünya dışındaki akıllı yaşamdan gelen bir sinyalle doğal bir kaynaktan gelen sesi nasıl ayırt edebiliriz? Wolfram bu işlemin son derece güç olduğunu kabul ediyor ve tek yolun sinyalleri bir eleme sürecinden geçirmek olduğuna inanıyor.
Örneğin, gökadamızdan yayılan radyo dalgalarını ele alalım. ET adayı her bir sinyal elemeden geçirilip de ancak radyo dalgaları yayan gök cisimleri, yeni doğmuş yıldızlar ve soğuk gaz bulutları gibi her türlü doğal kaynak olasılığının ortadan kalkması durumunda, geride kalanın akıllı bir sinyal olduğundan söz edilebilir.
Ne var ki, bu durumda bile varılan sonuç kocaman bir "belki" olacaktır. Bu gerçekten yola çıkan Wolfram, yakalanan sinyalin dünya dışındaki bir uygarlıktan geldiği konusunda asla emin olamayacağımıza parmak basıyor.
Doğal olarak uzaylıların bizlerle konuşmaları gerektiğini bilecek denli kurnaz olduklarını düşünebiliriz.
SETI üyelerinden Paul Shuch bunun için enerji verimi düşük, yönelimli ve mevcut yöntemlerimizle kolaylıkla saptanabilen özel olarak tasarlanmış ışınlı bir sinyalden yararlanabileceklerini öne sürüyor.
Ancak Wolfram ET’nin salt bizim için bir sinyal uyarlamasının çok uzak bir olasılık olduğuna inanıyor ve böyle bir uygulamanın radyo iletişimi gelişmiş olmasına karşın, verimli radyo iletişimi konusunda henüz gelişmemiş bir uygarlık için ısmarlama sinyal oluşturmak anlamına geleceğine dikkat çekiyor.
Wolfram, bir ET tarafından salt bizlerin bulması için bilerek bırakılmış bir yapının saptanma olasılığı konusunda da karamsar bir tavır sergiliyor.
Yeni iz sürme yöntemiGeçen yılın Mart ayında Fransa’daki Haute-Provence Gözlemevi’nden Luc Arnold, dünya dışı zeka arayışında etkili olabilecek bir yöntemin, yıldızların çevresinde dönen dev üçgenler gibi, yapay cisimlerin izini sürmek olduğunu belirtiyordu.
Arnold’un bu önerisi yakın yıldızların çevresinden geçen gezegenleri zaten saptayabildiğimiz gerçeğinden yola çıkmaktaydı.
Arnold’a göre, doğal yapılar yapay olanlara kıyasla daha karmaşık olduklarından kolaylıkla ayırt edilebilirlerdi.
Ne var ki, Wolfram bu gerçeğin de çok yakında değişeceğine, zeka düzeyimiz yükseldikçe insan eliyle yaratılan yapıların da en az doğanın yarattıkları kadar karmaşık olacağına inanıyor.
Bilgiişleme dayalı evren
Bu da SETI açısından kötü bir
haber. Gelişmiş uygarlığın ürünü olan karmaşık yapılarla Arnold’un öngördüğü basit dev üçgenler arasında dünyalar kadar fark olabilir.
Gerçekte bunlar doğal nesneleri çok yakından andırıyor olabilirler. O zaman da şu soru gündeme geliyor: yıldızlar dünya dışındaki yaşamlar tarafından üretilen yapılar mıdır? Wolfram bunların belli bir amaçla üretilmiş olabileceklerini düşünüyor.
Wolfram’ın önerdiği yeni bir SETI türünün özünü "bilgiişleme dayalı evren" kavramı oluşturuyor. Olası tüm bilgisayar algoritmalarını biraraya getiren bu geniş evren kafamızı kurcalayan tüm soruların yanıtını, keşfetmeye çalıştığımız tüm oluşumları içinde barındırıyor.
Bu kavramın temelinde Wolfram’ın, basit kuralların çevremizde gördüğümüz karmaşık yapıyı nasıl oluşturduklarını ortaya koyan, daha önceki çalışması yatıyor. Buna göre, yaşamın kendisi bile amino asitleri alıp bunları binlerce biçimde birbirleriyle etkileşebilen proteinlere dönüştüren basit bir algortimanın ürünü.
Sonsuz olasılıklar
Bu algoritmaların, birileri tarafından oluşturulmayıp, kendiliğinden var olduğunu düşünmek insana garip gelebilir. Ancak IBM J.T. Watson Araştırma Merkezi matematikçilerinden Gregory Chaitin, matematiksel kuramların yaratılmaktan çok keşfedildiklerini epey uzun bir süre önce öne sürmüştü.
Benzer biçimde, bilgisayar uzmanları da programları tıpkı bizim tümceleri algıladığımız biçimde ele alıyorlar ve önlerinde neredeyse sonsuz bir olasılıklar yığını olduğunu düşünüyorlar.
İngiliz dilindeki olası her tümceyi yazıp onları farklı biçimlerde kümelendirmeniz durumunda, sonsuza dek uzayan bir listeyle karşı karşıya gelirsiniz.
Bu sıralamaların büyük bir çoğunluğu abuk subuk olsa bile, aralarında Savaş ve Barış’ı ya da Hamlet’i bulabilirsiniz. Öyle ki, verilerin şifrelerini çözen algoritmalara rastladığımızda onları bilgisayarlı evrenden etkili bir biçimde çekip almış oluruz.
Uzayla ilişkisi
Peki, tüm bunların uzaylılarla ilgisi ne? Wolfram’a göre, insanoğlu özellikle sonucu karmaşık olan basit bir algoritma örneği. Aynı mantıktan yola çıkıldığında, uzaylılar da aynen öyleler. Bu durum onların da bilgisayarlı bir evrende var oldukları anlamına geliyor.
Tüm bunları dile getirirken Wolfram ortalığı velveye vermek gibi bir niyeti olmadığını, kendisinin yalnızca sıkı bir SETI tutkunu olduğunu öne sürüyor. Bilgisayarın gücü insan gücünü geride bıraktığından, Wolfram dikkatlerimizi bilgiişleme dayalı soyut bir evrene çevirmenin çok daha mantıklı olacağına inanıyor.
Bu yöntem işe yarar da aradığımızı bulacak olursak, bilgisayarımızdaki ET’nin, ete kemiğe bürünmüş bir uzaylıdan çok onun bir siber versiyonu olacağı kesin. Yine de, bu durum onunla iletişim kuramayacağımız anlamına gelmiyor.
Wolfram gelişmiş varlıkların gizlerini öğrenmek için onlarla konuşmak zorunda olmadığımızı düşünüyor ve uzaylılarla ilgili algoritmalar bulunursa, bildikleriyle ilgili algoritmaların da bulunabileceğine dikkat çekiyor.
Göz kırpan asistan
Gerçekten de Wolfram bilgiişleme dayalı evrende yararlı algoritmalar bulma girişimini, söz gelimi baharat gibi yararlı bir tüketim malzemesini bulmakla özdeş tutuyor ve evrendeki arayışın daha uzun erimli olacağına parmak basıyor.
Ancak bu arayışın ne kadar süreceğini kimse bilmiyor. Wolfram’ın görüşüyle ilgili eleştirilerin başında, kimi programların sonucunu öğrenebilmek için onları milyarlarca yıl işletilmeleri gerektiği geliyor.
New Scientist’te yayımlanan yazıda öyle deniyor: Üstelik, bu çalışmalar sırasında karşımıza bir ET çıksa bile onu tanıyacağımız ne malum? Kimbilir, belki de bilgisayarımızdaki uzaylı zaten ilgimizi çekmeye çabalıyordur.
Yoksa, Microsoft Office asistanı bizlere göz kırparken gerçekte bir şeyler mi söylemeye çalışıyor?