Oluşturulma Tarihi: Haziran 17, 2002 00:00
Adalet duygusu iyi bir şey. Ben çok önemsiyorum. Ama bu duygu bende var mı, ne kadar var, zaman zaman kantarın topuzunu kaçırıyor muyum, iyi mi yapıyorum, kötü mü yapıyorum bilmiyorum.Lafı bu kadar uzatmamın nedeni şu, bugün de önünüze Can Dündar röportajı dayıyorum. Suçlusu o lanet adalet duygum! Çünkü ben Can'a kişiliğine dair sorular da sormuştum. Ama sığmadı. Ve hayata ‘‘N'apalım yani? Yer yoktu, arttı, kaldı, sarktı’’ diye devam edemiyorum. Çünkü kiminle ne konuşursam mutlaka oraya buraya sıkıştırmaya çalışıyorum. Can'ın başı kel mi? Neyse dün Gözlük'e taşıyamadım, bugün yapıyorum. İçimden geldi, sizi de öpüyorum...Size yapışan bir ‘‘romantik isyankar’’ lafı var. Hangi konuda görüş beyan etseniz, ‘‘O zaten romantiktir’’ deniyor. Rahatsız olmuyor musunuz?- Alev Er'in hediyesidir o sıfat, tabii mi rahatsız oluyorum. Ne yazık ki hayat boyu da üzerimde kalacak. Diyorlar ki, ‘‘Allah'tan Ecevit'in hastalığı akşam üstü açıklandı da borsa etkilenmedi’’ Bir insan hasta ve sen diyorsun ki, ‘‘Abi adam ölüyor tamam ama borsayı kurtardık!’’ Bu laf ister 17. yüzyılda ister 14. yüzyılda telafuz edilsin, insanlık dışı bir şey. Bunu söylemek romantizmse, kabul ediyorum ben isyankar romantiğim! Ecevit'e yapılanları kaba, vahşi ve barbar buluyorsunuz yani...- Bir kısmını gerçekten kaba buluyorum. Bir üslup sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Zaten bizim tartışmalarımız da öyle. Bu kadar sert olmak zorunda değiliz ki. Bunun ses getirdiğini, bir çok okurun bunu istediğini biliyorum. Tribünler, baş parmaklarını aşağıya bastırıp ‘‘Hadi indir onu! Öldür, öldür!’’ diye bağırıyorlar. O hava içinde ister istemez bir gladyötorün ruh haline bürünüyorsun....Ne yani, siz yazarken hiç mi tribünlere oyanamıyorsunuz?- Samimi olmalıyız, tabii ki hepimiz ‘‘Bu yazıyı okuyan acaba ne hissedecek? Ne düşünecek?’’ diyoruz. Ama belli bir zamandan sonra ‘‘Bütün o öldür, öldür seslerine rağmen öldürmeyip, tribünleri çıldırtabilirim. Ve sistemi biraz olsun sarsabilirim, soru işareti uyandırabilirim’’ diyebiliriz. Olgunluk bu olsa gerek. Hepimizin amacı bu olmalı...İletişim öğrencileri tarafından yılın yazarı seçiliyorsunuz. Bu kadar okunmayı nasıl beceriyorsunuz...- Çok büyük laflar etmemeye gayret ediyorum. İnsanların büyük laflardan bıktığı düşünüyorum. Herşeyi bilen adamların devri kapanıyor gibi geliyor bana. Zaaflarını kabul edip sergilersen ve samimiysen ‘‘Evet ya benim aklımdakini yazmışsın’’ hissini geçirebiliyorsun insanlara. Ben herşeyi bilmediğimi biliyorum. En güzel erdemim de bu.Peki Can Dündar denilince, ‘‘Oooo Bay Etik... Oooo Bay Duygu’’ diye hafif müstehzi ifadeler kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?- Böyle bir ironiyi sezdiğimden uzun zamandır etik konusunda topa girmiyorum. Oysa, tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle televizyon alanında. Ne çocuğuna ne sevgilisine ne de karısına günde 4 saatini ayıran bir toplumun, 4 saat boyunca ilişki kurduğu o şeye ilişkin, bizim söyleyecek bir lafımız olmalı. İnsanları teşhir ederken, onlarla oynarken yaptığımız nedir? Röntgencilik mi gazetecilik mi bunu tartışmamız gerekiyor. Ama yaratılan o müstehzi hava yüzünden tırsıyorum...Son soru: Hayatın hangi alanında saldırgansınız...- Her alanında. Sadece saldırganlıklarımı kontrol altına almaya çalışıyorum. Bence her insan doğduğu andan itibaren saldırgan, hayat denilen şey de bu saldırganlığı törpülenme süreci. Bazıları bunu hiç yapamadan ölüyor, bazıları ise çok iyi bir başarı yakalıyor. Ben hala kendimi ıslah etmeye uğraşıyorum...
button