Güncelleme Tarihi:
Bir vakitler eğlencenin merkezi Etiler'di. Şimdi ise gecenin ‘‘atar damarı’’ Beyoğlu oldu. Yeni yetişen kuşak İstanbul'un tüm eğlence alemini takip ederken, yaşı 30'u geçen gece hayatı müdavimleri ise Beyoğlu'nun keyfini sürüyor...
Niyetim eve dönmekti. Yapamadım. Oysa günlerden cumartesiydi. İdeal bir ev günü. Ekran karşısında mutlu geçecek birkaç saat. Veya puzzle yaparak devam edecek bir tatil gecesi...
Olmadı. Birkaç ikna edici söze kandım. Yalnız ve özgür bir ‘‘ev kadın’’ı olabilme fırsatını teptim.
Sema aradı. ‘‘Şarabi'deyiz’’ dedi.
Sema kimdi? Şarabi neydi? Açıklayayım.
Şarabi Beyoğlu'ndaydı. Her çeşit şarabın bulunduğu bir meyhaneydi.
Sema'ya gelince...
Sema benim için çok şey ifade eder. Çünkü çok eski arkadaşım. Ama sizin için çoğunlukla ‘‘sestir’’. Her sabah Power Fm'deki neşeli ses onundur. Televizyon reklamlarında kadınlara çoğunlukla o ses ‘‘verir’’. Elektrik süpürgesini çalıştıramayan ev kadını veya Claudia Schiffer onun sesiyle hayat bulmuştur. Ama en çok uçağın tuvaletinde saçlarını yıkayan, yıkarken de mutluluktan haykıran kadın olarak tanınmaktadır. (Hatırlayınız: Herbal Essentials Şampuan reklamı)
Sesi silahıdır. Sizi kolayca kandırabilir. ‘‘Hayır’’ cevabı onun için bir anlam taşımaz. Açık alanları fark eder, alt metinleri bilir:
- Şarabi'deyiz dedim, gelmeyecek misin?
- Ben eve gideceğim...
- İbrahim ile Şebnem de Nevizade'deler. Onlarla buluşsak diyorum, kahve falan...
- Ih, Ih, başka zaman...
- Kaktüs'te espresso nasıl?
- Ben almayayım.
- Safran'a gitsek?
- Madem o kadar ısrar ediyorsunuz...
Sertar Ortaç ile hazırlık
Ben aslında Four Seasons Oteli'nde keyifli bir yemekteydim. 12 kilo verme kararımı yine ertelemiştim! Mutlu mutlu parfemi yiyordum...
Ama Sema benim mutluluğumu bozmuştu. ‘‘Hayır’’ demesini ne zaman öğrenecektim? Bunu da yeni yıl kararları arasına almalıyım...
Sultanahmet'ten Galatasaray, on dakika bile sürmüyor. Taksi şöförüyle muhabbeti ilerletiyoruz. Radyoda Serdar Ortaç çalıyor. Birlikte şarkının nakarat bölümlerini söylüyoruz:
‘‘Yar diye diye yandım bir yar var diye...’’
‘‘Bu yaşımda azdım diye açıkta kaldım...’’
Sesimiz kötüden öte, feci!
Ama kimin umurunda?
‘‘Halden anlayan taksici’’ farklı hayatları oradan oraya taşıyıp duruyor, son müşterisini de (yani beni) Beyoğlu'na bırakacak...
Ben geceye yeni başlayacağım.
Alçak Sema!
Safran'da merdiven sırası
Galatasaray'daki Mudurnu Piliç'in önünde taksiden iniyorum. Hedefim, İstanbul'un en zıpır kulübü, Safran'a kapağı atmak.
Kalabalık sokağa taşmış durumda. Suratıma ters ters bakan insanların arasından geçip merdivenleri tırmanmaya başlıyorum. Yüzümde mutlu bir ifade var. Hayatımda tek tanıdığım kapı görevlisi Safran'da çalışıyor. Ayrıcalıklı olma şansımı edepsizce kullanıyorum:
- İçerisi yine kalabalık di mi, ha ha?
Yüzümdeki ifade Peg Bundy'e benziyor. İçeride Sema'yı ve diğerlerini buluyorum. Patron Aslı Altan'la selamlaşıyorum. Gece rotasında tanıştığım ‘‘arkadaşlarımla’’ gülüşüyorum.
Onlarla ortak noktamız Safran'ın müdavimi olmamız. O yüzden hem çok uzak, hem de çok yakın bir ilişkimiz var. Sokakta karşılaşmıyoruz. Bazen haftada bir, bazen ayda bir orada buluşuyoruz. Ama o vakit hepimiz içimizdeki dansözü Altan'ın müziği eşliğinde salıveriyoruz. Sanki ruhlarımızın çıplak yüzlerini karşılaştırıyoruz.
Ama bugün o gün değil. Cumartesi gecesinin mahşer kalabalığı var. O yüzden müzik ‘‘techno’’ dolaylarında seyrediyor. Ben o ‘‘yöre’’yi pek sevmem.
Grubu ikna ediyorum. Soho'ya gitmeye karar veriyoruz.
Volta atan kalabalık
Taksim'e doğru yürümeye başlıyoruz. İstiklal Caddesi sanki bir bahar günü öğleden sonrasını yaşıyor. Dükkanların hepsi açık, restoranların hepsi dolu, herkes bir yerlerden bir yerlere gidiyor. Arada eski sevgilimi görürüm umuduyla volta atanlar bile var.
İçimi mahveden Kent şekerleri reklamının kibar karı-kocasını anımsatan bir çift McDonald's'ın kapısından çıkıyor. Kendini Robbie Williams'a benzetmeye çalışan üniversite öğrencileri Milk'deki konserde dinledikleri şarkıları yüksek sesle söyleyerek ters yöne doğru yürüyorlar. Nevizade'deki meyhanelerden çıkan bir grup yolu işgal etmiş. Britney Spears'a benzeyen kızlar, Back Street Boys'a benzeyen oğlanlara bağırıp duruyorlar.
Ben Kenan Doğulu'nun klip çektiğini sanıyorum.
Sema, aşağılayıcı tonunu kullanarak ‘‘Kenan Doğulu nereden çıktı’’ diyor. Ama tipler onun kliplerindeki gibi: Genç, sağlıklı ve rüküşler...
Sonunda Soho'ya varıyoruz.
Kartınız var mı?
Kapıdan giremiyoruz. Kapıdaki görevli pis pis sırıtıyor:
- Soho kartınız var mı?
Efendim diyorum.
- Soho kartı hanımefendi. Yok sanırım!
Çok sinirleniyorum. Nereye gitti benim Peg Bundy ifadem? Ekipteki diğer arkadaşlarım acilen duruma müdahale ediyor. İçeri giriyoruz. İki saat boyunca da çıkamıyoruz. Kapının dibinde geleni gideni seyrediyoruz.
Görevli, kart sorup on dakika eziyet ettikten sonra herkesi içeri alıyor. Arada da karşı kaldırımda donarak bekleyen paparazzilere imalı imalı gülümsüyor...
Paparazziler niye burada?
Sema sebebini biliyor. ‘‘Paramparça Teoman'da mesela Soho'cuymuş’’ diyor. Zaten flaşlar ardı ardına patlıyor. Önce Teoman geliyor. Sonra da Mustafa Altıoklar kahkahalar atarak içeri giriyor.
Niye kendi kendine gülüyor? Acaba içinden ‘‘yuppi, bu kez de Beyoğlu'nda basıldım, ne hoş’’ mu diyordur? Yok canım... Daha neler!
Birkaç dakika sonra Esin Maraşlıoğlu geliyor. Ama flaşlar patlamıyor. Paparazziler sanırım soğuktan onu fark etmediler.
Yarım saat sonra Esin çıkıyor, paparazziler makinelerine sarılıyor; deklanşörler patlıyor. Sanki yüzünde hafif bir tebessüm var...
Gece 03.00'de açılıyormuş!
Bir saat kadar sonra ben de tebessüm edebiliyorum. Artık gidiyoruz. Ama eve değil, Shaman'a.
Nedir bu Shaman? Şıkları sıralayalım...
a) İstanbul'un ‘‘son’’ moda mekanı
b) Gece 03.00'de kapılarını aralayan bir kulüp
c) Otel diskoteği
Shaman aslında hepsi. En çok da Sıraselviler'deki Wilson Oteli'nin diskoteği.
İçeriye ilk girdiğimizde Club Med'e tatile gelmiş hissine kapılıyoruz. Fransızca ve Arapça müzikler çalıyor. Birkaç kişi de dansediyor.
Ancak giderek birkaç kişi, birkaç yüz kişi gibi görünmeye başlıyor.
Saat 05.00'de hareket alanı tamamen yok oluyor. Tüm İstanbul orada!
Bütün bar, restoran ve meyhaneleri kapatan, geceyarısı sinemalarından çıkan veya evde oturup aniden iyi müzik dinleme hissine kapılan herkes sanki oraya gelmiş.
Tuhaf olanı, mutsuz ifadeler, sarhoş yüzler ve dağılmış görünümler de yok. Oysa birazdan sabah olacak...
Shaman'ı keşfetmenin keyfiyle artık evlere dağılmak üzereyken Cüneyt Özdemir'e rastlıyorum. Aslında bütün akşam her gittiğim yerde ona rastlamıştım. Safran'da, Soho'da ve son olarak Shaman'da...
Son durağın keyfini farketmiş, bana ‘‘burayı yazma, burası da bize kalsın’’ diyor.
Haklısın diyorum. Üstelik o an gerçekten hak veriyorum.
Ama sonra...
Gene dilime vuruyor. Sonra da yazıyorum. Gördüğünüz gibi!