Güncelleme Tarihi:
Hamzaoğlu, Türkiye Futbol Federasyonu’nun çıkardığı Futbol Gelişim Bülteni’ne 2 yıl önce verdiği röportajda, eşini Nergiz Hamzaoğlu’nun da fikirlerine de başvurduğu söylüyor. Hamzaoğlu, “Eşim de benimle birlikte yıllarca futbolun içinde oldu. Kendisi beden eğitim öğretmeni. Üstelik UEFA B diplomasına sahip bir futbol antrenörü. Onu ben teşvik ettim bu konuda. Kendisiyle zaman zaman ligle, takımla ilgili konuşuyoruz. Onun da yorumları oluyor. Bazen fikir ayrılıklarımız da oluyor. Ama eşimin bugüne kadar çok büyük desteği oldu. Eşimin spordan gelmesi büyük avantaj. Kendisi maraton koşan eski bir milli atlet. Eşimin desteğinden ve fikirlerini söylemesinden büyük mutluluk duyuyorum” diyor.
İşte o röportajdan satır başları;
18 YAŞINA KADAR MAHALLE TAKIMINDA OYNADI
Futbolculuğunuzun hangi aşamasında antrenör olmaya karar verdiniz?
Aslında antrenörlüğe mahallede başladım diyebilirim. 14 yaşında takım kurdum. 18 yaşına gelinceye kadar mahalle takımında hem oynadım hem de onları çalıştırdım. Onlar için maçlar organize ediyordum. Sonrasında İzmirspor’da oynamaya başladım. Ancak mahallle takımından yine kopmadım. Takımın ismi Fatihspor’du. Adını oturduğum bölgedeki Fatih Mehmet İlköğretim Okulu’ndan almıştı. Gayrı federe bir takımdı. İzmirspor’dayken antrenmandan arta kalan zamanlarımda yine onları toplayıp, çalıştırıyor ve maçlara götürüyordum. O zamandan beri antrenörlük fikri kafamda vardı. Futbol oynarken de antrenörlerimin neler yaptıklarını dikkatle gözlemlerdim. Çünkü futbolda oyuncuyken yeteneğiniz dahilinde kendinizi geliştirebilirsiniz. Tabii ki zamanla üstüne bir şeyler koyarsınız ama yetenekleriniz size müsaade ettiği ölçüde bir şeyler yapabilirsiniz. Antrenörlük ise gelişime daha açık. Çalıştığınız, istediğiniz, arzu ettiğiniz kadar ileri gidebilirsiniz.
EN ETKİLENDİĞİ HOCA FATİH TERİM
Birlikte çalıştığınız antrenörlerden, en çok hangilerinden etkilendiniz?
Tabii ki hepsinin bana katkıları olmuştur. Ancak en çok etkilendiğim isim Fatih Terim’dir. Kendisi Ümit Milli Takım antrenörlüğü yaptığı dönemde, ben de öğrencisiydim. Onunla birlikte, Türk futbolcusu kendine güvenmeye ve Avrupa takımlarıyla mücadele edebileceğine inanmaya başladı. Tabii ki bu benim gözlemim, farklı düşünenler de olabilir. İstanbulspor’da birlikte çalıştığım Hollandalı Leo Beenhakker’dan etkilendiğimi söyleyebilirim. Saffet Susiç de bende özel yeri olan teknik adamlardan biri. Kendisinin hem futbolculuğunu hem de yardımcı antrenörlüğünü yaptım. Kendisine saygım çok büyüktür. Hala da görüşmekteyiz.
Antrenörlükte temel prensipleriniz nelerdir? En çok önem verdiğiniz unsurlar hangileridir?
Antrenörlükte her şeyden önce adil ve dürüst olmak çok önemli. Tüm oyuncularımla ilgili düşündüklerimi onlarla rahatlıkla paylaşırım. Samimiyet çok önemli. Futbolu sadece kazanmaya, sonuca dayalı bir spor olarak görmüyorum. Bence, futbol çok güzel bir oyun ve ben bu sporu oyun olarak görüyorum. Bu oyunun içinde olmaktan mutluluk duyuyorum ve çevremdeki insanların da bundan mutlu olmasını istiyorum. Dolayısıyla bu ortamı sağlamaya çalışıyorum.
Antrenörlüğü gelişime açık bir meslek olarak tanımladınız. Kendinizi geliştirmek için neler yapıyorsunuz?
Bir antrenör olarak gelişim için üst düzey organizasyonlardaki maçları izlemek, bu karşılaşmaların analizini yapmak gerekiyor. Neyi neden yaptıklarını, hangi sistemi neden kullandıklarını, oyuncularının nasıl davrandığını belirlemek gerekiyor. Bu ülkelerdeki antrenman ve çalışma şekillerini iyi araştırmak gerekiyor. Ama şunu da düşünüyorum, birebir taklit hiçbir zaman başarı getirmez. Bizim kendi futbol karakterimizi, kendi insanımızla, kendi elimizdeki imkanlarla, oluşturmamız lazım. Yani iyi bir teknik direktör olmak için, elimizdeki imkanlarla en iyisini yapabilmek gerekiyor. Gelişim için yaşadıklarınızdan desler çıkarmak da önemli.Dikkat ettiğim konulardan biri bahanelerin arkasına sığınmamak. Çünkü futbolda bahanelere yer olmadığını düşünüyorum. Güzel bir laf vardır;” Hiçbir bahane başarının yerine tutamaz”. Her başarısızlıktan sonra bir bahane üretebiliriz ama bunlar aslında bizim gelişmemizi engeller. Dolayısıyla ben mağlubiyeti de kabullenebilen bir yapıya sahibim. Mağlubiyetlerden de kendime olumlu şeyler çıkarmaya çalışırım ve inancımı asla yitirmem. Herhalde benim en büyük kazancım budur. En zor şartlarda bile yapabileceğim bir şeyler olduğunu düşünürüm ve bunu yapmaya gayret ederim. Sonunda olmazsa da bunu da kabullenebilirim.
EN SEVDİĞİ SİSTEM 4-2-3-1
Oyun sistemi tercihiniz nedir?
Ben, 4-2-3-1 sistemini tercih ediyorum. Bu sisteminin sahayı ekonomik kullanmak adına, daha iyi olduğunu düşünüyorum. Diğer sistemlerin hepsinde bir yerlerde bir boşluk kalıyor ve oyunculara eşit yüklenilmiyor. Bu göreceli bir kavram ancak 4-2-3-1 sistemiyle oyuncuların sahayı daha ekonomik parsellediğini ve alanları daha ekonomik bir şekilde kapatabildiğini düşünüyorum. O yüzden mümkün olduğunca bu sistemi oynatmaya çalışıyorum. Futbol her gün değişiyor. Bu sisteme karşı yarın daha iyi bir sistem çıkabilir ve biz de onu uygularız. Ya da oyuncularımız bu sisteme uymaz, uygun olan sistemi oynatırız. Her şeyden önce malzeme yani elinizdeki oyuncu yapısı hangi sisteme uygunsa, onun üzerinde durmakta fayda var.
İDMANLARI TOPLA YAPMAYI SEVİYOR
Size özgü bir antrenman tarzı var mı?
Ben İzmirspor’da genç takımdayken, Halil Bıçakçı adında bir hocamız vardı. Bir gün kros için teleferiğe çıkmıştık. Çok yorgun bir şekilde tesislere doğru koşarken bizi gördü. Ne yaptığımızı sordu. Biz de koştuğumuzu söyledik. Sizin branşınız ne diye sorunca “futbol” yanıtını verdik. O futbolun sahada, topla oynandığını ve antrenmanın da sahada olması gerektiğini söyledi. Bu laf aklımda yer etti. Kesinlikle yanlış anlaşılmasın, farklı parkurlarda yapılan krosa, günümüzde sıkça tercih edilen fizik kondisyon, fitness çalışmalarına karşı değilim. Zaten zaman zaman bu yöntemlerden faydalanıyorum. Ama benim felsefemde eğer futbol sahada oynanıyorsa, antrenmanı da ağırlıklı olarak sahada ve topla olmalıdır. Yani kondisyon antrenmanı yapacaksak da bunu sahada ve topla vermeye gayret ediyorum.