Halı sahada keşfedildim

Güncelleme Tarihi:

Halı sahada keşfedildim
Oluşturulma Tarihi: Mart 01, 2011 10:32

Son yıllarda Türk futboluna ve A Milli Takıma birçok kaleci kazandıran Fenerbahçe kalesinin yeni veliahdı Fehmi Mert Günok.

Haberin Devamı

Kaleci bir baba olan Mahir Günok'un oğlu olarak dünyaya gelen ve kendi kaderi de aynı yönde çizilen Mert, daha henüz yolun başında ama kalitesinin garanti belgesini A Milli Takım kadrosuna seçilerek aldı. Genç kaleci kalıcı olmak adına çok çalıştığını ve bugün ulaştığı noktayı kolay kolay bırakmayacağını söylüyor.

Halı sahada oynarken, yan tarafta arabasını yıkatan Fenerbahçe 2000 Derneği Başkanı Şevket Yılmaz'ın beğenip "Gel seni Fenerbahçe'ye götüreyim" dediği Mert Günok bugünlerde annesini kaybetmenin acısını yaşarken, Volkan Demirel'in arkasında milli takıma kadar yükselmek O'nu biraz olsun teselli ediyor.

Genç kaleci futbola başlama hikayesini şöyle anlatıyor:

"Futbola ilk başladığım yıllarda kaleci olmamda babamın pek bir etkisi yoktu aslında. 7-8 yaşlarındayken babam Kocaelispor'da antrenördü. Babamla birlikte ben de tesislere giderdim. O dönem Kocaelispor'un minik takımıyla 1-2 maça çıktığımı hatırlıyorum, sadece o kadar. Futbola asıl başlamam ise 9 yaşında Fenerbahçe'nin altyapısına girmemle oldu. Daha önce amatörce basketbol oynuyordum ama kader yönümü futbola doğru çizdi. Ancak ne futbolu ne de kaleciliği seçmemde babamın herhangi bir zorlaması vardı.

Haberin Devamı

O dönemde arkadaşlarımla hem futbol hem de basketbol oynuyordum. Bir gün Göztepe'deki bir halı sahada maç yapıyorduk. O zamanlar Fenerbahçe 2000 Derneği'nin başında da Şevket Yılmaz vardı. Kendisi o gün tesadüfen halı sahanın yanındaki araç yıkama istasyonuna arabasını yıkatmaya gelmiş. Arabasının yıkanmasını beklerken de bizim halı saha maçımızı izlemiş ve beni beğenmiş. Maçtan sonra benimle konuşup, "Gel seni Fenerbahçe'ye götüreyim" şeklinde bir teklif yaptı. Ben de hemen teklifini kabul edip, Fenerbahçe altyapısındaki spor okuluna gitmeye başladım. Yaklaşık 1 hafta sonra da bana lisans çıkarttılar ve böylelikle minik takımla antrenmanlara çıkma şansı yakaladım.

Mert ile Futbol Federasyonu'nun aylık dergisi TAM SAHA için yapılan röportajın soru ve cevapları şöyle:

Kalecilik kariyerine başladıktan sonra babanın sana ne gibi katkıları oldu?

Haberin Devamı

Babamın özellikle mental anlamda çok desteği oluyor. Kaledeyken ne yapmam gerektiğinden öte, psikolojik bakımdan maça nasıl hazırlanmam ve maçtan sonra kendimi nasıl hissetmem gerektiği gibi konularda bana çok şey öğretip yardımcı oluyor. Bunun dışında Fenerbahçe çok iyi bir altyapıya sahip olduğu için, küçükken çok iyi hocalarla çalışma fırsatı buldum. Örneğin, 14-15 yaşlarından sonra biraz daha profesyonelleşmeye başlayınca altyapıda önce Tayfun Güder, sonra da Yavuz Şimşek'le çalışmaya başladım. Özellikle Yavuz Hoca benim buralara kadar gelmemi sağlamış önemli kişilerden biridir. Oynadığım maçları ise babamla birlikte daha sonra evde izliyoruz. Dediğim gibi, babamın bana saha dışında psikolojik açıdan çok desteği oluyor. Maç anında neler yapmam gerektiğini ise hocalarımın daha iyi bileceğini ve onları dinlemem gerektiğini söylüyor.

Haberin Devamı

Futbola başladığın ve altyapıda yetiştiğin dönemlerde bir idolün var mıydı?

Yaşım ilerlemeye ve profesyonelleşmeye başladıkça, ünlü kalecileri daha yakından izledim. Özellikle son dönemlerde kendi fiziğime yakın kalecileri takip etmeye daha çok özen gösterdim. En çok da Hollandalı Edwin Van der Sar'ı beğendiğim için gerek taktik gerekse teknik bakımdan kendisini yakın takibe aldım. Onun maçlarda nasıl davrandığını, yazılarını, röportajlarını çok yakından inceledim. Yani sadece sahada değil, saha dışında da nasıl biri olduğuna dikkatle baktım. Bu yüzden gelişme dönemimde bir idolüm varsa, onun Van Der Sar olduğunu söyleyebilirim.

Yavuz Şimşek dışında gelişimine katkı sağlayan antrenörler oldu mu?

Haberin Devamı

Yavuz Hocayla A takıma çıkışımdan önceki yıllarda çalışma fırsatım oldu. Özellikle teknik anlamda kaleciliğin getirdiği tüm detayları kendisinden öğrendim. Bunun dışında A takımda bulunduğum 4 sene içerisinde 4 farklı hocayla çalıştım. İlk kez Zico döneminde A takımla birlikte antrenmanlara çıkmaya başladım. Zico zamanında PAF takımıyla maçlara, A takımla da antrenmanlara çıkıyordum. O dönemde şu an A takımın kaleci antrenörü olan Murat Hocamız vardı yine. Onunla bireysel olarak çalışmaya başladım. Aragones döneminde İspanyol kaleci antrenörü Angel Ferez Crespo ile antrenman yapma fırsatım oldu. Bu benim için çok farklı bir deneyimdi. Çünkü özellikle benim boyumdaki bir kaleci için en zor şey çabuk olmak. Crespo bana ve takımdaki diğer kalecilere özellikle çabukluk çalışması yaptırıyordu. Biliyorsunuz, İspanya'da genelde kısa boylu kaleciler var. O yüzden daha çabuk ve hareketli kalecilere sahipler. Crespo da İspanyol ekolünden geldiği için kalecilikte bu özelliğe çok dikkat ediyordu. Kendisinden çabukluk konusunda çok şey öğrendim. Geçen sezon Daum zamanındaki kaleci antrenörümüz Alman Holger Gehrke de bize güç ve dayanıklılık konularında çok idman yaptırıyordu. Yani şu ana kadar çalıştığım her hocanın farklı konularda bana bir şeyler kattığını söyleyebilirim. Bugünkü hocamız Murat Öztürk'le 4 yıl önce A takımla antrenmanlara ilk çıkmaya başladığım zaman çalıştığım ve uzun süredir tanıdığım için özel bir iletişimim var. Ağabey-kardeş gibiyiz. Bireysel çalışmalarımızda bazen kendisine dönüp, "Hocam bu konuda eksikliğim olduğunu hissediyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?" diye soruyorum. Kendisi de bana katılıyor ve o konuda çalışmalar yapmaya başlıyoruz. Bazen de o bana eksikliğim bulunan alanları söylüyor. O zaman da o konuların üzerine idmandan sonra ya da idman içerisinde ekstra çalışmalar yapıyoruz. Murat Hoca çalışmayı seven, sürekli bizi izleyen, yeni çalışma sistemlerini takip eden bir antrenör. Bu yüzden kendisiyle çalışmak bizim için önemli bir şans.

Haberin Devamı

Hedefiniz Şükrü Saracoğlu!

En azından bu son döneme kadar Fenerbahçe altyapısından A takıma çok fazla oyuncu çıkmadığını, çıkan oyuncuların da bir-iki isim dışında kalıcı olamadığını görüyoruz. Bu durum altyapıdayken senin gibi genç oyuncuları nasıl etkiliyordu? Altyapıda bulunduğun dönemde geleceğe dair ne gibi hayaller kuruyordun?

Bilindiği üzere Fenerbahçe'nin altyapı tesisleri Dereağzı'nda. Biz de altyapıdayken burada antrenman yapıyorduk. Oradan bakıldığında Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı çok net bir şekilde tam olarak gözüküyor. Altyapıdayken kısa süreliğine eğitim vermek amacıyla Hollanda'dan bir ekip gelmişti. O ekip bize eğitim verdiği sürece altyapıdaki tüm oyunculara her gün stadı göstererek, "Hedefiniz orası. Bir gün siz de orada oynayacaksınız" derdi. Onların bu sözünü hiç unutamam. Bu sözü düşünerek ben de Şükrü Saracoğlu'na bakıp hayal kurardım. Açıkçası hiç umutsuzluğa kapılmadım. Çünkü basamakları teker teker çıkmanın her zaman daha doğru ve sağlam olacağını düşünüyorum. 5'er 5'er çıkarsanız bulunduğunuz bölgeden düşmeniz daha kolay olabilir. Ama sabredip, zor olan yoldan çıkarsanız işler daha güzel ilerliyor. Ben tüm kategorilerde teker teker yer alıp oynayarak en sonunda A takıma çıkmaya hak kazandım. Bu yüzden buralara gelmem bana göre çok sağlıklı ve sağlam oldu. Tabii ki daha yolun çok başındayım. Yeni başlıyorum ve öğreneceğim daha çok şey var. Benim gibi altyapı oyuncularına, benim de zamanında yaptığım gibi umutsuzluğa kapılmamalarını tavsiye edebilirim. Çünkü bazen şansın ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Bu sene Aykut Hocamız bana, Okay'a ve Gökay'a bu şansı vererek bunun en iyi örneğini gösterdi aslında. Altyapıdaki oyuncuların bizim bu durumumuzu görerek kendilerini motive etmeleri gerekiyor. Çünkü biz de bu evrelerden geçtik.

Son yıllarda Fenerbahçe'de kalecilik yapmış isimlerin hemen hemen hepsinin yolu A Millî Takım'a uğradı ve burada da çok başarılı oldular. Şu an A Millî Takım Antrenörlerinden Engin İpekoğlu ile Rüştü Reçber ve Volkan Demirel bu konudaki örnek isimler. Sen de şu aralar özellikle Engin Hoca ve Volkan'la çalışma fırsatı buluyorsun. Onların sana verdiği tavsiyeler oluyor mu? Onların yolunda ilerlemek için nelere dikkat ediyorsun?

Volkan ağabeyle zaten Fenerbahçe'nin idmanlarında her gün beraberiz. Kendisine ara sıra takıldığım da oluyor, "Ağabey bırak artık şu kaleyi de ben geçeyim artık" diye (gülüyor). Onların tavsiyeleri her zaman bizi teşvik etme yönünde. Ben de onların sözünü dinliyor ve iyi bir kaleci olmak için çalışmalar yapıyorum. Volkan ağabey benim büyüğüm, ancak sonuçta ben o kaleyi almak için çalışıyorum. Onunla rekabet ediyorum yani. Bunu zaten kendisine de söylüyorum. Ancak o da her zaman belirttiğim gibi beni teşvik ediyor. Bu sene ilk kez A Millî Takım'a seçilerek Engin Hocayla çalışma fırsatım oldu. Ondan da önemli şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Umarım bundan sonra da sözünü ettiğiniz gelenek benimle devam eder ve Fenerbahçe'nin kalesini devraldıktan sonra A Millî Takım'da da başarılı yıllar geçiririm. Kalecilik, insanın oynadıkça kendisini geliştirdiği bir mevki. Ben de oynadıkça tecrübe kazanmak ve varsa eksikliklerimi kapatmak istiyorum. Ama Fenerbahçe gibi kaliteli bir takım ve oyuncularla antrenman yapmak şimdiden tecrübemi oldukça arttırıyor. Onlarla dar alan antrenmanları bile adeta maç zorluğunda geçiyor.

Senin de belirttiğin gibi kaleciliğin diğer mevkilerden farklı olarak bir çeşit usta-çırak ilişkisi var? Bu durum seninle Volkan Demirel arasında nasıl gelişti bugüne kadar?

Volkan ağabey her zaman bize "Beni örnek almayın" der (gülüyor). Bu biraz da işin şakası gerçi. Volkan ağabey bana her zaman maç anında ne yapmam gerektiğini değil de yediğim hatalı gollerden sonra nasıl davranmam gerektiğini anlatır. Bunu da zamanında kendi yaptığı hatalar ve bunlardan çıkardığı derslerden yola çıkarak kazandığı tecrübelerle söyler. Yani "Benim yaptığım gibi yap" demiyor ama kendi yaptığı hatalardan çıkardığı derslere uygun bir durum gelişirse, "Şu şekilde davranman daha doğru "şeklinde uyarılarda bulunuyor.

İlk maçımda 4 gol yemek beni üzdü

Fenerbahçe'de A takımda ilk 11'de sahaya çıktığın ilk maçı ve maç öncesinde neler hissettiğini bizimle paylaşır mısın?

Geçen sezon Ocak ayında Ziraat Türkiye Kupası'nda Antalyaspor'la Antalya'da oynadığımız maç benim A takımla ilk 11'de sahaya çıktığım ilk maçtı. O maçın öncesi sezonun devre arasına rastlıyordu. Biz de Antalya'da kamp yapmıştık. Kampa giderken kaleci antrenörümüze bu maçta oynamayı çok istediğimi söylemiştim. Çünkü hem biz gruptan çıkmayı garantilemiştik hem de kendimi bir resmi maçta sahaya çıkmak için hazır hissediyordum. O da bana bunu değerlendireceğini söylemişti. Ancak maçtan bir gün önce, takım ikinci yarıya hazırlık aşamasında olduğu için kalede Volkan ağabeyin oynayacağını söyledi. Maç sabahı, o gün oynamayacak oyuncularla idman yaptık. Maç saatine doğru Volkan ağabey kasığında bir ağrı olduğunu ve oynayamayacağını hissettiğini teknik heyete bildirdi. Bu gelişme üzerine maça 2 saat kala benim oynamama karar verildi. Hiç beklemediğim için bir anda tabii ki içimde büyük bir heyecan oldu. Sabahki antrenmandan dolayı yorgunluk da var. Hepsi üst üste gelince "Nasıl olacak acaba?" diye düşünmeye başladım açıkçası. Sahaya ısınmak için çıktığımızda heyecanımı yenmiş gibi duruyordum ama maç başlayınca tekrardan heyecana kapıldım. Belki yorgun değildim ama heyecandan dolayı çok yorgun olduğumu, bacaklarımın ağırlaştığını hissettim. O maç da benim açımdan peki iyi geçmedi aslında. 4-3 kaybetmiştik. Benim gollerde yapabileceğim çok bir şey yoktu fakat ilk maçta 4 gol yemek beni üzdü. Ancak daha önceleri yanlış hatırlamıyorsam ya Rüştü ya da Volkan ağabeyin oynadığı maçlarda benim gibi 4 gol yediğini öğrenince içim biraz rahatladı.

Bu sezon da ligde ilk yarıda Antalyaspor, Trabzonspor ve Manisaspor maçlarında forma giydin. Ancak ne şanstır ki, kendi sahanızda oynadığınız Antalyaspor ve Manisaspor maçlarının ikisi de seyircisizdi. Yani ligde şu ana kadar taraftarınla buluşamadın.

Evet, aynen dediğiniz gibi, Antalyaspor ve Manisaspor maçlarında seyirci olmadığı için taraftarlarımızla buluşamadım. Ancak bu sezon devre arasına denk gelen iç sahadaki Gençlerbirliği maçında forma şansı buldum. Ama kupadan elendiğimiz için bu maçta da seyirci sayısı oldukça azdı. Sözün kısası, taraftarımızın önünde dolu tribünlere karşı bir maçta oynamayı iple çekiyorum. Çünkü stadyum dolu, taraftar da coşkulu olunca insanın resmen oynayası geliyor. "O tribünlere bir kendimi gösterebilsem, onları ayağa kaldırabilsem" diyorsunuz içinizden.

Volkan Babacan'ın Kayserispor'a gidişinden sonra takımda ikinci kaleci konumuna geldin. Bu biraz daha ağır bir sorumluluk. Çünkü her an oynayabilecek durumda olman gerekiyor. Örnek olarak ligin ilk haftasında Antalyaspor maçında Volkan'ın sakatlanması sonucu oyuna girmeni gösterebiliriz. Bu durum seni nasıl etkiliyor ve kendini nasıl sürekli hazır tutmaya çalışıyorsun?

Aragones ve Daum dönemlerinde üçüncü kaleci olarak takımda yer almaya başladım. Önceden de dediğim gibi ben teker teker yükselmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Önce ikinci kaleci olacaksınız ki, sonra birinci kaleci olabilesiniz. Ben ilk önce ikinci kaleci olabilmek için gayret ettim. Sonra da Volkan gidince bu sene ikinci kaleciliğe yükseldim. Bu da benim istediğim bir yükselme şekli; teker teker. Çalışmalarımın karşılığını aldım diyebilirim. Bu konuda anlatmak istediğim şey şu; ben çalışarak her zaman, her duruma hazır olmak zorundayım. O yüzden gerek ikinci kaleciliğe, gerekse de birinci kaleciliğe yükseldiğimde her zaman hazır olmak ve bu sorumluluğu taşımak durumundayım. Bunu da herkese göstermek için sabırsızlanıyorum.

A Milli Takım'dan geri dönülmez!

U16 Millî Takımı'ndan beri Genç Millî Takım kadrolarında yer aldın ve sonunda A Millî Takım'a yükselmeyi başardın. O kadroda yer almak seni nasıl etkiledi, neler hissettirdi?

Türkiye-Güney Kore maçı sayesinde A Millî Takım'a ilk kez katılma şansı buldum. Millî Takım'a çağrıldığımı ilk duyduğumda aşırı bir mutluluk yaşadım açıkçası. Millî Takım ortamı da gerçekten çok güzel ve çok farklı. Buraya gelen, bir daha gitmemek için gerçekten elinden gelen her şeyi yapar. Ben de buraları gördükten sonra aynı şekilde çalışmalara devam edip, kendi takımımda da daha çok süre alarak buradan kopmamak için çok çalışacağım. Formasını giymek kısmet olmadı ama Millî Takım'ın antrenmanlarında bile bulunmak gerçekten inanılmaz bir şey.

Henüz çok gençsin ama kariyerinde unutamadığın bir maç var mı?

A takım bazında şimdilik yok, çünkü daha yolun başındayım. PAF takımıyla sahaya çıktığım son maçta tesadüfen Galatasaray'a, ondan öncekinde de Beşiktaş'a karşı oynamıştım. O iki maçta da çok iyi performans göstermiştim. Şimdiye kadar unutamadığım maç deyince onlar aklıma geliyor.

Kariyer planlamanda neler var?

Profesyonel anlamda futbola başladığımdan beri en çok İngiltere Premier Ligi'ni takip etmişimdir. Çok beğendiğim ve sempatimin oldukça fazla olduğu bir lig. Ancak, ileride Fenerbahçe kalesinde çok başarılı olup, taraftarların sevgilisi ve takımın değişilmez bir ismi olmayı becerebilirsem burada sonuna kadar kalmak isterim. Avrupa'ya gitme şansım olursa da İngiltere benim için her zaman hedeftir.

Arkadaşına sırtını dönmeyen tek adam!

Kaleciler genellikle içlerine kapanık, yalnız adamlardır. Maç anında da diğer arkadaşlarına göre hep tek başlarınadırlar aslında. Sen de böyle bir insan mısın?

Hayır, içine kapanık bir insan değilim. Sosyal hayatımda hep insanlara pozitif enerji vermek isteyen bir yapım var. Saha içinde de arkadaşlarımla her zaman diyalog kurmayı, uyarılar yapmayı ihmal etmem. Ama dediğiniz gibi kaleciler yalnız adamlardır. Hatta eskilerin bize bu konuda söylediği bir söz vardır; "Kaleciler hep siyah giyer" derler. Gerçekten dedikleri gibi hep siyah giyermiş eskiden kaleciler. Kara talihli adam şeklinde benzetmeler yapılırmış. Belki eski dönemdeki kaleciler kişilik olarak da öyleydi, bilemiyorum. Ama bizim dönemimizde, kendi adıma konuşmak gerekirse, öyle bir içine kapanıklık olduğunu söyleyemem. Bunun yanı sıra, gene hocalarımızın kalecilerle ilgili bize yaptığı şu benzetmeyi de belirtmeden geçemeyeceğim, "Bir kaleci, saha içerisinde arkadaşlarına sırtını dönmeyen tek adamdır."

Sana göre İstanbul'da yaşayan genç bir oyuncu olmanın zorlukları var mı? Özel hayatında neler yapmayı seversin?

Ben İstanbul'da büyüdüm. Doğduğum sırada babam Karabükspor'un kalesini koruduğu için 1 Mart 1989'da Karabük'te dünyaya gelmişim. Bundan 2 sene sonra babam İstanbulspor'a transfer olmuş. Arada kısa bir Kocaeli geçmişi olsa da o dönemden beri İstanbul'dayım. Şu anda da ailemle birlikte yaşıyorum. İstanbul'a belki dışarıdan gelen, özellikle genç oyuncular alışma sürecinde zorluklar yaşayabilir ama ben İstanbul'da büyüdüğümden, ailemin beni yetiştirme tarzından ve de hâlâ ailemle yaşıyor olmamdan dolayı bir sıkıntı çekmiyorum. Sade bir yaşantım var. Çünkü bu zamanda İstanbul'da tabiri caizse çılgınca yaşarsanız sıkıntı çekebilirsiniz. Buralara elbette herkes bir şekilde gelebilir, ama önemli olan kalıcı olmaktır bana göre. "Zirvede rüzgâr sert eser" diye bir lâf vardır. Ben de o yüzden kalıcı olmak için sade bir hayat yaşamayı tercih ediyorum. Antrenmanlar ve ev arasında gidip geliyorum. Sadece takım arkadaşlarımla beraber topluca çıkarsak bir yerlere giderim. Özel yaşamımda ise futbolla pek ilgilenmiyorum açıkçası. Yakın arkadaşlarım diyebileceğim 2-3 çocukluk arkadaşım var. Onlarla beraber vakit geçiririm genelde. Onlarla birlikteyken futbol dışında her şeyi konuşuruz. Özel hayatıma futbolu sokmamaya özen gösteriyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!