Güncelleme Tarihi:
3 kez Türkiye’de Yılın Teknik Direktörü seçildi. 500’ün üzerinde Süper Lig maçına çıkarak, kırılması imkansız bir rekorun sahibi oldu.
“CV’si en kalabalık Türk teknik direktör” olmasının yanı sıra, farklı kişiliği ile de yeşil sahaların renkli karakterlerinden biri oldu. Maçları, sanki kendisi sahada oynuyormuş gibi yaşadı. Kendini yere attı, dövündü, gol atan futbolcusunu poposuna tekme atarak kutladığı bile oldu! Gün geldi, oyuncularına herkesin gözü önünde tekme-tokat girişti. Tüm bu özellikleriyle kendine bir fan kitlesi de oluşturdu.
İşte karşınızda yeşil sahalarımızın en kıdemli teknik direktörü, son olarak Kasımpaşa’nın “Hocam, gel bizi kurtar” diyerek görev verdiği Yılmaz Vural...
Almanya’da inşaatlarda çalışıp Köln Spor Akademisi’ne gittim
* Hocam, 6 yıl profesyonel futbol oynamışsınız ve bu arada Ankara’da Spor Akademisi’ni bitirmişsiniz. Sonrasında da teknik direktörlük kursu için Almanya’ya gitmişsiniz. Almanya’ya gitmek nereden aklınıza geldi?
- Sene 1980’di. Ankara’da Spor Akademisi’nde öğretim üyeliği yaparken, zamanın Futbol Federasyonu Eğitim Dairesi Başkanı Doğan Andaç bana, “Almanya’da bir teknik direktörlük kursu var, oraya git” dedi. Ben esasen biraz İngilizcem olduğu için İngiltere’ye gitmeyi düşünüyordum ama Doğan Andaç böyle deyince, hiç Almancam olmamasına rağmen rotayı Almanya’ya çevirdim. O zaman Almanya’ya Türkleri sokmuyorlardı. Önce Cenevre’ye gittim. Oradan Almanya’ya kaçak geçtim. Cepte doğru dürüst para da yok, bir yıl inşaatlarda falan çalıştım. Bu sırada Köln Spor Akademisi ile yazışmalar yapıyordum. Sonra okula kabul edildim. Fakat, Türkiye’deki akademide gördüğümüz hiçbir eğitimi kabul etmediler, “Sıfırdan başlayacaksınız” dediler. Böylelikle Genç, B, A antrenör ve teknik direktör lisanslarını aldım. 1986’da Ergun Gürsoy ve Fevzi Aydın’ın tavsiyesiyle o zaman Malatyaspor’u çalıştıran Özkan Sümer’in yardımcısı oldum. Altı ay sonra o istifa etti, yerine ben geçtim. O günden beri de hep birinci adam oldum.
18 takım çalıştırdım, 16’sından kendim ayrıldım
* Üç büyük kulübe teknik direktör olamamanızın sebebi nedir sizce?
- Bir kere başımızda idareci konumunda bulunan insanların antrenör seçme kriterlerini anlamak mümkün değil. Şimdi bakın, ben sıfır puanlı bir takımın başındayım. Demek ki, beni buraya getiren arkadaşlarımız, “Bizi ancak bu kurtarır” diye düşünmüşler. Zaten ben hep böyle anlarda iş buldum. O yüzden benim sezon başlarında iş bulduğum vaki değildir. Hep sonradan, sezon başladıktan sonra takım bulmuşumdur. Ben antrenörlük hayatımın hiçbir döneminde “Önce para” demedim. Para hep ikinci planda kaldı. Ben işi raconuna göre yaptım. Bir antrenörün prensipleri olmalı ve işine kimseyi karıştırmamalıdır. Belli bir yerde bırakıp gitmeyi de bilmelidir. Benim çoğu takımdan ayrılma sebebim de budur. Bugüne kadar 18 takım çalıştırdım, bunların en fazla iki tanesinde bana, “Hoca seni yolladık” dendi. Geri kalan bütün takımlardan kendim ayrıldım. Ki, hepsiyle kapı gibi sözleşmeler yapmış olmama rağmen. Hal böyle olunca çok maddi kaybım oldu. 25 senedir üst düzeyde çalışan bir antrenör olarak en az 10 milyon dolarım olması gerekirdi mesela...
Boğazıma kadar geldi, tokadı patlatıverdim
* Bazı maçlarda futbolcularınıza şiddet uyguladınız ve bu yüzden ağır biçimde eleştirildiniz...
- Benim böyle iki tane olayım oldu. Birincisi 1996’da Sarıyer’i çalıştırırken oldu. Todorov adlı Bulgar bir futbolcumuz vardı. Ertesi gün Noel’di, ülkesine gitmek istiyordu, fakat İstanbulspor ile kritik bir maçımız olduğu için yollamadık. 36. dakikada hakem İlhami Kaplan yanıma geldi; “Hocam, Todorov atılmak istiyor. Kasıtlı hareketler yapıyor” dedi ve Todorov 5 dakika sonra rakibe bir tekme attı, İlhami Kaplan da onu atmak zorunda kaldı. Öyle kalsa iyi, sahadan da çıkmıyor. E burama geldi (eliyle boğazını işaret ediyor) bir tokat patlattım ona. Ankaragücü’ndeki olaya gelirsek... 2004-2005 sezonunda takımın küme düşme durumu var, bizi “Gel kurtar” diye çağırdılar. Adem Dursun iki maçta bir atılıyor. Üstelik takım kaptanı. Bir gün Sakaryaspor’la oynuyoruz. 2-1 öndeyiz, “Oğlum Adem, 10 kişi kalmayalım, gene başladın kıpırdanmaya” diye uyardım. 2. yarı başladı, kulübenin tozunu siliyorum, kafamı bir döndürdüm, iki kişi birden kırmızı kart görmüş. Biri Adem, biri Effa. “Oğlum niye atıldınız?” diye sordum, “Hocam bilmiyoruz” dediler. “Adamı salak yerine koymayın” dedim ve ikisine birden saldırdım.
YILMAZ HOCA’DAN İNCİLER
* Hakan Şükür bir referansımdır benim. Bu çocuk Adapazarı’nda basketbol oynuyordu, aldım futbolcu yaptım. Bunun gibi daha çok örnek var. Almanya’da amatör kümede oynayan birçok futbolcu getirdim, Türkiye’de A Milli Takım’a kadar çıktılar.
* Aile hayatımız, bombok! Ben mesela 1985’te evlendim. Almanya’ya eşimle gittik, okumaya. Orada evlendik. 6 yıl beraber okuduk. O arada Almanya’da öğretmenlik yapmaya başladı. 24 seneden beri ayrıyız. Eşim ve çocuklarım yılda toplam 13 hafta bölümler halinde Türkiye’ye geliyorlar, ben de arada fırsat buldukça 2-3 gün Almanya’ya gidiyorum. Çocuklarım babasız büyüdü. Ama maddi anlamda onları hiç eksik bırakmadık.
* Ben o hareketleri şov olsun diye yapmıyorum. Bize Almanya’da şunu öğrettiler; bir antrenör ile oyuncusu arasında karakter alışverişi olmalı. Yani, benim kazanma hırsımı almalı. Ben de onunkini almalıyım.
* Uluslararası alanlarda elde ettiğimiz başarılar tamamıyla tesadüf. Bizdeki başarı, eşittir o işin başındaki kişinin karizması. İşte Fatih Terim; yaptığı işler kendi karizmasının sonucudur.
* Yönetici arkadaşlarımız bilgisayarı fena yediler. Tamam, yeniliktir, şudur budur, ama yani futbol bir oyun. Bilim çok fazla futbolun içine girerse cıvıyor, vıcık vıcık oluyor.