Güncelleme Tarihi:
Sinan Özcan yazıyor |
30’lu yaşlarda olduğum için bu gözlem acizane kendime aittir. Bununla beraber daha öncesini kestirmek için de sadece eski Türk filmlerindeki “Futbol” temasının, büyük sıklıkla, toplumsal geçerliliği tartışılamaz ve sorgulanamaz olan “Fenerbahçe” üzerinden işlendiğini gözlemlemek yeterli olacaktır.
Kemal Sunal’ın oynadığı 1980 yapımı “Gol Kralı” adlı film sinemada gösterimde olduğu dönemde Türkiye’de sözüm ona Trabzonspor fırtınası esiyordu ve FB en son şampiyonluğunu 1978 yılında kazanmıştı, ne var ki Kemal Sunal Fenerbahçeli bir futbolcuyu oynuyordu.
Amacı toplumun bütününe hitap edebilmek olan bir sinema filminde kullanılan semboller ve metaforlar ciddi önem taşır. Bu açıdan bakıldığında, başarısız olduğu bir dönemde bile FB’nin tercih edilmesi önemli ipuçları vermektedir.
İlyas Salman’ın oynadığı bir başka filmde de fakir bir ailenin çocuğu olan kahramanımız, öyle başarılı oluyor ki ülkenin tartışmasız en meşhur takımı olan FB’ye kadar yükseliyordu. ‘Tartışmasız’ diyorum, zira bu tartışılabilir bi mevzu olsaydı, ortaya ciddi para ve emek koyan film yapımcıları, ya da yönetmen bu senaryoyu kabul etmezlerdi.
Keza Hababam Sınıfı’nda geçen futbol diyaloglarında da, filmin asli unsuru olan Hababam’ın topluca Fener’i tuttuğunu, sınıfa yeni gelen ve ‘öteki’ konumundaki kız öğrencilerin ise Galatasaray’ı tuttuğunu; filmin yeni çekilen versyonunda herkesin yine Fenerli olduğunu, buna karşın okulun “aksi” müdürünün (M. Ali Erbil) Cimbomlu olduğunu görürüz de, aslında Galatasaray’ı tutuyor olsak bile bu duruma çok ta içerlemeyiz.
Çünkü zaten öyledir, normalde insanlar Fener’i tutar, ‘bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’tır…
Fenerbahçe, takımlar içinde, uçağa binildiğinde en rahatça okunacak bir Hürriyet ya da ne yaparsa yapsın en çok izlenen anchorman (ana haber sunucusu) olan Ali Kırca gibi bir şeydir.
Evet, Fenerbahçe merkezde olandır, diğerleri ise ötekilerdir.
Fenerbahçe’nin, belli dönemlerde kesintiye uğrasa da, yıllardır Türk futbolunun 1 numaralı markası olması diğer takımlarca araştırılıyor mu pek emin değilim.
Çünkü aslında eğer başarı ile marka değeri arasında bir doğru orantıdan bahsedeceksek; FB ile aynı sayıda lig şampiyonluğu bulunan, Türkiye kupasını FB’ye açık fark atarak 14 defa kazanan (FB sonuncusu 25 sene önce olmak üzere 4 kere alabildi), Avrupa Kupalarında FB’nin ilk ve son defa geçen sene elde ettiği çeyrek finale karşın, tarihinde 1 UEFA Kupası, 1 UEFA Süper Kupası olan, Şampiyon Kulüpler Kupasında yarı final, Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynamış, mazisinde Real Madrid, Barcelona, Milan, Juventus, Arsenal, Liverpool gibi zafer sayfaları olan Galatasaray’ın şu an büyük farkla Türkiye’nin en değerli futbol markası olması beklenirdi.
Ne var ki Fenerbahçe, belki çok da bilinçli olmayarak, uzun yıllar varlığını kendisinden daha başarılı olan bu takımı yenmeye bağlayarak ve bunu çoğunlukla başararak marka değerini zirvede tutmayı başarabildi.
‘Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ sloganına tepki olarak Beşiktaş taraftarının ürettiği, aslında oldukça da estetik nitelikteki ‘Bir gün herkes Beşiktaşlı olmasın, o ayrıcalık bizde kalsın’ mottosu oldukça sönük kalırken, ‘Fenerbahçe Cumhuriyeti’ tabiri de tüm tepkilere rağmen yaşamaya devam etmektedir.
Şu anda ülkenin en yüksek tirajlı iki spor gazetesinden biri, internet ana sayfasında takımları alfabetik olarak sıralarken, diğeri ise Türk halkının bilinçaltındaki FB, GS, BJK, TS şeklindeki sıralamayı tercih etmekte ve bu hiç de yadırganmamaktadır.
Başarı açısından bakıldığında çok genel olarak 80’li yıllar Trabzonspor’un, 90’lar Beşiktaş’ın, 2000 dönemi Galatasaray’ın hakimiyetinde geçilmişken, tarihi boyunca üst üste en fazla 2 defa şampiyon olabilen Fenerbahçe’nin nasıl olup da ülkenin en değerli markası olarak kalabildiğini en başta rakipleri incelemelidir.
Özellikle 2000 yılının Galatasaray’ının o dönemdeki tarihi başarılarını marka değerine dönüştürememesi tam bir hayal kırıklığıdır!
Bir Leeds zaferi sonrasında Bakü meydanındaki çılgın kalabalığı göremeyen…
UEFA kupası sonrası Frankfurt’un ana caddelerindeki korna seslerini duyamayan…
Nijerya’da bir köy kahvesindeki Hasan Şaş posterinde somutlaşan müthiş potansiyelin farkına varamayan…
Real Madrid karşılaşmasında sarı-kırmızı formalarıyla TV karşısına geçmiş Lübnanlı Ömer ile Bosnalı Elvir’den bihaber olan…
Vizyonu dar, hayalleri elinin ulaştığının ötesine geçemeyen yöneticiler yüzünden, biraz da masum bir acemilik ve şaşkınlık nedeniyle Galatasaray, tarihinin bu altın fırsatını çok acı bir şekilde kaçırmıştır.
Evet, Galatasaray şu anda Ortadoğu’dan Orta Asya’ya, Afrika’dan Balkanlara, nüfusu milyarları bulan, ekonomik büyüklüğü trilyon dolarlara ulaşan bir coğrafyanın, sloganvari bir ifadeyle “3. Dünya”nın Avrupa’daki temsilcisi olabilirdi. Bunu biraz Lucescu dillendirmişti, onun da akıbeti malum. Yaz dönemlerinde Uzak Doğuya seferler düzenleyen Manchester United gibi Galatasaray da Orta Asya’ya, Afrika’ya yaz seferleri düzenleyen bir kulüp olabilir, bütün dünyada sattığı sadece Hakan Şükür ürünleriyle o sezonun yıldız transferi masrafını çıkarabilirdi. Ne yazık ki kaçan balık büyük oldu.
Bir lig maçında elde ettiği 6-0’lık Galatasaray galibiyetini çok akıllıca kullanarak hem eğlenen hem de buna uygun ürünler tasarlayarak bu başarıyı paraya dönüştüren Fenerbahçe, işi 6 Kasım’ı bayram ilan etmeye kadar götürebiliyorken, FB’nin 1999-2000 yılında ligdeki konumu itibarıyla UEFA Kupasına bile gidemediği kupanın bizzat kendisini görkemli sonuçlarla kazanan Galatasaray, bu kredisini 5 senede neredeyse tüketmeyi başarmıştır!
O kupayı Fenerbahçe’nin aldığını bir düşünün…
Herhalde o gün borsa tavan yapar, ilk ve orta dereceli okullar tatil edilir, Kadıköy il falan ilan edilirdi…
Tabi, mayasında Avrupa Fatihliği olan ve yaşadıklarından dersler çıkarmış bir Galatasaray’ın geleceği için çok da karamsar olmanın anlamı yoktur.
İmaj yönetimini Türkiye’de en iyi uygulayan takım olan Fenerbahçe, dileriz Avrupa’daki başarılarını marka değerine yansıtarak gerçek anlamda bir dünya takımı olabilir.
Galatasaray da 2000 yılından bu yana bütün araştırma sonuçlarına göre en fazla taraftara sahip kulüp olma özelliğini, liderlik özellikleri bulunan ve halkla ilişkiler süreçlerini yönetmede çok becerikli olan (Bkz: Saat kaç? 20.45 sloganı) başkanı Adnan Polat önderliğinde maksimum düzeyde kullanabilir de marka değerine katma değer yaratabilir.
Beşiktaş ve Trabzonspor’un ise öncelikli olarak sportif başarı yakalayarak yeniden spor sayfalarının ilk haberi olmayı başarabilmeleri gerekiyor.
Not: Bu yazı bu sezonun başında yazılmıştır. Lakin ana hatlarıyla hala geçerliliğini korumaktadır.
Fenerbahçe’nin başarısızlığı, spor haberlerindeki liderliğini engellememektedir.
Ne var ki Adnan Polat’ın bir senelik performansının beni hayal kırıklığına uğrattığını ifade etmeliyim.
Beşiktaş ancak eğer şampiyon olabilirse, yeniden tam manasıyla büyük takım muamelesi görmeye başlayacaktır.
Taraftar sayısı üç büyüklere kıyasla çok az olan Sivasspor’un ise, bu sene şampiyon olsa bile, marka değeri itibariyle daha alacağı çok yol var gibi görünüyor.