Güncelleme Tarihi:
Bin dilden konuşan adam
Geçen hafta yine dar sokaklardaydım.. Ama bunlar hep aydınlık olan sokaklardı.. O sokaklarda yüzlerce dil konuşuluyordu.. Harfler, cümleler, satırlar sokakların duvarlarına dizilmiş, gelenle geçenle selamlaşıyorlardı.
Dar sokakların bu kadar kalabalık olduğunu ilk kez burada görüyordum.. Herkes omuz omuza yürüyordu. Bunlar takım elbiseli, kravatlı erkekler ile uzun tekeli, mini etekli veya pantalonlu kadınlardı.. Bazıları da umursamazdı.. Ne pantalonun ütüsüne, ne kravata, ne de ceketin rengine kafayı takmışlardı..Fularlılar, papyonlular, pipo eçenler, puro tüttürenler ama ille de sigara içenlerdi.. Sakal bırakan, saçını topuz yapan veya 'üç numaraya' vurdurtan, kulağından küpe sallandıran erkekler de vardı.. Ve erkeklere benzeyen kadınlar da..
Bir gürültü, bir uğultu gidiyordu.. Kim konuşuyordu?.. Ne konuşuyorlardı?.. Tek bir dilin sözcükleri değildi etrafımda uçuşanlar..Yüz ayrı dil vardı bu sokaklarda.. Ama herkes her sözcüğü anlıyordu.. Bütün dünyanın bu sokaklarda işi neydi veya bu sokaklar bütün dünya mıydı?..
KAPISIZ ODALAR
Sözcük sağanağı altında öylesine geziniyordum.. Bu yolculuğum öncekilere hiç benzemiyordu. Gezdiğim yerler bir ülkenin, bir kentin ön, arka, yan, karanlık sokakları değildi. Ama yine de sokaktı işte.. Napoli'nin, Venedik'in, Prag'ın, Roma'nın sokakları gibi daracıktı. Ama yerde taşlar yoktu ve binaların üst katlarındaki pencerelerden insanlar bakışmıyordu.. Çünkü buradaki evlerin üst katları yoktu. Hepsi giriş katıydı. Kapılar da kapalı değildi. Kapısız odalardı bunlar. Çokça aydınlatılmış, içerisi görünsün diye kapısız, penceresiz yapılmış odalardı..
İçlerinde ne mi vardı?.. Yahut ne yoktu ki.. Ben bu kadar baştan çıkartıcı, tahrik edici, sürükleyici, davetkar, kendinden geçirten, insanı başka alemlere götüren, çarpan, un-ufak eden, şaşırtan, ağlatan, güldüren odalara, dünyanın hiçbir sokağında rastlamamıştım.. O ana kadar o kadar çok oda görmüştüm ki, ama buraları görünce, daha önce gördüklerimin hiçliğini anlamıştım.. Bu odaların vantuzlu kolları vardı. Beni, önlerinden geçerken sarıp, sarmalıyor, içlerine çekiyorlardı.. Ve sonra fırlatıp atıyorlardı. Ardından bir başka odanın kollarında buluyordum kendimi.. Kuvvetli, sıcak, yumuşak, aşk dolu, eli bıçaklı, barut kokulu, gerçekçi, romantik kollardı bunlar.
Bu sokaklarda bir adam vardı, bin dilde konuşuyordu.. Yine bu sokaklarda, kendilerine ite-kalka yer açmaya çalışan milyonlarca sözcük vardı. Yemeklerin, içkilerin en lezizi, para kazanmanın binbir yolu, hayvanlar, çiçekler, zirveler, yollar, yol göstericiler hep bu odalardaydı. En güzel şiirler buralarda okunuyordu.. Harfleri en anlamlı yanyana getirenler, yine o odalardaydılar.. Kendileri gelmemişlerdi ama cümlelerini göndermişlerdi.. Satırlarını emaneten bırakmışlardı.. Bu sokaklarda çocuklar da vardı. Kıpır kıpır, renkli, neşeli ama sessiz çocuklar. Odaların duvarlarına asılmış, eylemsiz oyunlar oynuyorlardı..
Bu odalardan birinde 3 rahibe gördüm. Aydınlık gülümsemeleriyle, teolojinin o uçsuz bucaksız derinliklerine davet ediyorlardı beni.. Kırmadım onları.. Odalarına girip, duvarlarından onların dünyasını seyrettim.. Bir başka sokakta, milyonlarca harfi iki karton arasına hapsedip, duvarlara yanyana dizdikleri odalara rastladım.. Buralarda dünya yüzünde, evrende ne kadar soru varsa hepsinin bilindiğini gördüm.. Cehaletimden utandım.
AYDINLIK BİR DÜNYA
Anadan üryan kadınlara rastladım.. Tek boyuta indirgenmiş bu kadınların, sadece sanatsal kaygılarla dar sokaklara süs olduğuna inandım. Başka sokaklarda teknolojiye rastladım.. Fotoğrafların, yazıların milyonlarca çizgi olup, zar gibi ince bir metalin içine sığıştığını, oradan dünyanın en uzak köşelerine dahi birkaç saniyede ulaştığını gözleyip, zamanın başka boyutlara taşındığına tanık oldum..
Yaşamım boyunca binlerce sokak gezdim ama buradaki sokaklara hiç rastlamadım.. Çünkü burada bütün dünya biraradaydı ve çok aydınlıktı.. Karanlıkların hiç uğramadığı sokaklardı bunlar. Burada evrenin nasıl şekillendiğine, yarının nereye gittiğine, onların yaşamın hangi boyutuna ulaştıklarına şahit oldum..
ZOR BİR GEZİ
Bu sokaklar bir kentin sokakları değildi. Buralar, geçen hafta sona eren 51. Frankfurt Kitap Fuarı'nın sergilendiği standların, yanyana dizildiği sokaklardı. Fuara katılan 113 ülkeden toplam 6 bin 599 yayınevi, 385 bin 659 eseri sergilemişlerdi. Yaklaşık 90 bin eser, ilk kez bu fuarda okurları ile tanışmıştı. Bu müthiş etkinlikte, Türkiye'den gelen 80 yayınevi de 2 bin 500 eserle dünya okurlarının önüne çıkmışlardı.. Yöneticileri arasında bulunduğum Doğan Medya Grubu da, 100 metrekarelik muhteşem standında sergilediği 500'e yakın ürünle, ziyaretçileri, 'Türkiye'yi Keşfetmeye' davet etmişti..
Fuarda kaldığım süre içinde her tarafı gezebilmek için epey gayret sarfetmiştim. Bu gezi, dağ, bayır, çöl, soğuk, sıcak bütün gezilerimden daha zahmetliydi.. Her biri, bir TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı büyüklüğünde olan tam 11 bölüm vardı. Bölümlerin sokakları çok uzundu ve herşeyi görmek gerekiyordu..
Gittim, gezdim, gördüm.. Odalarda ikram edilen şarapları içerek yayıncılarla sohbet ettim.. İmza veren ünlü yazarları, omuzların üstünden, belli etmediğim bir kıskançlıkla izledim.. Bir kenti dolduracak kadar kalabalık olan kitapseverlere, hayranlıkla selamlar verdim.. Bin dilde konuşan ünlü Alman yazar Göethe'nin dilleri arasında, Türkçe'yi de görünce gururlandım..
Ama bu sokaklar beni hüzünlendirdi.. Karamsarlığa itti.. Beynimdeki 'acaba'ların sayısını artırdı.. Gezilerimden birinde, dinlenmek için bizim standa gittiğimde, Doğan Hızlan'a rastladım. Dolmakalemlerini önüne dizmiş, gazetedeki köşe yazısını yazmaya çalışıyordu.. Papyonunu sıksık düzeltmesine bakılırsa, kafasındaki konuyu kağıda dökmekte zorlanıyor veya dökmek istemiyordu.. Yanında 'köskös' oturuyordum.. Dayanamadı, 'hayrola' dedi, 'birşey mi var?..' 'Ne yok ki Doğan ağabey' dedim, gerisini getiremedim.. Çünkü o kadar çok şey vardı ki canımı sıkan.. Hangisinden başlayacağımı beceremedim.. Sonra dilim çözüldü anlattım:
'Biraz önce bir yayınevine uğradım..Bir kitap sordum. Yayıncı, bu yıl kitabın 4 milyon sattığını söyledi.. Dün başka bir kitabı sormuştum, onun da 1,5 milyon civarında sattığını söylemişlerdi.. Şimdiye kadar 300 binin altında satanına rastlamadım.. Onlar da başvuru kitapları. Bir de bize bak ağabey.. Adamlara ilk baskının 3 bin olduğunu, 100 binin rekor satış sayıldığını falan anlatamadım..
BİR TESELLİ VER
Sökülmüş un çuvalı gibiydim adeta. Kelimeler ardı arkası kesilmeden dökülüyordu ağzımdan. Daha doğrusu Doğan Hızlan, 'Kaseyi Fağfur'a bir dokunmuş, bin ah dinlemişti. Ben bunları anlatırken, Amerika'daki kızımdan gelen bir telefon herşeye tuz-biber ekiyordu. Çek yazarlarla ilgili bir araştırma yapan kızım, heyecanla ve hayretle, 10 milyonluk Çek Cumhuriyeti'nde, bir kitabın tam 6 milyon sattığını anlatıyordu.
Ben, bana 'bu işler düzelecek' diyenlere inandım. Zaten başka çarem yoktu. İnançsızlığımı, yaşamımın sonuna kadar peşimden sürükleyemezdim.. Bu hafta sizlerle değişik bir gezimi paylaştım.. Arada bir, bu tür farklı gezilerin insanda başka ufuklar açtığına inanıyorum.. Kasım'ın ilk haftası, İstanbul'da TÜYAP Kitap Fuarı'nda bir kez daha kalabalık kitap sokaklarında dolaşacağım.. Bu geziye sizleri de beklerim.
Fuarda, kağıt ile teknolojinin birlikteliği de sergileniyordu.. Bilgisayar aracılığı ile kitaba ulaşmak, okumak, yazmak, saklamak, basmak gibi temalar da kitap kurtlarının oldukça ilgisini çekiyordu.
Gezdiğim dar sokakların en ilgi çekenlerinden birisi de ünlü fotoğrafçı Helmut Newton'un fotoğraflarıyla süslü olanıydı.. Newton bu fotoğraflarında her zamanki gibi kadınları en tahrik edici pozlarında görüntülemişti.
Frankfurt Kitap Fuarı'nda seks konusu sıkça işlenen temalardan biriydi.. Veya standlar gezenlerin ilgisini çekebilmek için duvarlarını genellikle bu konuyu işleyen posterlerle süslemeyi tercih ediyorlardı.
Frankfurt Kitap Fuarı'nda, Göethe'nin çevrildiği her dilden bir kitap sergileniyordu.. Sergilenen kitap miktarına bakınca, ünlü yazarın gerçekten de bin dilden konuştuğu ortaya çıkıyordu.