Regl döngüsü, kadın beynini etkiliyor
Regl döngüsü sürecinde duyguların işlenmesinden sorumlu beyin bölgelerindeki etkinlik değişmekte. Rockefeller Üniversitesi bilim adamları bu şekilde döngü sırasında hormonsal değişimlerdeki etkilerin dengelendiğini sanıyorlar. Bu denge bozuk olduğunda regl öncesi sendrom yaşanabiliyor.
Xenia Protopopescu yönetiminde çalışan ekip ilk başta regl öncesi sendromu yaşamayan on iki kadının beyin etkinliklerini fonksiyonel manyetik rezonans tomografisiyle incelemişler. Regl öncesi döngü, kadınlarda aylık kanamadan birkaç gün önce ortaya çıkan bedensel ve ruhsal semptomlar olarak bilinmekte.
Araştırmacılar deneklere negatif, nötr ve pozitif anlamlı seksen sözcük göstermişler. Negatif anlam taşıyanlar arasında mesela ‘şiddet’, ‘ölüm’ veya ‘kanser’, nötr kelimeler arasında ‘kitaplık’ , ‘klarnet’ veya ‘döndürmek ve pozitifi anlamlı sözcükler arasında ise ‘güvenli’, ‘yumuşak’ veya ‘ cazip’ yer alıyordu.
Ve deneklere, kalın basılı sözcükler gördüklerinde bir düğmeye basmaları istenirken, bu kelimelerin italik basılı olmamasına dikkat etmeleri istenmiş. Deneyler regl döngüsünden bir ila beş gün önce ve ilk regl gününden sekiz ila on iki sonra yapılmış. Ölçümlerden alınan sonuçlara göre kadınlarda regl döngüsü boyunca ön beyinde duyguların işlenmesinden sorumlu farklı beyin bölgeleri etkilenmekte.
Öndeki ve ortalardaki bölgeler reglden önce daha etkinken, reglden sonra zayıf bir etkinlik görülmekte. Ön beynin yandaki bölgelerinde ise tam tersi bir durum söz konusu. Reglden önce düşük, reglden sonra ise yoğun etkinlik saptanmış.
Anlaşıldığı üzere beyin etkinliklerindeki kayma, regl döngüsü sırasındaki hormonsal değişimleri dengelemekte. Ama yine de östrojen ve progesteron hormonlarının yoğunluklarındaki oynama yüzünden duygularda değişimler yaşanabilmekte. Sonuçların regl öncesi sendromunun daha iyi anlaşılmasında yararlı olabileceği sanılmakta.
Şizofreni geni ve hastalığın üzerindeki etkisi açıklandı
Sizofreni kimi ailelerde daha çok görüldüğü için bilim adamları uzun bir süredir bu psişik hastalıkta genetik faktörlerin önemli bir rol oynadığını tahmin ediyorlardı. Son araştırmalar sayesinde hastalıktan hangi genlerin sorumlu olduğu ve hastalığın gelişimi üzerindeki etkisi kısmen açıklanabildi. Stanford Üniversitesi’nde Doron Gothelf yönetiminde çalışan ekip, bir genetik faktörün şizofrenin gelişimi üzerindeki etkisini daha kesin bir şekilde çözdüler. Belli başlı genlerinde 22q11.2 sendromu olarak adlandırılan bir değişime sahip kişilerin çocukluk döneminde şizofren olma riskleri çok yüksek.
COMT proteini, beyindeki birçok işlevde katkısı bulunan dopamin uyarı maddesinin indirgenmesinde önemli bir rol oynamakta. 22q11.2 sendromuna sahip insanlarda yeterli miktarda COMT üretilmez ki bu da beyin fonksiyonlarında bozukluklarla dolayısıyla da psişik hastalıklara yol açmakta.
Bilim adamları çocuklardaki protein etkinliği ve psişik bozukluklar arasında belirgin bir ilişki saptamışlar. Gerçi genetik değişimler hastalarının sadece %5’inde şizofreniden sorumlu diyen bilim adamları, son sonuçların psişik hastalıkların oluşumundaki etki mekanizmasının daha iyi anlaşılmasında yardımcı olacağını ve hastalığın ilk belirtilerden önce tedavi edilebileceğini umuyorlar.
Yeni AIDS ilacı 10.000 kadın tarafından deneniyor
Yaklaşık olarak 10.000 Afrikalı kadın, HIV virüsünden koruyan bir jeli deneyecek. Amerika’da geliştirilen ilaç, virüsün, insan hücresine girmesini engellemekte. Güney Afrika, Tanzanya, Zambiya ve Ugandalı kadınlar jeli, kondomla birlikte kullanacaklar.
Dört yıllık çalışma, Tıp Araştırmaları Konseyi (Medical Research Council/ MRC) ve Uluslararası Gelişim Dairesi’nin (Department for International Development/DFID) 42 milyon İngiliz Pound ile desteklediği projenin bir parçası. Indevus ilaç kuruluşu tarafından üretilen jelin etkisi daha önce hayvanlarda kanıtlandı.
Pro 2000 olarak adlandırılan jelin ayrıca cinsel yolla bulaşan klamidya, genital herpes (uçuk) ve gonore (bel soğukluğu) gibi hastalıklara karşı etkisi de kanıtlanmış. Uganda’daki MRC’den Anatololi Kamali, enfeksiyon oranın çok yüksek olması nedeniyle araştırmanın Kara Afrika’da sürdürüldüğünü bildirdi.
Zor kırıklar için yeni çivi
İncik kemiğindeki zor kemiklerin iyileşmesini kolaylaştıran yeni çivinin özel vidaları diz veya ayak eklemine de bağlanabilmekte. Mainz Üniversite Kliniği’nden yapılan açıklamaya göre titandan üretilen çiviyle gerçekleştirilen ilk testlerden başarılı sonuçlar elde edilmiş.
Bilimsel istatistiklere göre incik kemiği fraktürleri özellikle de
trafik ve
spor kazaları ve yüksekten düşme vakalarında çok sık görülmekte. İncik kemiğinin tedavisi, dizin hemen altında kırılması halinde çok zordur.
Bu nedenden dolayı kırığın üzerindeki kemik parçası sabit değildir ve genelde hiçbir zaman da iyi bir şekilde sabitleştirilememektedir diye açıklıyor Mainz Kliniği müdürü Pol Rommens. Yeni çivinin bu tür vakalarda yararlı olacağı sanılmakta.
Yağın tadını algılayan yağ reseptörleri
Farelerle deneyler yapan Fransız ve Amerikalı bilim adamları dilin üzerinde yağlı yiyeceklerin tadını alan tat reseptörleri saptadılar. Dilin üzerindeki tat reseptörleri sayesinde yemeğin lezzetini alıyoruz. Hücreler, tuzlu, tatlı, ekşi, acı ve umami tatlarını ayırt edebiliyorlar.
Dilimiz üzerinde yağ içerikli yiyeceklerin tadını da alan reseptörlerin bulunup bulunmadığı henüz bilinmiyordu. Ve bilim adamları yağlı yemeklere düşkünlüğümüzü yağlı yiyeceklerdeki koku ve kıvamla ilişkilendiriyorlardı.
Fabienne Laugerette şimdi yağlı yiyecek tercihimiz ve dilimizin üzerinde hemen tat reseptörlerinin yanında bulunan glikoprotein CD36 arasında bir bağlantı kurdular. Bilim adamları araştırmaları için CD36’ya sahip olmayan genetik fareler yetiştirdikten sonra normal ve genetik farelere yağlı yem ve yağlı yemin kıvamına sahip iki yem vermişler.
Normal fareler yağlı yemleri tercih ederken, CD36 geni bulunmayanlar böyle bir tercihte bulunamamışlar. İkinci bir aşamadı, yağlara göre uzmanlaşmış sindirim sularının, dile yağlı bir yiyecek değmesi halinde daha fazla üretilip üretilmediği kontrol edilmiş.
Bilim adamları böyle bir etkiyi sadece normal farelerde saptayabilmişler. Yağları aşırı derecede lezzetli algılayan kişilerin şişmanla riski daha büyüktür. Bilim adamları bu yüzden glikoproetin CD36 ve şişmanlık arasında bir ilişkinin varlığından kuşkulanıyorlar.
Askerlere müzikli uykular
Doğal sesler ve enstrümantal müzikten oluşan kombinasyon çalan ‘MusiCure’ yastığı ilk olarak Kosova ve Irak’taki askerler üzerinde denenecek.
Müzikli yastığı geliştiren bilim adamlarının açıklamasına göre MusiCure gelecekte silah ve miğferle birlikte standart donanım haline gelebilir. Şu sıralar Kosova’da bulunan 340 Danimarkalı görevliden onu bu yastığı kullanmakta. Subay Helmer Hansen, her askerin bu yastığı iki hafta kadar kullanabileceğini ve bu yastıkla uyuyan kişinin gündelik yaşamdaki tüm sıkıntılarından kurtulacağını, orman, kumsal ve dağ manzaralarıyla uykuya dalacağını söylüyor.
Aslında ‘MusiCure’ ilk olarak neredeyse on yıl kadar önce geliştirilmişti ve psikiyatrik kliniklerde kullanılacaktı. Ama biz ilk kez kullanıyoruz ve sanırım uzun bir süre daha kullanmamız yerinde olur diye konuştu Hansen.
Yüz ifadesi ve beden duruşu birbirine bağlı
Hollandalı bilim adamlarının son bir araştırmasına göre beynimiz, yüzümüzdeki ifade ve beden duruşu arasındaki farkı ayırt edememekte. Tilburg Üniversitesi araştırmacıları 12 deneğe korkulu ve kızgın yüz ifadesine kişilerin dijital fotoğraflarını gösterirken beyin reaksiyonlarını elektroensefalogramla (EEG) takip etmişler.
Daha sonra fotoğraflar üzerindeki yüzler ve bedenler değiştirilmiş. Mesela korkan bir yüz ifadesi, kızgın kişinin bedenine monte edilmiş. Deneklere her fotoğrafa sadece 200 milisaniye kadar bakmalarına izin verilirken yüz ifadelerine dikkat etmeleri ve fotoğrafların kızgınlığı mı yoksa ürkekliği mi yansıttığını bulmaları istenmiş.
Yüz ifadelerin ve beden dilinin farklı olduğu fotoğraflarda denekler karar vermekte zorlanmışlar ve bilim adamları sadece 115 milisaniye sonra deneklerin beyin akımlarında karakteristik bir sinyal kaydetmişler. Bu sinyal, beynin, yüz ifadelerini işlerken, değerlendirme için hemen başka bilgilere başvurduğunu göstermekte diyor araştırmacılar.
Bağırsak kanseri için kan testi
Amerikalı ve Alman bilim adamları bağırsak kanserinin erken evrede teşhis edilmesine izin veren yeni bir kan testi geliştirdiler. Test, tümörden kana ulaşan değişime uğramış kalıtım sekanslarını saptıyor. Bilim adamlarının açıklamalarına göre aynı test, erken tanı imkanı olmayan diğer kanser türlerine göre de geliştirilebilecek.
Baltimore John Hopkins Tıp Enstitüsü’nden Bert Vogelstein ve Almanya’daki İsrail Hastanesi’nden Kerstin David ve Hartmut Juhl yönetiminde çalışan ekip, kanın içindeki değişime uğramış kalıtımın saptanmasına yönelik bir teknikten yararlanarak, ilk önce bağırsak kanseri hastalarının kanında APC geninin mutasyona uğramış versiyonunu saptamışlar.
Bilim adamları mutasyona uğramış geni daha sonra bağırsak kanserinin daha ileri safhasında bulunan hastaların kanında da teşhis etmişler. Bu nedenle test örneğin dışkı testi kadar güvenirli değil ama kan almak daha kolay olduğu için bilim adamları testin daha kolay uygulanabilir olduğunu söylüyorlar.
Ve her ne kadar bağırsak kanseri olan tüm hastalar erken teşhis edilemese de çok sayıda ölümün önlenebileceği sanılmakta. Çünkü kanserin cerrahi müdahale ile temizlenme şansı tümörün bulunmasına bağlı.