Güncelleme Tarihi:
O dönemde İngiliz teknik direktörler yurt dışında özelliklede Danimarka'da çalışmaya başlamışlardı bile. İngilizler 1893'de İtalya'da eski Genoa'yı ve Milan'ı kurmuş ve 1898'de uluslararası maçlarını kulüpler düzeyinde yapmaya başlamışlardı. Yine İngiliz denizciler ve demiryolcular aracılığıyla, futbol Güney Amerika'ya da taşındı. Ünlü spor adamlarından Sir Thomas Lipton, Uruguay ve Arjantin arasında kendi adını taşıyan Lipton kupasını düzenledi.
İNGİLİZLER FUTBOLU TÜM DÜNYAYA yaymaya devam ederken, diğer milletlerle aralarında bariz bir fark belirdi. Bunun kanıtı İngiltereye maç yapmaya gelen Alman Milli Takımı'nın oynadığı hazırlık maçında tamamen amatörlerden oluşan takımlara 12-0 ve 10-0 yenilmeleriydi. Zaten Almanlar İngilizleri yenmek için 67 yıl daha beklemek zorundaydılar.
20 nisan 1901'de oynanan FA Cup finalini izleyen seyirci sayısı 110 802 idi. (Bu sayıyı alacak stadyum hala Türkiye'de inşa edilmedi, edilse de dolması zor).
1902 de İngiliz menejer Arthur Johnson'un önderliğinde Real Madrid kuruldu. ( Real Madrid'i bile bir İngiliz kurarken, ilk Türk spor kulübü Beşiktaş'ı kuran Şeref Bey ve arkadaşlarının değeri daha iyi anlaşılabilir.)
Tarihte ilk stadyum faciası 5.4.1902'de İskoçya'da yeni ahşap tribünü çöken İbrox park stadında yaşandı ve 25 kişi öldü.
21.5.1904'te Belçika, Fransa, Hollanda, Danimarka İspanya, İsveç ve İsviçre FİFA'yı kurdular ve Robert Guerin ilk başkan seçildi. İngiltere ancak 1 yıl sonra katıldı. Aynı yıl Boca Juniors kuruldu ve penaltı atışında kalecilerin gol çizgisinde durması kuralı kondu.
İlk uluslararası turnuva 1908 de oynanan Olimpik turnuva oldu ve favori İngiltere, finalde Danimarkayı 2-0 yenerek turnuvayı kazandı. Stockholm'de 1912'de düzenlenenen 2. turnuvayı da yine Danimarka'yı 4-2 yenen İngiltere kazandı.
1.Dünya savaşının spora darbe vurduğu yılların ardından, 1920'deki 3. Olimpik turnuvayı Belçika kazandı. Finalde 2-0 öndeyken, Çekler sahadan çekildiler. Favori İngilizler ilk turda Norveç'e elendi.
1921'de JULES Rimet FİFA başkanı oldu ve 1954'e kadar da bu görevde kaldı. Futbol hala en popüler ve parlak günlerini İngilterede yaşıyordu. Wembley'de oynanan ilk kupa finalini 200 bine yakın insan izlemişti.
1924'te kornerden direkt gole izin verildi. 1925'de ofsayt kuralı değişti ve ofsaytı bozan adam sayısı 3 den 2 ye indi.
1920 lerden sonra Avrupa ve İngiltere'de Arsenal fırtınası esmeye başlarken, daha güçlü bir fırtına Güney Amerika'nın küçük nüfuslu bir ülkesinden çıktı: 1924 ve 1928'deki Olimpik turnuvaları alan Uruguay.
Ve ilk Dünya Kupası. Bütün takımların yol masraflarını ödemeyi teklif eden Uruguay'da yapılan turnuva İtalya, Almanya, İspanya, Macarlar ve FİFA'dan ayrılan Britanya takımları olmadığından çok heyecanlı olmadı ama Arjantin'i finalde 4-2 yenen Uruguay yükselişini sürdürdü.
Ocak 1932'de dünyada transfer rekoru kırıldı ve Bernabe Ferreyra 25,000 sterline River Plate'e transfer oldu.
1930'lara kadar yenilmez olan İngiliz Milli Takımı; Madrid'de İspanya'ya 4-3 yenildiğinde uluslararası arenada ilk yenilgisini almıştı. Ama hemen sonra Paris'te Fransızlara 5-2 yenildiği maçın yankısı daha büyük oldu. Zamanın en büyük gazetelerinden Der Kicker, haberi 'Avrupa'ya bomba gibi düştü' şeklinde geçmişti. Ne de olsa zayıf Fransızlar o zamana dek İngilizler karşısında beraberlik bile alamamışlardı.
Herşeye rağmen Adalılar sahalarında çok güçlüydüler. 1931'de, Highbury'de İspanyolları 7-2 yerek bunu gösterdiler. 1934'deki 2. Dünya Kupası'nı kazanan İtalya'yı da 5 ay sonra yine aynı stadda 3-2 yendiler.
İtalyanların Dünya Kupası'ndaki başarısında gök mavilileri yeniden yaratan Vittori Pozzo kadar ev sahibi takıma müsahamakar davranan hakemlerinde katkısı az değildi. Çeyrek finalde İspanya'ya elenmekten Boğaların muhteşem kalecisi Zamora'ya faulle gol atarak kurtulduklarını iddia eden çoktu. Ertesi günkü rövanşta golü atan isimse Guiseppe Meazza idi. (Bir dönem Beşiktaş'ın da teknik direktörlüğünü yapan ve Milan ve Inter'in maçlarını yaptıkları San Siro'ya ismini veren kişi)
1938'DEKİ 3. DÜNYA KUPASI'NDA 1 AY önce Berlin'de enteresan bir karşılaşma vardı. Almanya - İngiltere. İngilizler maçı 6-3 kazandı ama tarihe, maçtan önceki seromonide tribünleri Nazi selamıyla selamlayan fotoğraflarıyla geçtiler. Kupaya ise yine katılmıyorlardı. Macarları 4-2 yenen İtalyanlar kupayı 2. kez kazandılar.
Savaş yılları futbolu yine baltaladı. 1939 yılında başlayan savaştan sonra Adalarda tüm ligler iptal edildi ve tüm sporcular askere alındı. Alman, Fransız ve İtalyan ligleri ise sürpriz bir şekilde bir süre daha devam etmeyi başardı. Bu yıllarda Latin futbolu gelişimini sürdürdü. 1942 ve 46'da Dünya Kupası düzenlenmedi. Arjantinli Juan Manuel Moreno, Adolfo Pedernera ve genç Alfredo Di Stefano bu yıllarda yetişti. Bu yılların bir diğer unutulmaz ismi de Real Madrid'e futbolcu, kaptan, sekreter, yetenek avcısı, menajer, idareci ve en son başkan olarak hizmet eden Santiago Bernabeu idi.
Savaş biter bitmez futbol yeniden başladı. 46'da İngiltere, Galler, İrlanda ve İskoçya FİFA'ya tekrar katıldı. 1950'de 4. Dünya Kupası Brezilya'daydı ve İngilizler ilk turda Amerika'ya elendi. Finali ise Maracana'da 203,500 kişinin önünde evsahibini yenen Uruguay kazandı.
1953 Kasımında İngilizleri ilk kez evinde yenen bir takım çıktı; Macarlar hem de 6-3. 1 yıl sonra da Budapeşte'de 7-1.
1954 Dünya Kupası'nı savaşı kaybeden Almanya kazandı. Sepp Herberger'in askerleri bizi 7-2 Yugoslavya'yı 2-0 avusturyayı 6-2, yarı finalde Uruguay'dan sonra finalde Macarları 3-2 yenerek başardı bunu.
Fransızlar Dünya Kupası'ndan sonra 1955'te bu defa Avrupa Kupaları'nı akıl ettiler. Ve ilk kupayı Paris'de 1956'da Real Madrid kaldırdı. 1957'de Fiorentina'yı 2-0, 58'de Milanı 3-2, 59'da Reims'i 2-0 ve 60'da unutulmaz maçda Eintracht Frankfurt'u 7-3 yendiler ve üst üste 5 kez şampiyon oldular. Puşkaş 4, Stefano ise 3 gol attı o gün. Bu arada Brezilyalılar 58'de İsveç'i 5-2 yenerek ilk dünya kupalarını kazanıyorlardı.
Real Madrid ünvanını ertesi yıl koruyamadı ve Benfica, Milanı 3-2 ile geçti. 62'de ise Benfica, Real Madrid'i 5-3 yendi. Puşkaş'ın 3 golü 2 gol atan Eusebio'nun Benficasını geçemedi.
7. DÜNYA KUPASI ŞİLİ'DE YAPILDI ve Brezilya, Çekleri 3-1 yenip kupayı ikiledi. Efsane kadro hala formdaydı. 63'de Milan ilk şampiyon İtalyan takımı oldu ve Benficayı 2-1'le geçti. 64'de Inter, Real'i 3-1 yendi ve şampiyon oldu ve Inter'li yıllar başladı. Ertesi yıl Milan'ı 1-0 devirdiler. Ama 66 yine Real'in yılı oldu. Aynı yıl düzenlenen 8. Dünya Kupası'nı İngiltere Rus hakemin de hatalı kararı ile kazandı; 4-2.
1967 'de yani , Celtic'in Interi 2-1 yenip şampiyon olduğu yıl Kayseri'deki bir maçta 41 kişi can veriyordu. Ertesi yıl Manchester United kupayı kaldıran ilk İngiliz kulübü oluyordu. 68 yılında transfer rekorunu Juventus'a gelen Pietro Anastasi kırdı. 69'da Milan, Ajax'ı 4-1, 70'de Feyenoord Celtic'i 2-1 yendi.
1969 Kasımı'nda ise El Salvador'un Honduras'ı 3-2 yendiği olaylı maçtan sonra 2 ülke birbirine savaş ilan ettiler. 1970 Dünya Kupası Pele'nin Brezilyasının oldu. Takım rahatça 3. kez şampiyon olup JULES Rimet kupasını almaya hak kazandı.
71,72 ve 73'de şampiyon Ajax'dı. Yıldızı parlayanlar Holanda futbolu ve Johan Cruyff oldu. 1974 ise Almanların yılı oldu. Dünya kupasını ve Bayern Münich'de Şampiyon kulüpler kupasını kazandı. Hollanda'nın Cruyff'u vardı ama Almanların da Kayzeri ve Gerd Mülleri. "Der Bomber" Gerd Müller 62 milli maçında 68 gol attı.
Şampiyon kulüplerde bir hat-trick de Bayern'den geldi. 1977'de Liverpool, Monchengladbach'ı 3-1 yenerek kupayı adaya götürdü. Ve ertesi yıl da Brugge'ü 1-0 yenerek 2'ledi.
11. dünya kupasını Arjantin kazandı ama herkes Cruyff oynasa sonucun farklı olacağına inanıyordu. Neden Johan, Arjantine gitmemişti? Bir söylentiye göre 74'de Hollanda Milli Takım kampında futbolcular Alman gençkızlarla havuzda çıplak yüzmüş ve şakalaşmışlardı. Ve bunu Johan'ın karısı da öğrenmişti.
1978'de transfer rekorunu Paolo Rossi ele geçirdi. 1.75 milyon sterlin karşılığı Juve'den Vicenza'ya.
İngilizler dünya kupalarında başarısızdı ama Avrupa'da fırtına gibi esiyorlardı. Liverpool'dan sonra da Nottingham Forest 79 ve 80'de ve sonra 81'de yine Liverpool, 82 de ise Aston Villa şampiyon oldu.(İlk turda Beşiktaş'ı elemişti.) Kevin Keagen Avrupa'da yılın futbolcusu olurken daha sonra yerini Kenny Dalglish'e bırakıyordu.
82 DÜNYA KUPASI'NI 3-1'LE İTALYA kazanırken transfer rekorunu 3 milyon sterline Boca'dan Barcelona'ya gelen Diego Armando Maradona kırıyordu. Gol kralı ise, Toto Nero bahis skandalına karışıp 3 yıl ceza alan şikeci Rossi idi.
83'de Hamburg, Juve'yi 1-0 la geçti. 84 de yine Liverpool. Avrupa Şampiyonu Fransa ve starı ise yılın futbolcusu Michel Platini. Aynı yıl Maradona, Barça'dan Napoli'ye yine rekor ücret 5 milyon sterlinle geçiyordu.
85'de Juve, Liverpool'u 1-0 yenerek 31 kişinin öldüğü Heysel faciasıyla kaldırıyordu kupayı.
1986 Dünya Kupası deyince akla gelen ilk isim tartışmasız Maradona. Attığı muhteşem goller ve finalde Almanya'yı 3-2 yenmeleri onu daha da yıldızlaştırdı.
87'de Steau Bükreş, 88 de Porto, 89'da Milan ve 90'da yine Milan şampiyondu. Dünya kupası panzerlerin oldu ve 5 kez Dünya Kupası oynayan , en çok milli olma rekorunu kıran ve hala oynayan Lothar Matthaus'un ellerinde yükseldi. Aynı yıl İngiliz kulüplerinin cezası sona erdi.
91'de Kızılyıldız parlarken Maradona dopingden 15 ay ceza aldı. 92'de Barcelona ilk kez Avrupa Şampiyonu oldu. Papin 10 milyon sterline Milan'a, ardında Vialli 12 milyona Juventusa geldi. Ama rekoru hemen sonra 13 milyonla Milan'a gelen Lentini aldı.
93'de şampiyon Marsilyaydı ama ünvanlarını takip eden şike skandalı yüzünden koruyamadılar. 94'de Milan Barça'yı 4-0'la hezimete uğratırken Dünya Kupası'nı penaltılarla Brezilya 4. kez aldı.
95'de Ajax kupayı kazanırken 96'da Juve'ye kaybettiler. Transfer rekorunu Alan Shearer 15 milyonla kırdı. Avrupa şampiyonu olan Almanya için iniş yılları başlıyordu o sene. 97'de Dortmund şampiyon, Ronaldo 19.5 milyon sterlinle rekortmen oldular. 98'de Real Madrid uzun yıllardan sonra tekrar şampiyon oldu. Dünya Kupası'nı ise ev sahibi Fransa ilk defa kazandı ve kupa yine kıtada kaldı. Rekor ise 23 milyonla Denilson'a geçti.
99 yılında ise son şampiyon Manchester United oldu. Transfer rekoru ise halen 31 milyon sterlinle Christian Vieri'nin elinde bulunuyordu.
20. yüzyılın son şampiyonu aynı zamanda yüzyılın en başarılı takımı da seçilen Real Madrid oldu. Barcalona'dan Real Madrid'e astronomik ücrete transfer olan Luis Figo uzun süre konuşuldu. Ama yılın futbolcusu yine de Zinedine Zidane seçildi. Transfer rekoru Parma'dan Lazio'ya geçen Hernan Crespo'ya geçti.
Yüzyılın futbolcusu ise; FİFA'nın Internet sayfasında yapılan halk oylaması sonucunda Diego Armando Maradona seçilirken, FİFA'nın kendi seçimi PELE oldu.
FUTBOL 20. YÜZYILDA BÜYÜK DEĞİŞMLER GEÇİRDİ.
Savaşlar gördü, kazalara sahne oldu. Değişen taktikler, şikeler, doping skandalları. Pek çok karizmatik isim, yıldız sporcular, teknik adamlar.
Ama hiç birşey futbolu birisi kadar ani ve büyük etkileyemedi. Bu adam Jean Marc Bosman'dı. 1990'da Liege'den Dunkerque'e transfer olmaya çalışan orta saha oyuncusuna kulubü zorluk çıkartıp tehditler edince Avrupa mahkemesine başvurdu ve uzun yıllar süren zorlu davalardan sonra kazandı ama Avrupa futbolunu da tam anlamıyla karıştırdı.
Sözleşmesi biten futbolcular artık bonservis probleminden kurtulurken, astronomik paralar kazanmaya başladılar. Örneğin Luis Figo, Barca'ya yıllık 2 milyon sterline ve futbolu bırakırken de bir 2 milyon daha, karşılığı imza attı. Aynı şakilde Steve McManaman'da Real Madrid'den ayda 55000 sterlin alıyor.
Bosman kanunlarının ikinci önemli etkisi de Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde yabancı oyuncu sınırını otomatikman ortadan kaldırmış olması. Kulüpler kadrolarında, üye ülkelerden istedikleri kadar futbolcu bulundurabiliyorlar artık.
Son olarak Avrupa Topluluğu Komisyonları'nın kontratı devam eden futbolculardan da bonservis ücreti alınamaması doğrultusundaki kararlarının ardından UEFA ve FİFA çareyi 23 yaşına kadar yetiştiricilik ücreti adı altında bir bedel alınması, ama bu yaştan sonraki transferlerde bonservis ödenmemesi şeklinde düzenleyerek, her futbolcunun bir sezonda sadece bir takımda oynayabilmesi zorunluluğunu getirmekte buldu. Yoksa futbolcular istedikleri zaman sebepsiz yere kulüplerinden ayrılabileceklerdi. Bu ise futbolu tam bir kaosa süreklerdi. Bu gelişmelerden futbolcular da sanıldığı kadar avantajlı çıkamayabilirlerdi. Sakat ve problemli futbolcular kendilerini bir anda kapı önünde bulabilecekleri gibi, hiçbir kulüp genç futbolcuları yetiştirmek için emek ve para harcamazdı.
TOPLUMDAN ÇOK SPONSORLARIN, MEDYA patronlarının ve şirket sahiplerinin güdümüne girmek zorunda kalan futbolda, anormal yüksek fiyatlar düşürülemezse; yeni yüzyılda başka kaoslar bekliyor futbolu. Umarız yanılırız da futbol 21. yüzyılda da en büyük tutkumuz ve eğlencemiz olmaktan çıkmaz.