Güncelleme Tarihi:
TÜRK futbolunu Avrupa’daki muadillerinden ayıran en belirgin özellik nedir derseniz, sanırım cevabım iki kelime olur: İstikrarlı istikrarsızlık... Durum böyle olunca, istikrarsızlık kanıksanınca, geçtiğimiz haftaki Vural/Cavcav/Ahmet Çalık olayı da çabuk unutuldu. Hemen normalleşip gündemin tozlu sayfalarında kayboldu. Oysa orada, aylarca-yıllarca üstüne kafa yorulabilecek önemli bir mesele vardı: 81 yaşındaki Cavcav’ın 63 yaşındaki Vural’la yaptığı uzun vadeli bir kontratı, 21’lik Ahmet Çalık önderliğindeki bir genç çete bozdu. Ve bu operasyon, öyle 3 gün konuşulup geçiştirilecek bir hadise değil.
KAYBETMEYİ BİLMİYORLAR
Sık sık değiniyorum, yeni nesil, bir öncekinden bayağı farklı. Bu nesil TV ile tanıştığında ekranlar renkli ve uzaktan kumandalıydı zaten. İnternetin içine doğdular. Doğumları cep telefonuyla fotoğraflanıyordu belki. Önceki neslin çalışarak-çabalayarak ettiği her şey bu jenerasyon için varsayılandı, sıradandı. Sokakta top oynamadılar çoğu, bilgisayarda oynadı.Bir kız arkadaşla tanışmak için 2 ay kafa yormadılar, strateji geliştirmediler. Telefondan mesaj atıyorlar sadece. Evetse evet; hayırsa, bir sonrakiyle denemeye devam! Kaybetmeyi bilmiyorlar, reddedilmeyi bilmiyorlar, hayal kırıklığını bilmiyorlar maalesef...
CHELSEA’DE DE YAPTILAR
Takım yönetmeyi, bilgisayar oyunuyla eşdeğer sanıyorlar. Antrenörlüğün bir grup insan idare etme sanatı olduğunun farkında bile değiller bazen. Hoşlarına gitmeyen antrenörü göndermeleri de bu yüzden çok sıradan. Chelsea’de bir grup genç futbolcu, Mourinho’yu istemedikleri için yeteri kadar mücadele etmediler ve Portekizli’nin sonunu getirdiler örneğin. Gençlerbirliği’nin 13-14 futbolcusu karar verip bir telefonla Vural’ın kontratını yok ettiler. Onlar için çok bayağı bir şey bu. Bu gençler maalesef şunun farkında değiller: O kontratı, o maaşı, idmanda ve sahada yüzde 100’lerini vermek için alıyorlar. Yüzde 100 değil 99’unu verdiklerinde aldıkları paraya araz karışıyor.Grup için yeterince mücadele etmemek, grubun geri kalanının haklarına tecavüz anlamına geliyor. Üstelik futbolda kulüplerin gelirleri, taraftarın aldığı bilete-formaya dayalı olduğu için algoritma daha da karmaşıklaşıyor: Eğer Fabregas gerçekten de bir-iki maçta bilinçli olarak yüzde yüzünü vermediyse, zarar sadece Mourinho’ya değildi. Sadece Abramoviç’e de değildi. O zarar, takım arkadaşlarınaydı. Kulübede oturanlaraydı. 80 pounda bilet alıp maça gelen Londra tren istasyonu kondüktörüneydi. Harçlıklarını biriktirip Chelsea forması alan 7 yaşındaki Ally’ye idi. Ona o formayı alabilmek için sosyal konut inşaatında fazla mesaiye kalan boyacı babasına idi. Fabregas ya da Costa bunun farkındalar mı acaba? Ya da Ahmet? Pek sanmıyorum...Esas tehlikeyse şu: Fabregas’ın-Costa’nın ya da Ahmet’in yaptığı iddia edilen şeyin bir alışkanlığa dönüşmesi. Bundan sonra 20-25’lik gençlerin istedikleri antrenörü tutup istediklerini göndermesi. Lige 5’te 0’la başlayan Gladbach’lı oyuncuların, antrenörü gönderdikten sonra 6’da 6 yapabilmeleri rahatlıkla! İşte TFF’nin hatta İngiltere’nin-İspanya’nın-UEFA’nın-FIFA’nın esas düşünmesi gereken konu bu.
Gençlerbirliği’nde başkan İlhan Cavcav, 1 saatliğine göreve getirdiği Fuat Çapa’dan sonra Yılmaz Vural’la sözleşme imzaladı. Ama 13-14 oyuncunun kendisini istemediğini neden göstererek Vural’ın anlaşmasını 5 gün sonra feshetti.
KALDIRIM MANTARLARI
FIFA’nın, UEFA’nın, FA’in veya İspanya Futbol Federasyonu’nun bu konuda alabilecekleri önlemler, ilerleyen haftalarda bu sütunda başka bir yazı konusu olacak. Bugün yerel gündemimize odaklanacağız biraz. Sebebi de basit: Problemin en büyüğü bizde. Avrupa’nın en istikrarsızı biziz. Mourinho’nun görevine son verilmeden birkaç hafta önce İngiliz medyasında Portekizli hocanın “üçüncü yıl sendromu” yaşadığına dair iddialar kaleme alınmıştı. O günlerde de yazmıştım: Üçüncü yıl sendromuyla kastedilen, bir teknik adamın çalıştığı kulüpte üçüncü sezonunda yaşadığı yaygın düşüşler. Örnekteki Jose Mourinho’nun daha önce de Chelsea’yi ve Real Madrid’i üçüncü sezonunda şampiyon yapamaması.
Böyle bir sendromu biz Türkler tabii ki daha önce hiç duymadık, sebebi de basit: Ocak 2016 itibariyle Almanya’da 6 (Weinzierl, Guardiola, Schuster, Hasenhüttl, Stöger, Hecking), İngiltere’de (Howe, Wenger, Martinez, Pellegrini, Hughes) ve İspanya’da beşer teknik adam (Valverde, Simeone, Paco, Emery, Marcelino) kulüplerinde en az üçüncü sezonlarını geçiriyorlar. Türkiye’deyse bu sayı 0 (yazıyla sıfır). Avrupa’nın top 15 liginde en düşük sayı bu...
3. SEZONUNU GEÇİREN YOK
Dünya üzerinde bir futbolcu bir sezonda iki kulüple kontrat yaptığında üçüncüyü yapmaya izni yok. Süper Lig’de bir antrenör bir sezonda iki ayrı kulüpte çalıştıktan sonra üçüncüde çalışamıyor. Ama futbolcular ve antrenörlere getirilmiş sınırlama, kulüpler için söz konusu değil. Böyle bir sınırlama önerdiğinizde de karşıt görüş şu oluyor: İngiltere’de, İspanya’da, Almanya’da böyle bir limit var mı? Hayır, yok. Çünkü gerek de yok! Orada bu tür bir hastalık var mı ki, böyle bir tedavi önerme ihtiyacı gelişsin? Londra’da kaldırımların kıyılarında koca beton parçaları var mı, arabaların iki teker çıkıp park etmelerini engellemek için? Madrid’de var mı? Yok... Ama İstanbul’da var. O beton parçaları işte Türk futbolunun içinde var olan da. O mantarlardan kurtulmak için ekstra yasa gerekiyor bu ülkeye.
TFF NE YAPMALI?
SORUNLAR belli. Çareler de öyle... Türkiye’de bir kulübe bir takvim yılında maksimum +1 teknik sorumluyla daha kontrat imzalama hakkı tanımalısınız. Aynı takvim yılı içinde üçüncü teknik sorumluyla kontrat yapamamalılar. Eğer ikinci hocayla da bir sebeple yollar ayrılıyorsa, artık içeriden genç bir antrenörle yola devam edilmeli. Böylece genç antrenörlere de fırsat doğar belki. Gladbach’taki Schubert gibi. Stuttgart’taki Kramny gibi. Bu sezon dünyanın en başarılı iki teknik adamı Guardiola ve Luis Enrique, bizde genç antrenör muamelesi gören Cihat Arslan’dan daha küçükler! Ve muhtemelen bu sezonun sonunda Devler Ligi finalinde buluşacaklar. Bu metotla Cihat Arslanlar, Okan Buruklar daha erken görev alırlar belki.
TÜRKİYE SONUNCU
Sayın Demirören saat başı teknik adam değiştirmeyi tasvip etmediğini, bu konuyu yönetim kurulunda görüşeceklerini açıkladı; ama şunu da ekledi: “Bu başkanlar, kulübe seçilerek gelmiş, kendi bütçesini harcayan kişiler. Bunlar camia... Onun için federasyon olarak limitleme yapma hakkımızın olduğunu düşünmüyorum.”
Sayın Başkan... Türkiye’de son 15 yılda şampiyonluk unvanını koruyabilen yalnızca iki kulüp var: F.Bahçe (2004) ve G.Saray (2012). Antrenörleri ise bu kulüplerde 3. yılları görebilen Daum ve Terim... Başka yok... Aynı 15 yıla baktığımızda Fransa’da-İtalya’da 8, Portekiz-Hollanda-Ukrayna-İsviçre’de 7, Almanya-Rusya’da 5 şampiyon unvanlarını korumuşlar. Türkiye, top 15 ligde bu istatistikte sonuncu... Sebebini sanırım tekrar etmeye lüzum yok.
KATI KURALA İHTİYAÇ VAR
Sayın Başkan... Şu anda Hollanda Ligi’nin yaş ortalaması 24,1... Belçika’nın 24,9, Almanya’nın ve İsviçre’nin 25,5, Portekiz’in 25,7, Ukrayna’nın 25,9, Fransa’nınsa 26,1... Spor Toto Süper Lig’se, 27,1 yaş ortalamasıyla Avrupa’nın tüm birinci ve ikinci ligleri baz alındığında en yaşlı turnuva... Bunun da sebebini sanırım hepimiz biliyoruz. Kendini güvensiz hisseden antrenörün genç oyuncuya erken forma vermesi mümkün olmuyor işte. Böyle çarpık bir düzeni iyimser tavsiyelerle, etik önerilerle düzeltmeyi umut etmek hayalcilik... Katı kurallara ihtiyacı var bu ülkenin. Acilen. Zaman kaybetmeden...