Güncelleme Tarihi:
Fenerbahçe'nin efsane futbolcusu Alex de Souza, babasının yaşamını yitirdiğini duyurdu.
De Souza, Instagram hesabından babası için duygusal bir mesaj paylaşırken, "Bana verdiğin her şey için teşekkürler. Başka bir boyutta kesinlikle buluşacağız. Biz kalanlar, yollarımızı takip etmek için gereken ışığa sahip olabiliriz. Her şey için teşekkürler. Sen çok sevdim yaşlı adam. Ve hep seni seveceğim" ifadelerini kullandı.
Alex de Souza'nın eski kulüplerinden Palmeiras ise "İdolümüz Alex'in babası Adenir Rodrigues de Souza'nın ölüm haberini büyük bir üzüntüyle aldık. Bu acıyı derinden üzüyor ve aile ve dostlarımıza başsağlığı diliyoruz" ifadeleriyle başsağlığı mesajı yayımladı.
Ertuğrul Özkök, 2011 yılında Alex de Souza'nın hikayesini anlatırken yazısında ailesiyle ilgili detaylara da yer vermişti. İşte o yazı:
9 YAŞINDAYKEN AİLESİNİ GEÇİNDİRDİ
‘Vampir’lerin istila yılıydı
1977 yılı, Brezilya tarihine ilginç bir olayla geçti. O yılın ekim ayında, ülkenin kuzeyindeki “Para” eyaletinde yaşayan insanlar, gökyüzünde çeşitli boylarda ışıklı cisimler gördüklerini iddia ettiler. Bu durum kasım ve aralık aylarında da devam etti. Yaşananlar, sadece Brezilya değil, dünya tarihine de “en büyük UFO olaylarından biri” olarak geçti. Uçan daireleri ve içinden çıkanları gördüğünü iddia eden yüzlerce tanık vardı.
Halk, gördüğü cisimlere “Chupa chupa” adını takmıştı. Bu kelimeler “vampir” anlamına geliyordu. Olay öyle dallandı budaklandı ki, Brezilya Hava Kuvvetleri, olayı incelemek üzere bir heyet oluşturdu ve bu heyet 2000 sayfayı bulan, 500 fotoğrafla desteklenmiş bir rapor hazırlamak zorunda kaldı. (1)
Anne karnında futbol oynadı
Brezilya tarihine efsane futbolcu olarak geçecek olan Alex, bu olaydan iki hafta önce, 14 Eylül 1977’de, Curitiba şehrine 18 kilometre mesafedeki “Colombo” kasabasında doğdu. Doğduğu mahalle, Brezilya sosyal gerçeğinin, o yıllardaki en çarpıcı tablolarından biriydi.
Rio’nun gecekondular olan “Favellalar” kadar yoksul ama onlardan biraz daha iyi durumdaydı. Annesi aşçıydı ve oğlunu, Curitiba’daki bir hastanede doğurdu. Daha doğrusu doğum için hastaneye gitti ve ertesi gün tekrar evine döndü.
Babası evlerde badana yapan bir işçiydi.
Alex, Colombo’da doğmuştu. Ama nerede doğdu diye sorarsanız, onun asıl doğum yeri, “yoksulluk” ve “futbol”du.
Annesi bile futbol oynuyordu. Kız kardeşleri ve teyzeleri ile kurduğu bir futbol takımı vardı. Babası da, gençliğinde futbol oynamıştı ama ondan daha çok bir futbol hastasıydı.
İşte o nedenle, “Futbola ne zaman başladın” diye sorduğumda, Alex, “Anne karnında” cevabını verdi. Doğruydu da. Çünkü annesi Leni ona hamileyken de futbol oynuyormuş.
Plajı yoktu ama kum sahası vardı
Alex doğmadan tam 2 ay önce, 14 Temmuz’da Brezilya Milli Takımı Kolombiya ile oynamış ve maçı 8-0 kazanmıştı. Bu unutulmayan maçta 4 golü, sonraki yıllarda Alex’in en büyük kahramanı haline gelecek olan Zico atacaktı. Ve kader, 27 yıl sonra onları, Brezilya’dan binlerce kilometre uzaklıktaki İstanbul’da, Fenerbahçe’de bir araya getirecekti.
Brezilya’da her çocuk gözünü plajlarda açar. Binlerce “Küçük Pele”nin plaj kumlarında oynarken çekilmiş fotoğrafı dünyanın hafızasına böyle bir klişe kazımıştır.
Alex’in doğduğu kasaba deniz kenarında değildi. Yani plajı yoktu. Ama o mahallenin de zemini kum olan basit bir futbol “tarlası” vardı. Alex’le birlikte o kum sahayı görmeye gittik. Önünde fotoğraf çektirdik. Metruk bir halde duruyor. Alex, orayı düzeltmek için bir proje hazırlıyormuş.
Futbol hayatı, bir “Brezilya Yeşilçam filmi” gibi başlamış. Yani yoksul çocuklar arasında, çıplak ayakla. Her mahallenin bir takımı vardır, ama Alex’in yokmuş. O nedenle bir üst mahallenin takımında futbola başlamış.
Kafa atarken sakın gözlerini kapatma
Yetenek, mahallelerde kolayca keşfedilen bir şey değildir. Ama insanın Alex’inki gibi bir babası olursa ve karakteri de Alex’inki gibi, “Ne istediğini bilen” bir karakter olursa, işler yoluna girer. İlk antrenmanlarını babası yaptırmış. “Sol ayağım zayıfsa topu hep sol ayağıma atıyordu” diyor.
Bütün hayatı boyunca hafızasında kalacak ve en çok işine yarayacak dersi de yine o yaşlarda babasından alıyor:
“Top kafana geliyorsa, gözlerini asla kapatmayacaksın. Kafa vururken topu nereye attığını göreceksin.”
Hayatının ilk “Principio ouro”su bu oluyor. Yani altın kuralı...
Böylece 7 yaşına geldiğinde, adam olacak çocuk belli olmuştu. Artık Alex’in “Fusbal”, yani “kapalı salon dönemi” başlıyordu. Kapalı salon, Brezilya’nın bir tür futbol okulu. Büyük starların çoğu, ahşap zeminler üzerinden başlıyor.
Babası, Alex’i, Curitiba şehrinin girişindeki “AABB fusbal kulübü”ne götürüyor. Burası Brezilya’nın en büyük bankalarından “Banco do Brasil” tarafından finanse edilen bir kulüp...
Bugünün parasıyla 50 dolar alıyordu
Hayatının ilk büyük şansını ama aynı zamanda en dramatik olaylarından birini bu okulda yaşayacaktı.
1986 yılı Alex için iyi başlamıştı. Dokuz yaşına gelmişti ve artık hocaları onda bir “futbolcu ışığı” görmeye başlamışlardı. Etrafından özel bir ilgi gördüğünü hissediyordu. Ama o yıl, hiç beklemediği bir şey olacaktı. Brezilya, tarihinin kim bilir kaçıncı ekonomik krizine girmiş ve annesiyle babası aynı günlerde işlerini kaybetmişti.
Kriz, şehirleri vurmuş ama Colombo’nun yoksul mahalleleri üzerine kâbus gibi çökmüştü. De Souza ailesinin bir kuruş geliri kalmamıştı.Bazı çocuklar, şanslı yıldız altında doğar. Allah, Alex’in ailesinin gelirini almış ama 9 yaşındaki bu altın çocuğa hiç beklemediği bir kapıyı açmıştı. Annesi ile babası işini kaybettikten üç hafta sonra hocaları Alex’i, “kulübün takımına” davet etmişti. Bunun anlamı şuydu: Cebine küçük de olsa bir para girecekti.
Bugünün parası ile 50 dolar civarında bir aylık alacaktı. O günün asgari ücretinin yarısı ediyordu. Para azdı ama işsiz aileyi bir süre geçindirebilecek miktardaydı. Nitekim, de Souza ailesi 5 ay boyunca bu parayla geçinecek ve babası yine iş bulacaktı.
Ama babası oğlunun o katkısını hâlâ aynı gururla anlatıyor.
Hocası: Ya futsal, ya futbol
1994 yılı, Alex’in hayatındaki en kritik yıllardan biri olacaktır. Yaşı 16’ya gelmiştir ve önünde çok önemli iki karar onu beklemektedir.
Bir gün eve biraz erken gelir ve babasıyla annesini karşısına alıp, onların ne zamandır endişeyle beklediği şeyi söyler:
“Okul ve futbol birlikte gitmiyor. Birinden birini bırakmam gerekiyor. Ben futbolu seçiyorum.”
Annesi, cümlenin sonunun beklemeden atılır. “Hayır okulu bırakamazsın. Futbolu bırak.”
Babası ise aynı fikirde değildir. Her Brezilyalı baba gibi, oğlunun önündeki parlak futbol kariyerini görmektedir. Tabii şunu da çok iyi bilmektedir. Futbol, bir kumardır. Başarılı olmak kadar, olmamak, hüsrana uğramak da söz konusu olabilir.
Yine de zarlar atılır ve Alex o yıl lise 2’nci sınıfta okulu bırakır.
Peki devam etseydi ne olmak isterdi?
“Bilmiyorum, onu düşünecek kadar zamanım bile olmadı. Ama coğrafya, tarih ve Portekizce derslerinde çok iyiydim” diyor.
Bundan kısa süre sonra, ikinci bir kararla karşı karşıya kalıyor. O günlerde kapalı salondaki futbol hocası, şimdilerde “Sao Paulo” takımının teknik direktörlüğünü yapan Carpegiane. Alex’i karşısına alıp soruyor:
“Artık bir karar vermen lazım. Ya futsal, ya futbol...”
Yani ya kapalı salonun ahşap zeminlerinde ya da çim sahalarda top koşturacaksın.
İşte bu tarladan çıktı
Alex de, binlerce küçük Pele gibi kumda yetişen Brezilyalılardan. Ama bu plaj değil, sahili olmayan bir kasabanın kumuydu. Alex, önünde poz verdiği işte bu kum tarlasından çıkıp, dünya yıldızı oldu. Babasının, “Topa kafa vururken sakın gözlerini kapama” sözlerini de burada kafasına kazıdı. Tel örgüleri yırtık, metruk gibi duran bu kum tarlasında şimdi başka çocuklar hayallerinin peşinde topa vuruyor ve “baba” nasihatlerini kafalarına kazıyor.
Aşçı anne, badanacı baba ve turşu rafları
ARABAMIZ 1011 numaralı evin önünde durduğunda, kendimi, çocukluğumun Akhisar’ına gelmiş hissediyorum. Açık yeşile boyanmış bir evin önündeyiz. Küçük bir avlusu ve demir parmaklıklı kapısı var. İçerden köpek sesleri geliyor.
Alex, zili çalıyor ve içerden başında şapka, üzerinde manto güler yüzlü bir kadın çıkıyor. Karşımızdaki kadın, Alex’in annesi Leni Vieira dos Santos de Souza.
Yüz ifadesi aynen Alex. Oğluna sarılıyor. Dar avluyu geçip, evin içine giriyoruz. Sağ tarafta dar bir oda var. Duvarda, Alex’in futbola ilk başladığı yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı asılı. Şehrin takımı Curitiba’nın formasıyla çekilmiş.
Onun hemen yanında, küçük bir bankoyla kesilmiş açık mutfak kesimine geçiyoruz. Bankın üzeri ve raflar, kırmızı biber turşusu kavanozlarıyla dolu.
Baba, tipik bir Ege köylüsü gibi
Biz oraya bakarken babası geliyor. Tipik bir Ege köylüsü. Elimi sıkarken ellerindeki nasırları hissediyorum. Babasının adı Anedir Rodriquez de Souza. Üzerinde kırmızı bir kazak var. Fotoğraf çekeceğimizi söyleyince, hemen içeri gidip üzerine bir palto giyiyor.
“Turşuları siz mi yapıyorsunuz” deyince, “Evet” diyor ve hemen iki kavanozu alıp, plastik bir torbaya sarıp bize veriyor.Sonra salonun tam karşı tarafına geçiyoruz. Küçük bir barı var ve arkasındaki raflarda çeşitli içkiler duruyor. Tabii ki en fazla “Cacaçhas” şişesi görüyoruz. Bir tür Brezilya rakısı.
Oturup sohbet ederken, herkesin aklına gelebilecek soruyu düşünüyoruz. Ama orada sormayı nazik bulmuyoruz. Milyonlarca dolar transfer parası alan Alex, annesi ve babasının burada yaşamasına nasıl izin veriyor?
Bu sorunun cevabını birazdan, Curitiba’ya dönerken sorup alacağız.
Biz mahallemize dönmek istiyoruz
Alex, anne ve babasını Colombo’dan çıkarıp, Curitiba’da güzel bir eve yerleştirmek istemiş. Bir ev almış, oraya yerleşmişler ancak kısa süre sonra “Biz mahallemize dönmek istiyoruz” deyip buraya dönmüşler. Alex 3 kere evlerini taşıtmış, üçünde de dönmüşler.
Anne ve babası evlerini ilk defa bir gazeteciye açıyorlar. Oğullarının posteri önünde birlikte poz verirken, ne kadar iftihar ettikleri açıkça belli oluyor.
Oturdukları Colombo, eskiden daha az nüfusu olan bir yermiş. Şimdi neredeyse Curitiba şehriyle birleşmiş. Nüfusu iyice artmış ve suç oranı eskisine göre çok daha fazla yükselmiş. Alex’in anneannesi de bir aşağı mahallede oturuyor.
Annesi Curitiba şehrinde bir otelde aşçı olarak çalışıyor. Babası ise badanacı. İkisi de hâlâ çalışıyor. Oğullarından herhangi bir yardım istemeyecek kadar da onurlular. Annesi bir defa Türkiye’ye gelmiş. Babası ise hiç gelmemiş. Nedeni ise çok basit. Uçağa binmeye korkuyor.
Bu evde büyüdü
Alex’in evinin önünde bu pozu veriyoruz. Evin iç avlusunda iki ağacın gölgelediği mavi kapılı, beyaz boyalı tek katlı bir ev daha var.
Okulunu hiç aksatmazdı
ALEX’in futbol hayatındaki en önemli yerlerden biri olan AABB adlı kulübün başkanı Carlos Roberto Socha bizi kapıda karşılıyor.
Top oynadığı salonu geziyoruz. Okul Alex’le iftihar ediyor. Onun için özel bir poster hazırlamışlar. Bize okulu gezdiriyor. Soyunma odası tertemiz. Lavabolar, duşlar pırıl pırıl çini ile kaplanmış. Çok küçük çocuklar için alçak pisuvarlar bile hazırlanmış. Orada öğreniyoruz ki, soyunma odasını Alex para vererek yeniletmiş.
Kulüp başkanı Alex’i şöyle anlatıyor:
“Her gün salona gelip antrenman yapardı. Colombo’dan buraya gelmek kolay değildi. Uzun süre otobüs bekler, yine otobüsle dönerdi.”
Bizi arka tarafta, ev gibi küçük bir yere götürüyor. Bir bölümü mutfak öteki tarafı ise odaymış. “Alex öğle yemeklerini burada yerdi. Bu evde başka şehirden gelmiş 3 çocuk futbolcu daha kalırdı. Onlar burada kaldığı için yakında bir okula yazdırmıştık. Okul çok yakın olduğu halde yine de ekerlerdi. Alex’in okulu Colombo’da olduğu halde okulu hiç ekmezdi. Çok disiplinli bir çocuktu”.