Güncelleme Tarihi:
Erdoğan Aksoy yazıyor |
Daha önceki maçlarda olduğu gibi bu sefer Fatih Terim maçın önüne geçmedi. Şapkadan tavşan çıkarma arayışına girmeden nispeten dengeli bir takım çıkarmıştı sahaya. Tek eleştirilebilecek tarafı defansa sol ayaklı bir futbolcu almak yerine, gözümüzün önünde pek de olmayan Caner’i sahaya sürmesiydi. Bu maçın bir hazırlık müsabakası olması sebebiyle bu fikrine de saygı duyulması gerektiğini söylemeliyiz.
Maça fırtına gibi başladı Ulusal Takımımız. Drogba’yı seyretmek için bu maçı merakla bekleyen futbolseverlerin gözlerinin pasını bizim çocuklar sildi ilk 45 dakikada. Ne kadar da özlemişiz Tuncay’ı. Bir tarafta Gökhan Gönül, Hamit, bir tarafta ise Arda, Tuncay. Meslektaşlarına nazire yaparcasına Gökhan Ünal – Semih ikilisine görev vermişti cesurca Fatih Terim. Ortada Aurelio eskisi gibi bir oraya bir buraya koşup, arkadaşlarının açıklarını kapatmaya çalışıyordu. Caner de gençliğinin verdiği enerjisi ile kendisine yardım etmeye çalışıyor, şansını iyi kullanmak istiyordu. O kadar zengin ki takımımızın sağ cenahı, Avrupa’daki rakiplerimizi bile hasetinden çatlatır cinstendi.
Mükemmel bir gole imza attı Gökhan Ünal. Eğer takım arkadaşları ilk yarıda biraz dikkatli olabilseler fark bile yakalayabilirdi takımımız. Gerçekten de oyuncularımıza tek tek baktığımızda hepsinin de bir yıldız olduğunu görürüz. İşte tam da burada madalyonun öteki yüzüne bakmamız, ‘Ama’ ile başlayan cümleler kullanmamız gerekiyor. Çünkü günümüzde oynanan futbol, eskinin futbolu değil. Artık futbolda bile “zor oyunu bozuyor”. Avrupa takımlarının bir çoğu hızlı ve atletik futbolcuları ile orta sahada çabuk, kısa paslarla oynuyor. Herkes 90 dakika koşuyor, “ben yıldız futbolcuyum, diğer futbolcular koşsun, ben kritik yerlerde devreye girerim” yanlışına girmeden mücadele ediyor.
Maalesef Fildişi Sahilleri bile futbol dersi verdi futbolumuzu yönetenlere. İkinci 45 dakika boyunca tüm çıplaklığı ile yüzümüze vurdu futbolumuzun içinde bulunduğu durumu. Tam anlamıyla eski ile yeninin izleri vardı sahada. Fildişi Sahilleri’nin futbolcuları modern futboldan dersler verdiler. Yüzümüze vurdular tüm eksiklerimizi. Gerçi ikinci yarıda futbolcu değişikliğinden oynamaya fırsat bulamadık ya neyse. Sürekli soğudu, konsantre olamadı takımımız. Dakika başı futbolcu girdi sahaya. Oyuna sonradan giren bu futbolcuların taze kuvvet olması gerekirken, iyice düşürdüler tempoyu. Yine de bir hazırlık maçında alınması gereken dersi aldığımızı söyleyebilirim. İkinci yarıdaki kötü futbolumuz ve yenen son dakika golünün bir sebebi olmalı. Birdenbire stop eden bu makinenin durmasının bir nedeni olmalı: Aslına bakarsanız bu sonuç ve maç, ligimizde sık sık tekrarlanan hastalığımızın bir temayülü idi. Ligimizdeki takımlar nasılsa Ulusal Takımımız da öyle idi doğal olarak. Diğer takımlarımız nasıl düşük tempoda koşmadan oynamaya çalışıyorsa ikinci yarıda da takımımız o şekilde oynadı kısacası.
Maçın ikinci yarısı tek kale maça döndü deyim yerindeyse. Kaleci Volkan tek başına karşı koydu rakip ataklara. Hata yaptığı, boşa çıktığı, tayming hatası yaptığı anlarda da şansı yaver gitti, kalesinde golü görmedi. Ta ki son dakikaya kadar. Rakip takım hakkı olan golü atarak, şapkamızı önümüze koyarak düşünmemizi sağladı. Zaten bir hazırlık maçının verebileceği daha iyi bir ders ne olabilir ki…?