Güncelleme Tarihi:
Bence kurtulmaz, kurtulmamalı, tamamen unutulmalı, ama... Evet işin bir de aması var. Geçen hafta, The Sunday Times'ın ‘‘Culture’’ ilavesinde yayınlanan ‘‘Oh no, it's the Euro show’’ başlığıyla bir haber yayınlandı. ‘‘Nayır, nolamaz, Euro show’’ şeklinde Türkçeye çevrilebilecek bu başlığın altında yazılanlar, kelimenin tam anlamıyla kanımı dondurdu.
Yazı, Eurovision'un giderek ‘‘cool’’ bir yarışma haline geldiğinden, bu yıl İngiltere'de düzenlenecek yarışmayı gözde sunuculardan Terry Wogan ve Büyük Britanya'nın son seks sembolü Ulrika Jonsson'ın sunacağından, insanların artık Eurovision seyretmekten utanmadıklarından hatta bundan keyif aldıklarını açıkça belirtir hale geldiklerinden falan bahsediyordu.
Açıkçası önce ‘‘İngilizler geçen yıl Eurovision'u kazandılar. Bu utançla yaşayamayacaklarını fark ettiler. O yüzden de Eurovision'u matah bir şey gibi göstermeye çalışıyorlar’’ diye düşündüm. Ama yazılanlara bakılırsa, Eurovision hakikaten imajını yenileyerek, seyredilebilir ve dinlenebilir bir yarışma haline gelmeyi amaçlıyor. Bu da beni korkutuyor.
Şimdi diyeceksiniz ki; ‘‘Kardeşim, nedir senin bu yarışmayla alıp veremediğin?’’. Hemen açıklayayım... Öncelikle ‘‘Eurovision'da yine rezil olduk’’, ‘‘Hakkımızı yediler’’ türü haberler okuyarak büyüyen, Eurovision'da kaybettik diye uykuları kaçmış, 12 puan verdiler diye Malta'yı sevmiş, diğer pek çok ülkeden nefret etmiş bir kuşağa mensup olduğumu söylemeliyim.
Niye önemsediğimizi bile anlayamadan, berbat şarkıların yarıştığı Eurovision'u dünyanın en önemli eğlence olayı yerine koyduk. The Sunday Times'daki yazıyı okurken Ankara Arı Stüdyoları'ndan Dublin'e, Lizbon'a vs. sürüklenip durdum. Bu arada aklımdan ‘‘Royaume-Uni deux points (Memleketimizde ‘‘Ruayo Müni dö puan’’ diye bilinir), ‘‘Bu yıl kendi motiflerimizi taşıyan bir şarkıyla katılalım, daha iyi’’, ‘‘İsrail olayı kaptı, hareketli, fıkır fıkır şarkılar iş yapıyor’’, ‘‘Müslümanız diye puan vermiyorlar bize’’ türü yüzlerce manasız cümle geçiverdi.
Her yıl bir öncekinden daha kötü bir şarkıyla katılmayı başardığımız, bu arada milletçe bir onur mücadelesine çevirdiğimiz bu yarışma, zaman içinde giderek çaptan düştü. Bu düşüşte Türkiye'nin eğlence yelpazesinin genişlemesi -daha mı iyi oldu diye sormayın-, özel televizyonlar vs. tabii ki etkili oldu.
İnsanlar Eurovision'u takip etmekten bıktılar, Eurovision haberleri gazetelerin birinci sayfalarından iç sayfalara düşmeye başladı, Eurovision gediklisi şarkıcılar ısrarlarından vazgeçtiler falan filan. Eurovision zaman içinde ‘‘sanki hiç yaşanmamış’’ konumuna geldi. Bunu desteklemek için size şu soruyu sorayım: ‘‘1990-1997 arasında Türkiye'yi Eurovision'da temsil etmiş şarkılardan üçünü sayınız’’. Biraz sınav sorusu gibi oldu, ama önemli olan o değil. Önemli olan cevap verip veremediğiniz. Kendi adıma bir tanesini bile hatırlamadığımı ve bu durumdan çok memnun olduğumu söyleyebilirim.
Biraz ileri gittiğimi düşünebilirsiniz ama Türkiye'nin geçen yıl Eurovision'da tarihinin en iyi derecesini yapmış olması beni hiç sevindirmedi. Amacım kazanılmış başarıyı küçümsemek değil. Sıkıntım bu başarının, Eurovision'u yeniden gündeme getirmesinden kaynaklanıyor. Hele bir de The Sunday Times'daki yazıyı görünce, iyice paniğe kapıldım. Siyah-beyaz televizyon, ‘‘Opera’’, elde kağıt-kalem puan toplamalar, ‘‘Petrol’’ vs. bir anda üstüme geldiler... Sıkıntım bundan ibarettir, oh be!