Güncelleme Tarihi:
Sırp teknik adamın, Fenerbahçe taraftar sitesi antu.com'da yer alan röportajı şöyle:
"BAŞKAN BENİ ARADI VE 3 YILLIK BİR TEKLİF YAPTI
Şimdi bütün detayları burada söylemek çok doğru değil ama sezonun bitiminde başkan beni aradı, 3 yıllık bir teklifle bana geldiler. Tahmin ediyorum özellikle benim yurtdışındaki bağlantılarımı da dikkate alarak ve benim şu ana kadar yapmış olduğum işleri de dikkate alarak, ellerindeki bu genç kadroyu bana teslim etmek istediklerini söylediler.
Diğer taraftan bizim yerli genç oyuncularımızın yanına dışarıdan da oyuncuları koyarak yeni bir kadro oluşturduk. Buradaki hedef de, önümüzdeki yıllarda sadace Türkiye Ligi`nde şampiyon olan bir Fenerbahçe değil, büyük bütçelere sahip büyük takımlara karşı oynayarak, sadece Türkiye Ligi, Türkiye Kupası değil, ileride Avrupa`da hedefleri olan bir takım yaratmaktı.
Bundaki amaç da, önümüzde çok büyük bütçeli rakipler vardı. 25-30 milyon Euro gibi bütçelerle yola çıkan rakipler vardı. Bunlarla oyuncu pazarında başetmek mümkün değil. Dolayısıyla biz bu takımı oluştururken genç, ileride bu markette çok değer kazanacak yetenekli oyuncuları bir araya getirerek, bu rakiplerle başedebilmeyi hedefledik.
GENÇLERLE, TECRÜBELİ OYUNCULARI KAYNAŞTIRDIK
Tabi kaliteli yabancıların yanına bizim genç Türk oyuncularımızın yanına Emir Preldzic ve Gaspar Vidmar`ı da ekleyerek gelişimlerini ve büyümelerini beraberce sağlamayı düşündük. Bu sene Marques Green ve Devin Smith gibi takım oyuncusu olan, kaliteli oyuncuları kadromuza ekledik.
Bunların yanında star oyuncu diyebileceğimiz Giricek`i transfer ettik. Ama Giricek çok ciddi bir örnek bizim genç oyuncularımız için. Çünkü Gricek gerçek bir star ama star gibi davranmayan, takımın gerçek bir üyesi, gerçek bir çalışanı gibi davranan bir oyuncu. Bu nedenle genç oyuncularımıza iyi bir örnek oluşturuyor.
Bir de bütün bunlara destek olarak da bizim üç tane çok önemli, tecrübeli Türk oyuncumuz var. Damir Mrsic, Mirsad Türkcan ve Ömer Onan gibi. Şimdi bizim teknk anlamda transfer politikalarımızın bir özeti aslında. Çünkü takımın iki ayrı yüzü var, biri genç biri tecrübeli diye. Dolayısıyla tecrübeli oyuncular kendi tecrübelerini gençlere aktarırken yavaş yavaş da bu transfer politikasının devamını sağlamış olduk.
BU KADAR SAKATLIĞI ÖNGÖREMEDİK
Bu arada çok ciddi sakatlıklar yaşadık. Örneğin geçen sene Semih Erden`in çok uzun süren bir sakatlığı oldu. Bu sene Ömer Aşık`ın uzun süren bir sakatlığı var. Bunu bir mazeret olarak değil ama şunun için söylüyorum, bir oyuncunun geliminde antrenman yaptığı süre ve yaptığı maç sayısı çok önemli. Sakatlıklar bir anlamda onların gelişine ara verdiren durumlar. Dolayısıyla oyuncuların sağlıklı bir şekilde antrenman yapmaları ve maç oynamaları hem kendileri açısından hem bizim açımızdan çok büyük önem teşkil ediyor.
Bu işi bir endüstriyel bir yatırım gibi düşünürsek, bir çok şeyi öngörmeniz mümkün ama sakatlık gibi bazı hataları öngörmeniz çok mümkün olmuyor. Dolayısıyla biz işi planlarken bazı hataları öngörüyoruz ama maalesef bunlar beklenmedik hatalar oldu. Ben inanıyorum ki bu sakatlıkların, problemlerin üzerinden bir bir geleceğiz ve yeniden tam bir takım haline geleceğiz.
SAKATLARIN DURUMU
Ömer Onan büyük bir ihtimalle önümüzdeki hafta antrenmanlara başlayacak öyle gözüküyor. Forma girebilmesi için entrenmanlarda biraz zaman gerekiyor. Semih başlayabilir mi başlayamaz mı onun durumu bugün (dün) netleşecek. Dün bir tomografi olmuştu sonuçları bugün (dün) çıkacak. Ömer Aşık`ın durumu biraz ağır, çapraz ve yan bağlardan ciddi bir ameliyat geçirdi muhtemelen Şubat`ın ortalarına doğru antrenmanlara başlayabilecek. Serhat`ta bel fıtığı başlangıcı var. O da büyük bir ihtimalle bu hafta sonu antrenmanlara başlar diye tahmin ediyoruz. Giricek de bir hafta ile 10 gün arasında antrenmanlara ful başlayacak diye düşünüyoruz.
ÖNCE FENERBAHÇE`YE HİZMET EDECEKLER
Biz bu yüzden zaten bu oyuncularla kısa vadeli kontratlar yapmadık. 4 yıl gibi uzun vadeli kontratlar yaptık. Tabi bir dönem gelecek mutlaka buradan ayrılacaklardır ama öncelikle Fenerbahçe`ye hizmet edecekler ve ondan sonra ayrılacaklardır. Preldzic ve Gaspar Vidmar bu anlamda bizim Oğuz Savaş, Semih Erden ve diğer genç Türk oyuncular gibi, onlardan hiç ayırt etmiyoruz. Onları da bizim yerli oyuncularımız gibi görüyoruz. Ki aralarındaki ilişki de zaten o şekilde.
Bunların hepsi uluslararası oyuncular olmasına rağmen. Sloven Milli Takımı oyuncuları, Türk Milli Takımı oyuncuları... Aralarındaki ilişkiyi ve takımla olan bağlarını çok basit bir örnekle izah edeyim; bizim malzemecimiz Erkan Karaca, biz yurtdışına çıkarken bir çok valizle çıkıyoruz. Onları Erkan`ın tek başına taşıması mümkün değil. Emir Preldzic, Gaspar Vidmar, Oğuz Savaş, Ömer Aşık, hepsi bu çantaları taşırken Erkan`a yardımcı oluyorlar. Dışarıdan baktığınız vakit sanki bunlar uluslararası A milli takımlarda oynayan oyuncular değil de bir yıldız takım oyuncusu gibi alçak gönüllü ve çok düzgün sporcular. Bu örnek aslında bize bu oyuncuların ne kadar bu kulübün içinde yer aldığını ve bu kulübün etik değerleriyle yetiştiğini gösteriyor aslında.
ENES FENERBAHÇE`NİN SEMBOL İSMİ OLACAK
Enes Kanter de diğer Türk oyuncular gibi takımın yapısında bir anlamda yapıştırıcı işlevi gören oyunculardan bir tanesi. O yüzden çok ciddi bir yatırımımız söz konusu Enes`e. Enes kendi yaşına göre çok zeki, çok akıllı bir oyuncu. Çok yetenekli bir oyuncu. Oynadığı yıldızlar- gençler kategorisinde hem milli takım düzeyinde her zaman en değerli oyuncu MVP seçilen bir oyuncu.
Fakat buna rağmen alçak gönüllülüğünü elden bırakmayan, takım arkadaşlarıyla beraber, takımın bir parçası olarak oynamayı seven, tıpkı az önce verdiğim Erkan Karaca örneğindeki gibi alçak gönüllü bir oyuncu. Çok sert ve kuvvetli bir oyuncu. Bütün bu özellikleriyle A takım seviyesindeki basketbola çabuk adapte oldu ve biz de bütün bunları alt alta koyduumuzda ortaya çıkan sonuç yüzünden süre veriyoruz, o yüzden şans veriyoruz A takım maçlarında. Ciddi şans alıyor.Dolayısıyla ileride bizim kulübümüze mal olacak isimlerden biri de Enes Kanter olacak diye düşünüyoruz.
HAKAN BELLİ BİR STANDARDI YAKALAYAMIYOR
Hakan Demirel`in temel olarak problemi oyun içerisinde bir standardı yakalayamaması. Bunu da şöyle izah edeyim; sadece teknik anlamda değil, bizim ondan beklentimiz, çevresinde şu anda bizim point guardımız olan Marques Green gibi kolay sayı yapacak oyuncular var, bu oyuncuları oynatmasını, bu organizasyonu yapması, takıma saha içinde önderlik etmesi, takıma bir anlamda beyniyle hükmetmesi. Bu çok önemli bizim için. Fakat Hakan daha bunu tam oturtabilmiş değil. Dolayısıyla bu yüzden az süre alıyor.
Fakat Hakan gerisinde çok ciddi bir birikim olan ciddi bir çalışma olan bir oyuncu. Yatırım yaptığımız bir oyuncu. Hakan sahaya çıktığında daha tutarlı, daha standardını yüksek tutarak oynayabilirse, örneğin; en iyi savunmacı Hakan olmalı, takıma hükmeden oyuncu Hakan olmalı. Takıma bir anlamda aldığı pozisyon gereği, oyun kurucu pozisyonu gereği liderlik etmeli. Biz Hakan`dan bunları bekliyoruz. Tabi zaman zaman Hakan`ın bunları kaçırdığı oluyor, kafasında bunları oturttuğu gün Hakan daha fazla süre alıp daha iyi oynayacaktır.
Tabi oynadığı pozisyon gereği Hakan`ın şöyle bir sıkıntısı da var; bu pozisyon çok zaman alan bir pozisyon. Basketbol bilgisinin tam olması, oyunun her aşamasına her parametresine hakim olması gereken bir pozisyon. Çünkü play-maker çok önemli bir pozisyon demek, takımın beyni. İçerideki bir oyuncu örneğin; Ömer Aşık, her sene 3 sınıf geçiyor diye düşünün, Ömer Aşık çok kısa bir şekilde o sınıfları geçerken, Hakan biraz daha uzun sürede atlaması gerekiyor. Çünkü Hakan her pozisyonun bilgisine hakim olmak zorunda oyun kurucu olarak ama Ömer Aşık`a bir iç oyuncu olarak sadece kendi pozisyonunun bilgisine sahip olmak yetiyor. Yani oyun kurucu pozisyonundaki bir oyuncunun olgunlaşması için daha uzun bir süreç gerekiyor.
Benim sık kullandığım, memleketimde de sık kullanılan bir espri vardır; bilmiyorum ne kadar doğru olur bu durumda? Ben basketbolun her parametresine bilen oyunculara zaten "hafız" diyorum. Hakan`ın "hafız" olması için biraz daha zaman geçmesi lazım.
MARQUES GREEN TAM BİR "HAFIZ"
Aslında ben bütün antrenörlük hayatım boyunca hep uzun oyuncuları örneğin 2 metre 5 santimlik guardları kullanmaya çalıştım. Bu içten içe benim çok arzu ettiğim bir şeydir de zaten... Örneğin Bodiroga bende 2 yıl play-maker pozisyonunda oynadı. Preldzic`i de zaten çok sık kullanıyoruz play-maker pozisyonunda. Şimdi Emir oyun kurucu değil de ne diye düşünüyorsanız? Sadece forvette veya içerde 4 numaralı pozisyonda olabilir Emir ama örneğin son maç hem guard hem forvet hem de point forvet pozisyonunda oynayarak 7 tane asist yaptı. Şimdi bu Emir`in oyun kurucu özelliğini gösteren bir parametre.
Marques Green`e geri dönecek olursak, onu tercih etmemizdeki en büyük etken, bizim genç oyuncularımzın şu andaki ve gelecekteki gücünü daha çok ortaya çıkartmak için. Çünkü Marques Green takım için oynayan bir oyuncu, çok gerekmedikçe rol alıp saha içinde kendini göstermeye çalışan bir oyuncu değil. Takım arkadaşlarını ve çevresindeki oyuncuları büyütmek için oynayan bir oyuncu. Bu sadece genç oyuncular için değil, takımdaki tecrübeli oyuncular için de gerekli bir şey.
Marques Green işte biraz önce söylediğim "hafız" bir oyuncu. O gerçek bir hafız. Oyunun her bölümünü çok iyi bilen, çok iyi analiz eden bir oyuncu. Oyunun gidişatına göre de sorumluluk alan veya sorumluluk alacak oyuncuyu bulabilen bir oyuncu. Dolayısıyla kendi prensibimi geride bırakarak ben hayatımda ilk defa kendimden daha kısa bir oyuncuyu aldım.
VİDMAR TAKIMIN "PİS İŞLERİNİ" YAPIYOR
Şimdi Emir için taraftarın gönlünü kazanmak biraz daha kolay. Çünkü Emir, yeteneğiyle bazan maç içinde çok sürpriz paslar, çok spektaküler işler yapan bir oyuncu. Ben ona "basketbolla şakalaşıyor" diyorum. Dolayısıyla Emir için yeteneğini taraftara göstermek çok büyük bir sorun değil ve bu taraftarı etkileyen bir durum. Çünkü yeteneğini ortaya koyuyor fakat Vidmar, bizim "pis işler" dediğimiz işleri çok iyi yapan bir oyuncu.
Çok farklı tipte bir oyuncu, pozisyon olarak da çok farklı, yetenek olarak da çok farklı. Vidmar kendi pozisyonu için çok çabuk ve atletik bir oyuncu. Güçlü bir oyuncu. Ben her zaman rakip takımın en güçlü oyuncusunu Vidmar`a veriyorum. O bizim "pis iş" dediğimiz, görünmeyen, istatistiğe çok yansımayan, skora yansımayan işleri çok fazla üstlenen bir oyuncu. Çabuk savunmaya dönen, çok mücadele eden, çok çalışkan bir oyuncu maç içinde. Dolayısıyla Vidmar`ın seyircinin gözündeki durumu belki de bunlardan kaynaklanıyor.
Bizim şöyle bir şansımız var aslında. Bizim bütün genç uzunlarımız birbirinden farklı özelliklere sahip. Her biri birbirinden farklı ve bu zaman zaman oyun içinde bize sıkıştığımız noktalarda bir avantaj da getiriyor. Bu farklı özellikler bir anda ortaya çıkıp ritmi bizim lehimize çevirebiliyor. Örneğin, Oğuz ve Semih ofansif olarak daha yetenekli, daha becerikli oyucular, Ömer Aşık ve Vidmar hücumda Oğuz`un ve Semih`in gerisindeler ama savunmada Oğuz`un ve Semih`in önündeler. Dolayısıyla olaya böyle baktığımız vakit Vidmar`ın da takım kimyasına büyük bir katkısı var ama maalesef bu saha içinde kendini gösteren bir durum değil.
FENERBAHÇE`DE DOĞMUŞ OYUNCULARLA BÜYÜYECEĞİZ
Biz hiç bir zaman, konuşmamızın başında bahsettiğim teknik politikadan dolayı transferlerle açıklarımızı kapatmayı düşünerek hareket etmedik. Biz şu anda bu genç oyuncularla çalışıp, onlarla beraber büyümek istiyoruz. Çünkü şu anda Avrupa pazarında bir oyuncu transfer etmek çok ciddi rakamlar ödemeyi gerektiriyor. Yani bir sene bu parayı harcayabilirsiniz, örneğin 2 milyon Euro`yu bir oyuncunun bonservisi için verebilirsiniz ama bir sonraki sene oyuncu burdan gittiğinde hiç bir şey elde edememiş olursunuz ve Avrupa sıralamasında 20. takım haline gelebilirsiniz. Kendi yetiştirdiğimiz oyuncularla bir anlamda kendi ürünlerimizle Avrupa`nın ilk 4 ilk 5 takımı arasında yer almak istiyoruz.
Takım içindeki bir açığı kapatmak için dışarıdan oyuncu transfer etmek yerine, kendi yetiştirdiğimiz, Fenerbahçe`de doğmuş oyuncularla yola devam etmek istiyoruz. Bu bize büyük bir avantaj sağlayacak. Düşünsenize bu sene kurduğumuz takımı tamamen koruyup bir sonraki sene devam ettiğimizde çok daha farklı bir atmosfer, çok daha farklı bir takım göreceğiz hep beraber. Bizim de hedefimiz, bizim de gayemiz zaten her sene yapılan transferler değil, nokta atışlarıyla yapılan transferler ve uzun vadeli planlar.
SOLOMON`UN NBA`YE GİTMESİ FENERBAHÇE`NİN PRESTİJİ
Şimdi herşeyden önce Will Solomon kendisi ayrılıp NBA`de oynamak istediğini deklare etti. Bu durum öncelikle bizim seçimimiz değil. Birincisi bu... Tabi her Amerikalı oyuncunun hayali NBA`de oynamak maalesef. Biliyorsunuz Solomon 100. yılda başında Aydın Örs`ün bulunduğu kadroya gelmişti. O seneden başlayarak geçen yılda dahil olmak üzere bu takımda çok ciddi bir gelişme gösterdi. Yani onun bir NBA oyuncusu olmasına hem Aydın Örs`ün hem geçen senenin büyük katkısı oldu.
Tarence Kinsey de keza öyle. Geçen sene geldi ve büyük bir gelişim göstererek tekrar Cleveland`a döndü. Biz da onları takip ediyoruz. Şu anda büyük bir zevkle izliyoruz onları. Bu bir anlamda bizim kulübümüz açısından bir prestij çünkü iki tane oyuncumuzu NBA`in iyi takımlarına gönderdik. Genç oyuncularımız yeteneklerini işte bu draft`lerde bir anlamda tekrar ortaya koydular. Dolayısıyla bunu Fenerbahçe açısında da önemli diye görüyorum çünkü Fenerbahçe de bu anlamda sesini duyuruyor ve prestij kazanıyor diye düşünüyorum.
İBRAHİM KALSA GENÇLERE "SÜT VEREMEZDİK"
İbrahim`in takımdan ayrılışı zaten bildiğiniz gibi, bazı özel sebeplerden dolayı Aralık ayında gerçekleşti. Bu ayrılık bu sezon olmadı geçtiğimiz Aralık ayında oldu. Takımda yeni bir yapılanmaya girmiş bulunduk. Örneğin, Ömer Onan herkesçe takımın en iyi savunmacısı diye bilinirken bir anda finalin top-skoreri haline geldi ve müthiş bir gelişim gösterdi. Diğer taraftan da bu ayrılığa teknik politika dediğimi ve konuşmamızın genelinde hep vurguladığımız şeyin devamı gibi düşünebiliriz.
İbrahim bir kere büyük bir oyuncu. Ben daha Türkiye`ye gelmeden önce İbrahim`i bir anlamda taraftar gibi izliyordum. Onun büyük bir fanıyım, hayranıyım ben de. Dolayısıyla İbrahim`e 20-25 dakika süreyi vermem gerekiyordu ama öyle bir pozisyonda yani Ömer`in, Emir Preldzic`in, diğer genç oyuncuların işte Hakan, Serhat gibi genç oyuncuların bazan haketmedikleri kadar aldıkları süreler var. Ben bu duruma "süt vermek" diyorum. Böyle bir benzetme yapıyorum çünkü biz bir anlamda bu genç oyuncuları büyütmeye çalışıyoruz.
Dolayısıyla İbrahim böyle bir kadro sıkışıklığının içinde yer aldığında ona vereceğimiz 20-25 dakika süre çok ciddi bir sıkıntı yaratacaktı. Bu problemi çözemeyecektik. Çünkü Gordon Giricek ve Devin Smith gibi iki tane kaliteli yabancı da aldık o pozisyona. İbrahim de geldiği vakit teknik anlamda zorluk ortaya çıkacaktı.
Yoksa İbrahim`le benim aramda her zaman saygıya ve sevgiye dayalı bir arkadaşlık ilişkisi var. Ben ne zaman İstanbul`da herhangi bir şeye sıkışsam İbrahim`i arayıp yardım istiyorum ki, ben onu zaten bir dost olarak görüyorum. Basketbol tekniği dışında İbrahim`in gidişiyle ilgili hiç bir şey yok benim açımdan. Bu tamamen konuşmamızın genelinde bahsettiğimiz teknik politika gereği alınmış bir karar. Dolayısıyla İbrahim benim her zaman dostum. İbrahim`in ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu ben her zaman vurguladım. İbrahim`i her zaman örnek gösterdim. Ancak bu gelinen noktada da biz böyle bir karar aldık.
İBRAHİM`İN KOÇU OLMAK BENİM İÇİN ONUR
Avrupa`da İbrahim Kutluay`ın koçu olduğumu söylemek benim için bir onur kaynağı. Takım içindeki herhangi bir genç oyuncudan daha fazla prestiji olan bir oyuncu. Dolayısıyla bunu bir karşılaştırma olarak söylemiyorum diğer genç oyuncularla ama bir saptama olarak söylemek istiyorum ki, İbrahim Kutluay`ın koçu olmak zaten bir onur kaynağı benim için.
Bu tip durumlar hepimizin kafasında bir soru işareti aynı zamanda. Şimdi kulübün taraftarı da, kulübün yönetimi de, kulübün çalışanı da, kulübün oynayanı da, herkesin bilmesi gereken bir şey var ki, bu bir süreç, herkes bu süreçten geçecek ve bir bayrak yarışı gibi bayrağı kendisinden sonra gelene teslim edecek bu kulübün, bu takımın büyüyerek, gelişerek yukarı doğru gitmesini ve devamlılığının olmasını sağlayacak. Bu milli takımda da böyle, ben onlardan aldım bu benden sonra da böyle devam edecek.
3-4 YIL SONRANIN ANTRENÖRÜ ŞİMDİDEN BELLİ OLMALI
Burda önemli olan takımların büyüyerek devam etmesi ve takımların köklü, geleneksel bir hale gelmesi. Bu sadece oyuncular için değil antrenörler için de geçerli. Yani biz nasıl ortaya 5 yıl sonra bu kadroda kimin yer alacağını isim isim koyup da şu anda biraz önce bahsettiğim gibi bazen hak etmedikleri süreleri vererek genç oyuncuları oynatıp geliştirmeye çalışıyorsak ve taraftarlar 5 yıl sonra bu kadroda kimlerin yer alacağını üç aşağı beş yukarı biliyorsa, aynı şey antrenörler için de geçerli kulüp kendi içinde bu durumu da çözmeli. Bundan 3-4 yıl sonra bu takımı bayrak yarışı gibi o bayrağı alıp yukarıya götürecek antrenörü de şimdiden belli olmalı.
Dediğim gibi bu bir sistem ve bu sistemin gelişerek, büyüyerek ilerlemesi lazım. Bu da hep bahsettiğimiz o teknik politikanın bir devamı, ürünü diye düşünüyorum. Buna kısaca "sistem" diyebiliriz.
HER BÜYÜK TAKIMIN BİR PİLOT TAKIMA İHTİYACI VAR
Alaattin Yakan bizim geçen seneki koçumuzdu. O şimdi Alpella ile birlikte Trabzon`da, oyuncular da Trabzon`da. Onlar şu anda Trabzon şehri için oynuyorlar. Trabzon şehri için çalışıyorlar. Bu Türk Basketbolu için de çok iyi bir durum. Yani 12 takımın İstanbul`da olmasındansa, basketbolun Anadolu`ya yayılarak gelişmesi çok önemli. Dolayısıyla bu proje çok önemli Türk Basketbolu için.
Alaattin Yakan iyi bir antrenör, kendini ispat etmiş bir antrenör. Biz zaten oradaki oyuncuları takip ediyoruz. Can Akın ve Birtan orada kiralık oynuyorlar. Halihazırda zaten bizim oyuncularımız. Ama ben şu anda bunu özellikle vurgulamak istiyorum, onlar şu anda Trabzonspor`da, yani Trabzon şehrinin takımı, Trabzon şehri için oynuyorlar. Bu oyuncular, arkalarında herhangi bir büyük kulüp desteği hissetmeden Fenerbahçe`nin desteğini hissetmeden kendilerini tamamen Trabzonspor`a konsantre etmeli ve bu takım için oynamalılar.
Tabi Alpella`nın geçen senelerde bizim pilot takımımız olmasının bize çok faydası oldu. Oradan sadece Ömer Aşık`ın çıkması bile bizim için çok büyük bir fayda. Dolayısıyla ben bu uygulamayı çok desteklemiş ve gelişmesini çok arzu etmiştim. Her büyük takımın böyle bir pilot takıma çok ihtiyacı var. Örneğin şu anda Efes Pilsen çok önemli bir iş yapıyor Darüşşafaka ile. Çünkü kendi sisteminden gelen bir antrenörü oraya yerlleştirip, kendi sisteminden gelen, kendi takımında süre bulamayan genç, yetenekli oyuncuları orada oynatmaya çalışıyor.
Dolayısıyla her büyük takımın böyle pilot takımlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bizim tekrar böyle bir uygulama içine girip girmeyeceğimiz bir yönetim politikası. Ben teknik anlamda fikirlerimi söyledim size. Eğer yönetim ve sponsorumuz Ülker bir araya gelip karar verirlerse bu uygulamaya ben teknik anlamda destek veririm ama karar şu anda yönetimin.
GEÇEN YILKİ BAŞARIYI TEKRARLAMAK İSTİYORUZ
Hedefimiz geçen sene yaptığımız dereceyi tekrar etmek ve hatta bir adım öteye götürmek. Bu bizim aslında 3. yıl planımızdı. Geçen yıl beklemediğimiz derecede bir sıçrama olunca şimdi bir anlamda ikinci yıl için hedefleri büyütmüş olduk.
Tabi burada konuşmamın başında söylediğim gibi bir şeyi planlarken öngördüğünüz şeyler var, öngöremediğiniz şeyler var. Maalesef şu anda yşadığımız sakatlıkları, çok önemli oyuncularımızın eksikliğini biz öngöremedik. Dolayısıyla şu ana kadar aldığımız sonuçlar, bana göre çok iyi sonuçlar. Bu takım çok iyi bir iş yaptı. Eksiklerimiz tamamlanınca çok daha iyi bir yere geleceğimizi düşünüyorum.
Euroleague maçlarını şu aşamada biz adım adım düşünmek zorundayız. Maç maç ve grup grup düşünmek durumundayız. Önce önümüzdeki maçları tek tek kazanmayı, sonra ilk 16`ya kalmayı, orada çok daha kaliteli ve zorlurakiplerin olacağını düşünürsek, kıyasıya bir mücadele olacak il 8 için.
Sonra ilk 8 ve sonra daha büyük bir hedef olan final-four ama sakat oyuncularımızın geri dönüşü, onların forma girişi, onların bize yapacağı katkıyı alt alta koyduğumuzda bütün bu neticeleri etkileyecektir. Dolayısıyla bizim ilk hedefimiz, geçen seneki gibi ilk 8`e girmek hatta onu bir adım ileriye götürmek tabi bu oyuncular tam kadro bir araya geldiğinde.
EUROLEAGUE`DE SENEYE ŞAMPİYON OLABİLİRİZ
Euroleage`de şampiyonluk konusuna gelince... Bu çok zor bi soru. Tutup da "şu sene şampiyon olacağız" demek çok zor. Ama biz zaten her zaman o hedef için atak yapacağız. Saldıracağız oraya ulaşmak için. Gelecek yıl bu olabilir, böyle bir ihtimal var. Belki 2 yıl sonra olabilir ama bizim elimizdeki bu oyuncuları bir arada tutup onlar daha tecrübeli oyuncular haline geldiğinde bu iş daha görünür bir biçimde kolay olur diye düşünüyorum. Göreceli bir şekilde "kolay olur" diyorum çünkü kolay değil Euroleague`de şampiyon olmak. Dolayısıyla biz şu anda o hedefe hep atak yapan, o hedefi hep kovalayan bir takım haline geldik.
BÜYÜK BÜTÇELİ KULÜPLERİ, TAKIM KİMYASIYLA ALT EDECEĞİZ
Euroleague şampiyonluğu konusunda diğer bir önemli nokta da NBA`de uygulanan "salary cap" denen bir kural var. Yani NBA`de oynayan takımların bütçe olarak alt ve üst limitlerinin ne olacağını belirleyen bir sistem. Euroleague`de bu olacak mı olmayacak mı belli değil. Şu anda CSKA, Dinamo Moskova, Olympiakos, Panathinaikos, Tau, Barcelona, Real Madrid gibi takımlar çok ciddi bütçelerle bu işe çıkıyorlar.
Örneğin Olympiakos, bana göre yanlış bir politika ama Josh Childress diye bir oyuncuya 7 milyon dolar verdiler. 7 milyon dolar için ne üretecek bu oyuncu? Takım kimyası ne kadar önemli? Bütün bunlar tabi çok önemli soru işaretleri. Bizim sponsorumuz Ülker haklı olarak, ortaya kendi ismini koyuyor, kendi ürünlerini koyuyor, kendini bir anlamda basketbol sayesinde Avrupa ve dünyaya açıyor.
Belli bir miktarda sponsorluk anlaşması yapıyor ve o taahhüt ettiği parayı düzenli ödüyor ama bu para hiç bir zaman bir CSKA; Olympiakos veya Panathinaikos parası olmayacak, olamayacak. Dolayısıyla bizim politikalarımız bu anlamda çok önemli. Rakiplerimiz her zaman bizden çok daha büyük bütçelere sahip olacaklar, belki bireysel anlamda çok daha yetenekli oyunculara sahip olacaklar ama biz takım kimyasını ön planda tutan bir politikayla hedefimize ulaşmayı amaçlıyoruz.
BADALONA MAÇINDA YAPTIKLARIM HATAYDI
Bu herşeyden önce benim bir yanlışım oldu. Ona doğruyu göstermeye çalışırken, yanlış yapmış oldum. Maçtan sonra benim elimi sıkmadan hemen koridora doğru yöneldi. Biz koçlar maç kazanırız, maç kaybederiz ama maçtan sonra meslektaşlarımızın elini sıkarak bir nezaket göstermek zorundayız. Ben de benden çok genç olan arkadaşımın hatasını düzeltmek istedim ama bu hatayı düzeltmek isterken ben de bir hata yaptım.
Ben bunu basın toplantısında da söyledim. Badalona da maçı kazanabilirdi. Onlar da çok yakındı. Eğer maçı Badalona kazansaydı benim davranışımda bir değişiklik olmayacaktı. Yine gidip elini sıkacaktım. Ben maçtan sonra koç bana gelseydi zaten bugün şansın bizden yana olduğunu söyleyip teselli edecektim. Ama böyle bir tavır karşısında ben de böyle bir reaksiyon verdim.
Maçtan sonra meslektaşlara nezaket göstermek çok önemli bir şey ama benim bu şekilde değil de başka türlü izah etmem lazımdı genç meslektaşıma.
TARAFTARIN VİCDANİ GÖZÜNE GÜVENDİM
İlk geldiğimde taraftarın bu tavrına ne sebep oldu ben bilmiyorum ama ben her zaman takımı ve oyuncuları düşünen bir koç oldum. Taraftarın aslında bizim çok önemli bir parçamız olmasına rağmen her taraftarın kendisine göre ayrı nedenleri olabilir. Ben takımı en iyi tanıyan ve bütün çalışmalarda bulunan biri olarak, takımı düşünen biri olarak, bütün bu sebepleri dış faktörler olarak değerlendirip sadece kendi işime konsantre olmayı ve takım için doğru olan ne varsa onu yapmayı hedefleyen bir insanım.
Dolayısıyla bu anlamda herhangi bir taraftar grubuyla veya taraftarla tartışmaya girmek, küfür bile etseler böyle bir tartışmaya girmek çok doğru değil, bu anlamda sadece kendi işine bakan bir adamım.
Ben 1971 yılında Sarajevo takımıyla antrenörlüğe başladığımda, ilk 3-4 yıl Sarajevo`da kimse benim ne yapmak istediğimi anlamadığı için, taraftarın büyük bölümü bana karşıydı. Hatta aleyhime çok bağırıyorlardı. O zamanın en büyük takımı Kızılyıldız`dı, 6 tane oyuncuyla oynuyorlardı. Ben 12 tane oyuncuyla oynuyordum. Yüksek tempoda basketbol oynamaya çalışıyorduk, çok oyuncu değiştirerek oynamaya çalışıyorduk. 3-4 yıl sonra herkes benim tarafımdayer almaya başladı.
Çalıştığım her ülkede, her takımda başlarda işler negatif olsada sonunda hep pozitife döndü. Bu da kendiliğinden oldu yani ben insanlarla bir kavgaya bir tartışmaya girmedim. Kaldı ki taraftar, bizim arkamızdaki en büyük gücümüz, en büyük enerjimiz.
Zaman zaman sadece taraftarlar değil, gazeteciler de yazdılar, çizdiler. Onlarla da hiç bir zaman tartışmaya girmedim. İşi zamana bıraktım. Onların her zaman benim ne yapmak istediğimi, ne yapmaya çalıştığımı görmelerini istedim. İşin özünde ben kendi işimi yaparak, kendi işime odaklanarak, işi zamana bırakarak taraftarın aslında doğasında bulunan o vicdani göze güvenerek bu işi yaptım. 30 yıllık hayatımda ben bir kere bir tartışmaya girdim o da işte Badalona`nın antrenörüyle. Bundan önce hiç olmamıştı, bundan sonra da hiç olmayacak. İnsanlarla tartışmanın, kavga etmenin bir faydası olduğuna inanmıyorum.
Taraftarla ilk başlarda yaşadığımız durumun nedeni, Aydın Örs gibi taraftarca çok sevilen bir antrenörden sonra gelmem olabilir. Ben bunda da çok şaşıracak bir durum göremiyorum. Bu çok doğal bir reaksiyon.
OYUNCULAR TARAFTARI GÖRÜNCE KANAT TAKIYOR
Bizim taraftarımızdan ben çok memnunum. Bin, 2 bin kişilik bir taraftar grubu var, onlar oyunun her zaman içinde ve önemli bir destek veriyorlar. Oyuncular da her zaman para için oynayan insanlar değil. Evet kontrat zamanı her zaman parayı konuşup, kontratlarını uzatmayı düşünürler ama iş sahaya geldi mi, oynamaya geldi mi taraftar için oynuyorlar. Taraftar onlara müthiş bir destek, müthiş bir enerji verdi mi çok farklı oynuyorlar.
Örneğin geçen seneki büyük maçlarda, o büyük salonun tamamen dolduğu maçlarda oyuncuların nasıl uçtuğunu, kanat taktığını ben kendi gözlerimle gördüm. Oyuncuların taraftar desteğine çok çok ihtiyacı var. Kaldı ki, bizim geçen sene ligin orta sıralarındaki takımlarına kaybettiğimiz maçlarda, 200 kişinin, 250 kişinin olduğu maçlardı. O zaman oyuncular da ritimlerini, motivasyonlarını, havalarını kaybediyorlar.
Dolayısıyla taraftar bizim 6. adamımız olarak her zaman bizim arkamızda olmalı. Böylesine büyük bir salonda, bin kişi, 2 bin kişi yerine - biz gerçi bu kadarına da razıyız ama- daha büyük bir taraftar grubunun maçlara gelmesi bizim için çok daha önemli. Çok ihtiyacımız olan bir destek çünkü o.
Tamam kabul ediyorum, trafik var, bizim bütün maçlarımızı televizyon veriyor, sıcak evinde maçları izlemek çok daha rahat ama sonuç olarak bu takım taraftar desteğine çok ciddi ihtiyaç duyan bir takım. Özetle ben maçlara gelen taraftardan çok memnunum ama sayısının artmasını da çok istiyorum.
YENİ SALON BİTİNCE 5-6 BİN ORTALAMAYA OYNARIZ
Ayrıca Ataşehir`de yeni yapılacak salonun maçlara gelen taraftarının sayısını arttıracağına inanıyorum. Çünkü taraftarın, Kadıköy yakasında belki de 15 dakikada gidilebileceği bir salon olacak. Abdi İpekçi`ye gitmek insanların saatlerini alıyor. Orada bir sıkıntı var. Yeni salon bittiğinde ben ortalama 5-6 bin hatta büyük maçlarda 15 bin kişiye oynayacağımızı düşünüyorum.
PARTİZAN TARAFTARI DÜNYANIN EN İYİSİ
Taraftarın önemini ben basit bir örnekle dile getireyim. Örneğin Partizan takımı her zaman Euroleague`de koyduğu hedeflerin biraz daha üzerinde hedeflere ulaşıyor. Bunun gerçekleşmesinde taraftarının büyük etkisi var. Onlar hayal ettikleri hedeflerin her zaman biraz daha üzerine çıkıyorlar. Ki Partizan`ın takımları her zaman iyi takımlar olmuyor ama seyircinin desteği onların 1-2 derece yukarı çıkmalarına olanak sağlıyor.
Örneğin son maçta Belgrad`da Armani Milano takımıyla oynadılar. Milano 23 sayıyla öndeydi fakat seyirci müthiş bir desteğe başlayınca maçın sonunda galip gelen Partizan oldu. Partizan taraftarı zaten bence basketbol taraftarı olarak dünyanın en iyi taraftarlarından bir tanesi. 40 dakika boyunca kendi takımlarının arkasında, rakip takımlarında ensesinde yer alan bir taraftar. Çok ciddi baskı kuruyorlar.
Ancak enteresan bir gelişme var geçen sene bizim maçta, maçın öncesinde ve sonrasında alkışlarla bize destek verip, tebrik ettiler. Maçı kazandıktan sonra müthiş destek verdiler, nasıl bağırdıklarını ben kendi dilimde olduğu için rahatlıkla anlayabiliyorum. Önemli bir davranış değişikliği gösterip bize müthiş bir destek verdiler.
TÜM ZAMANLARIN EN İYİSİ JORDAN
Oyuncu olarak hemen çok net Michael Jordan adını verebilirim. Sadece oyunculuğu, yeteneği ile değil, takımın liderliği ve 6 tane şampiyonluktaki emeği ile de en iyi oyuncu o bence. NBA`de sadece hücum oyuncusu olarak değil, savunma oyuncusu olarak da en iyi oyuncusu olmuş bir oyuncu.
Koç olarak tabi farklı zamanlarda, farklı pozisyonlarda Avrupa`da, Amerika`da çeşitli koçlar var. Bunlardan bir tanesi NBA`de Greg Popovic. Çok büyük sempati duyduğum bir antrenör. Çünkü San Antonio gibi çok mütevazi bir takımı 3 kere NBA şampiyonu yapmış bir koç.
Phil Jackson var. Starlarla nasıl çalışması gerektiğini bilen, Chicago Bulls zamanında, Michael Jordan ile Scottie Pippen`ı bir arada tutabilen, Lakers zamanında Kobe Bryant ile Shaquille O`Neill`ı bir arada oynatıp, şampiyon olmayı becerebilen bir koç.
Amerika`nın Üniversite basketbolundan Dean Smith ki Michael Jordan`ı yetiştiren antrenör. Bobby Knight olabilir. Ondan önceki dönemlerde efsanevi antrenör John Wooden olabilir.
Avrupa`ya gelince benim ülkemden belki de bu yüzyılın en iyi, en önemli antrenörü Alexander Nikolic ismini verebilirim. Yugoslav basketbolunda çok önemli bir isim. Hem milli takımlar seviyesinde hem kulüpler seviyesinde çok büyük başarılara imza attı ve Yugoslav basketbolunun bu noktaya gelmesinde çok büyük bir emeği var.
AYDIN ÖRS TÜRKİYE`NİN EN İYİ KOÇU
Türkiye`ye gelince Aydın Örs gelmiş geçmiş en iyi koç. Hiç düşünmeden bunu söyleyebilirim. Önce Efes Pilsen`de yaptıkları, sonra milli takımda yaptıkları... Sadece koçluğuyla değil, hali, tavrı ve otoritesiyle, kültürüyle, beyefendiliğiyle çok önemli bir koç.
Oyuncu olarak farklı tipte oyuncular ama işte NBA`deki temsilcilerimiz, Hidayet ve Mehmet Okur ile her zaman savaşçı kimlikleriyle İbrahim Kutluay, Mirsad Türkcan, Ömer Onan önemli oyuncular ama "hangisi daha iyi?" derseniz; söylemek çok zor. Çünkü hepsi çok çok iyi oyuncular."