Güncelleme Tarihi:
İstanbul Basketbol Hakemleri Derneği'nin internet sitesi basketbolhakemleri.com 'a konuşan Kosova, röportajında geleceğiyle ilgili planlarını da anlattı.
Murat Kosova kimdir? Sporla ilgili geçmişinizden bize biraz bahseder misiniz?
Sporcu bir aileden geliyorum. Babam futbol, annem voleybol oynamış üniversite düzeyinde, babam daha sonra ikinci lig düzeyinde. Aslında futbol ilk macera, futbolla başladı daha doğrusu. Futbolu çok seviyorum, babam futbol oynamayayım diye basketbola başlattı beni. Beşiktaş minik takımında bir kaç sene ortaokulla beraber götürdüm. Sonra lise yıllarında ilk aşkım futbola döndüm ve futbol oynamaya başladım Beylerbeyi, Üsküdar Anadolu en son Beykoz. Ondan sonra sakatlık sebebiyle bıraktım. Rahmetli Bora Öztürk beni ikinci ligde oynatacaktı. Ayak bileğim kırıldı ve spor yaşantım bitti. Sonra tekrar döndüm ama eskisi gibi olmadı hiç bir zaman.
Bu işin bir yerinde olmam gerektiğini düşünüyordum hep ama bir yandan da öğrencilik hayatım çok iyi gidiyordu. Fen lisesini kazanmıştım, tabi bizim okuduğumuz yıllarda -milattan önce 20 falan- fen lisesi yoktu. İstanbul Fen Lisesi’nin ilk mezunlarından biriyim, ikinci mezunuz yani yıl olarak ama yani ilk verdiği mezunlardanız. Okulun basketbol takımında oynamaya başladım. 270 kişilik bir okulduk ve finallere kalmayı başardık. Liseler arası Türkiye finallerinde Kadıköy Anadolu’yu yendik, Saint Joseph o zaman çok iyi bir okuldu onları yendik... Basketbol maceram da öyle işte.
Pozisyonunuz guard mıydı?
Evet guard oynuyordum, yani yedek oyuncuydum. İlk beş oyuncusu değildim ama çok iyi savunma yapardım. Ayaklarım çok hızlıydı. Hep basketbolun ve futbolun içinde kalmaya karar verdim ama fen lisesi... Fen lisesinden mezun olurken ya mühendis oluyorsun ya da tıp kazanıyorsun. Ben de bir araştırma yaptım en kolay nerde okurum diye, inşaat mühendisliği kolay dediler orayı yazdım, kazandım. İlk tercihim olan İTÜ İnşaat Fakültesi’ni kazandım. Fakat tabiki kağıt üstündeki gibi değilmiş... (Gülüşmeler) Bir de askerlik olayı olduğu için uzattıkça uzattık, 10 yıl 20 dönemde mezun olduk. 10 yıl 20 dönem ama hep bir ders bıraktım. Ama sonunda bitirdik, o ara denk geldi bedelli askerlik yaptım. O sırada, okurken, ben hep çalıştım. Rehberlik yaptım, matematik fizik kimya dersi verdim. Hep bir faal çalışma ortamındaydım. Kültür sanat vakfında organizasyona gittim, yardım ettim, rehberlik yaptım. Daha sonra Amerika’ya gittim. Oradan dönüşümde Shov TV kuruluyordu. İlker Yasin bir spor ekibi kuruyordu, o ekibe başvurdum. İlker Abi de beni küçük bir teste tabi tutup “akşam başla” dedi. İşe geçiş ve okul kısaca özetlenebilirse bu şekilde.
Spora bakış açınız nedir? Sizce spor nedir?
Benim spora bakışım şu şekilde; mesela mahallede taşları koyup futbol oynayan çocuklara bile camdan karışırım: “Penaltı, direk üstü.” Ondan bile heyecan duyan bir adamım. Hiç bir zaman hiç bir spor müsabakasında kayıtsız kalamam, heyecanım yapmacık değildir. Sporu içimde yaşarım, hep hissetmek isterim. “Ben olsam atar mıydım, ne yapardım, ben de kaçırır mıydım” diye hayal ederim.
Siz öncelikle yurtdışından futbol anlatıyordunuz...
Hala anlatıyorum... Biz de iş bölümü söz konusu. Çok fazla yük var bizim sırtımızda ve onu paylaşıyoruz ve elimizden geldiğince en iyiyi yapmaya çalışıyoruz. Tabi haftada altı gün veya beş gün basket anlattığım zaman eskisi kadar futbol anlatamıyorum. İki haftada bir anlatıyorum veya haftada bir.
Nereden çıktı da birden bire basketbol anlatmaya başladınız?
İş yükü arttığı zaman öyle oldu. Sonra Murat Abi’yi (Murathanoğlu) transfer ettik, Osman geldi. Sonuçta bu iş benim tek başıma kalkabileceğim bir şey değildi. Şimdi baktığınız zaman biz haftada iki veya üç Türkiye basketbol ligi maçı, haftanın yedi günü NTV ve NBA’yi toplarsan minimum 8 NBA maçını da eklersen minimum 10 – 13 maçımız oluyor. Bir ara EuroLeauge de yayınladık. Haftada 12-13 maçı bir kişinin veya iki kişinin bile anlatması zor. Adam başı minimum 3- 4 maç düşüyor, bazen 5 maç anlattığım oluyor. Futbol maçı haftada en fazla4 tane. Osman anlatıyor, ben anlatıyorum, Ali anlatıyor, Güntekin anlatıyor, Okay anlatıyor. 5 kişi futbol anlatabiliyor ama 3 kişi basketbol anlatıyoruz. O yüzden öyle bir rotasyon var şartlar gereği ama şikayetçi değilim. Çok esnek bir ekibiz. Yani çok paylaşan çok iyi anlaşan bir ekibiz, en büyük avantajımız bu. Herkes yaptığı işten memnun. Benim canım futbol anlatmak istediği zaman da anlatabiliyorum.
NBA hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben, NBA’yi çok uzun süredir yani spora ilk başladığım günlerden beri seviyorum. Yeni basketbol oynamaya başlayıp, topu ilk elime aldığımdan bu yana 33-34 yıl geçmiş. Mesela kaset getirtirdik. 1 ay beklerdik kaset Amerika’dan gelsin diye. O kaset gelirdi, arkadaşlar toplanırdık, 5-6 kişi evde onu defalarca izler, ezberlerdik. Sonra NBA Kanal D’de yayınlanmaya başladı. En büyük isteğimdi işte bu. Hidayet oynarken Sacramento-Lakers Batı yarı final serisi vardı. Unutulmaz Robert Horry üçlüğü ile dönen seri. 4-2 Sacramento’nun yenildiği inanılmaz bir seri. O gece Şaban filmi yayınlayıp maçı banttan verdiklerinde ben karar verdim, “NBA’i buraya getirmek lazım.” İşte onları, yapılanları hafızama kaydettim. Bunlar tabi meslek sırrı ama...
Bizim yönetimimiz spora çok sıcak. Ekrandan da belli bu. Basketbolu da çok seven bir yönetim. Bu yüzden çok şanslıyız. Can Aydın’ın kapısını çalıp durumu anlattık. Böyle bir operasyona girişip sonra Fuat, rahmetli Kenan abi, Erkan bunu işlemeye başladık. Ve sonunda NBA’i kandırdık. Ben Erkan’la New Jersey’ye gittim. Onları burada, İstanbul’da misafir ettik bir kaç kere. Sürekli temas halindeydik. Ne yapıp ne yapamayacağımızı, kafamızdakileri hep konuştum. Onlar da NBA’in bizimle, burada piyasa oluşturacağına inandılar ve anlaştık. TV dünyasında prensip olarak daha önce anlaştığın firma, senin istediğin parayı veriyorsa, yine onunla anlaşırsın. NBA’in yayıncılık prensibinde bu var. Anlaşması olan kanal, daha önce örneğin 2 liraya yayınlıyorsa maçları, başka kanallar 4 lira verse bile yine 2 liralık aynı kanalla anlaşır. Ancak NBA bizde çok büyük gelecek gördü. Biz onlara bugün yaptıklarımızı, o zaman gösterdik. NBA, bizden kayıtları her yıl isteyip dünyadaki NBA yayıncılarına protatip olarak gönderiyor, öyle yapmışlar...
Ben NBA’in fantazi liginde dünya birincisi oldum. Onlar da biliyor benim bir takımım olduğunu. Onlara fantazi lig programı tavsiye ettim. NBA TV’yle çok içli dışlı bir dostluğumuz var.
Basketbolun NTV’de büyümesi sadece benim veya sadece Erkan’ın veya Murat Abi’nin, Kaan’ın, Fuat’ın değil; kanal olarak, yönetim olarak, patron olarak herkesin çok sıcak ve sevgiyle bakmasıyla oldu. Biz çok kez zarar ettik. Örneğin 2005 Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takım’ın performansı bizi çok büyük zarara uğrattı ama hiç bir zaman gocunmadık. Çünkü bizim 2001’den başlayan bir ortaklığımız var. İyi de gidecek kötü de. Bir gün başarılı da olacak başarısız da. Ya da o turnuva bu turnuva olarak hiç bir zaman düşünmedik. 12 Dev Adam macerası başladığında kıyısında köşesinde hep biz de vardık. 2010’a gelmişiz... Bizim yönetimimiz bu işe sadece kar veya reklam amaçlı baksaydı 2005 kabusunda ‘tamam, yeter’ der, keser atardı.
Basketbol yayınında ne kadar iddialısınız?
Tüm ekip olarak büyük bir heyecana sahibiz. Yayınlarımızın bu kadar uzun süredir devam etmesinin nedeni belki de bu. Basketbol denince ekran olarak akla ilk bizim gelmemiz –her ne kadar biz 1 numaralı basketbol ekranıyız sloganını kullanmasak da- tamamen seyircinin takdiridir. Biz mükemmel yapmıyoruz bu işi, hatalarımız oluyor, ama hep iyi niyetle yola çıkıyor en iyisini yapmak için çalışıyoruz.
Biz maçları anlatırken, maçı sevdiğimizi seyirciye hissettiriyoruz. Aslında ben de bir seyirciyim, sadece maçı dillendiriyorum. O maça çalışıyorum, gidiyorum arkadaşlarla konuşuyorum, seyirciye merak ettiği bilgileri ulaştırmaya çalışıyorum. Bizim prensibimiz bu.
NBA maçlarını Türkiye’den mi anlatıyorsunuz?
Mecburen. Pratik olarak oradan anlatmamız imkansız. Bir maça gitsem, bir hafta diğer bütün yayınlardan uzaksın demektir. Az önce anlattığım, buradaki yoğun tempo içerisinde gidip orada maç anlatmak imkansız.
Ekrana bakarak maç anlattığımda seyirciyle aynı şeyleri görüyorum. Beko Basketbol Ligi maçı anlattığımdaysa koçun, hakemin psikolojisini daha iyi anlıyorsun, seyircinin heyecanını görebiliyorsun. Ekrandan bu mümkün değil.
Formula 1, futbol ve basketbol. Sadece birini yorumlamanız gerekse hangisini seçersiniz? Size en çok hangisi heyecan veriyor?
Ben formula 1’i hiç yorumlamadım. Nuri Çolakoğlu’yla Kenan Abi bana çok ısrar ettiler ama ben güvenemedim. Çünkü futbol, basketbol, atletizm benim back groundum’da olan, yaptığım, yaşadığım, hissettiğim sporlardı. Ama formula için bu geçerli değil. Formula, moto GP bana biraz uzak sporlar. Ben, biraz daha kana kan, tere ter, omuz omuza, dişe diş sporları seviyorum. Mekanik araçlı sporlar bana uzak, bilgim dahilinde de değil.
Formula yerine atletizm diyelim...
Atletizmmm... Seçim yok! Hepsini çok severek anlatıyorum, hepsinden çok zevk alıyorum. Ama en zoru ne dersen atletizm. Hele bir de yerinden anlatmıyorsan çok zor. Örneğin, İtalyanlar çok kötü yayın yapıyor. Ne bir grafik ne de başka bir şey. Sen ne görüyorsan ben de onu görüyorum. Data akışı yok. Orda olsan yerinde olsan daha rahatsın, en azından skorboarddan takip edebiliyorsun. Artı iki saat içinde dört yüz atleti takip etmen gerekiyor. Ben atletizme oturup beş saat kırtasiye yapıyorsam, bu futbolve basketbol için 2-3 saattir.
Bu kadar bilgiyi nereden ediniyorsunuz?
İnternetten, bizim anlatıcıların üye olduğu sitelerden, almaklardan ve benim kendi sistemlerimden. Bilgisayarımda kendi arşivim var. Önemli olan onları yenilemek, güncellemektir. İşin ucunun kaçmaması için en büyük espri, sürekli onları güncellemektir. Artı mutlaka bütün yayın organlarını da tararım. Anlattığım takımların yerel gazetelerini mutlaka tararım.
Size göre iyi bir hakemin sahip olması gereken vasıflar nelerdir?
Hakemin otoriter olmasından yanayım. Otoritenin de sadece ve sadece mesafe koyarak değil de güler yüzlü olanından bahsediyorum. Futboldan örnek vermek gerekirse Collina. Collina da samimidir, bakışlar sert ama futbolcuyu dinler, açıklar. “Git, yoksa kart gösteririm” demez. Hakem oyuncuyla aynı seviyede olmalı. Kendini yukarıya koyar oyuncuya tepeden bakarsa, o mesafeyi o soğukluğu oyuncuya verirse bunu seyirciye de vermiş oluyor, yorumcuya da vermiş oluyor. Hakem hata yapabilir, ama o anda kendi doğru bildiğini çalmak, uygulamak zorunda. Bundan daha doğru bir şey olamaz. Ben de ekranda doğru bildiğimi söylüyorum ama yanlış yapabiliyorum ama olabiliyor, sonuçta hakem de aynı durumda. Ben hata yaptığımda nedenini seyirciye anlatıyorum. Hakemin de o güleryüzle o sempatide olması bence çok önemli. O zaman hem seyirci olaya farklı bakıyor hem hakemin tanınırlığı oyuncular içinde daha farklı oluyor. O zaman sana gelip o olumsuz tepkileri vermiyor oyuncu.
Benim hep başarılı bulduğum hakemler, NBA’de Premier Lig’de, dünyanın en büyük hatalarını yapan hakemler var mesela. Başarılarının nedeni sempatik olmaları. Tabi herkes bunu yapamaz, herkesin mizacı aynı değil. Benim başarı için görüşüm hakemin daha rahat olması, kendini kasmamasıdır.
Geçen sene bir maçın devre arasında bir hakem geldi, bizim monitörden baktı pozisyona, “doğru vermişiz, içim rahatladı” dedi. Kendinden emin olabilirdi ama o hareketi benim için büyük bir olaydı.
Toplum olarak hata = hakem görüşündeyiz. Çünkü kendi oyucusu hata yapamaz, kendi koçu hata yapmaz... En kolay suçlanacak kişi hakemdir. Hakem taraftara o güleryüzlü imajını verirse, seyirci ona düşman gözüyle bakma olgusundan uzaklaşıyor ve zorlanıyor.
Dünya Şampiyonasında Ender’in asistine Ersan İlyasovaAlley hoop yapınca ne hissettiniz?
Vallahi hiç bilmiyorum ki. Ayakta zıplayıp hopluyordum. Öyle bir şey olduki bir çok meslekdaşım bana dönmüş, beni alkışlıyordu. Çok komikti, ama bizim için çok heyecan veren bir olaydı. Çok fazla yayıncı yoktu, benim heyecanım bütün salonda yankılandı. Japonya’da bir çok maçta heyecandan hiç bir şeyin farkında değildim. O Alley hoop’u kendim yapmış gibi hissetmiş olabilirim, ne hissettiğimi bilmiyorum, ne dediğimi de. O, en unutulmaz anlardan biriydi. Yunan arkadaşım Dimitri gelip sarıldı bana. Ben onların (Yunanistan) Amerika maçını anlattım. Benim anlatımımla üç dakika yayınlamışlar, alt yazıyla. Büyük olay olmuş. Benim için büyük gurur kaynağıydı. Belki de Dimitri’den heyecanlı anlatmışımdır. (Gülüşmeler)
Gitmekten en çok keyif aldığınız ülke hangisi? Neden? Görmek isteyip de gittiğiniz fakat sizi en çok hayal kırıklığına uğratan ülke hangisi? Neden?
Dünyada neredeyse gitmediğim ülke kalmadı. Bir tek Japonya’ya gitmek istiyordum oraya da Dünya Şampiyonası’nda gittim. Ama ülkemi seviyorum. Bir başka ülkeye gitmektense burada, Türkiye’de kalmayı tercih ederim. Ama sevdiğim bazı şehirler var. Mesela Londra; spor, alışveriş, mültimedya, müzik anlamında Londra’yı seviyorum. Paris’i de seviyorum. Paris’te çok yakın arkadaşlarım var. Dediğim gibi seyahat etmektense ülkemde kalmayı tercih ederim. Ben, aslında öyle dışa dönük bir adam değilim. Dışarıya çıkmak yerine eşimle evde kalmayı film seyretmeyi, oyun oynamayı, kitap okumayı daha çok seviyorum. Bütün dünyayı gördüm diyelim. Tabiî ki de beğenmediğim yerlerde oldu.
Bir takım kurmanız istense kadronuzda görmek istediğiniz oyuncuları sayar mısınız?
Koç kesinlikle Aydın Örs olurdu. Eğer Türk Basketbolunun geldiği noktada katkılarından dolayı sayılacak 5 kişi varsa bunlardan biri mutlaka Aydın Örs’tür. Oyunculara gelince ilk sırada Magic Johnson var. Sonra Michael Jordan, Toni Kukoc, Tim Duncan, Schayes ve 6. oyuncu olarak da –haksızlık olacak ama- Larry Bird.
Hayatınız boyunca yapmak istediğiniz ama vakit ya da şartlar elvermediği için yapamadığınız bir şey var mı?
Anılarımı yazmak istiyorum mesela. Kimseden öyle yayınlamak anlamında bir teklif gelmedi ama. Zaten basılması yayınlanması gibi bir düşüncem olmadı. Onlar benim hayalim. Ancak ilk hayalim; bir eğitim kurumunda öğretim görevlisi olarak görev yapmak. Tabi bunun için gerekli eğitimi aldıktan sonra. Spor basını ile ilgili olabilir bu ya da iletişim fakültelerinde herhangi bir alanda olabilir. Bunu yapmayı çok istiyorum, çünkü gençlerle iletişim içinde olmak onlara bir şeyler anlatmak çok önemli bence. Bu ilk hayalim. Anılarımı yazmak da ikinci hayalim.
NBA deki hakemler hakkında ne düşünüyorsunuz? İdeal hakem onlar mı? Neden?
Onlar da hata yapmıyor değiller. Ancak arkalarında çok büyük bir otorite, güç var. Bu onları çok güçlü yapıyor.
Anılarınızdan birini bizimle paylaşır mısınız?
2002 Dünya Şampiyonası’nda Indianapolis’teyiz. Final maçı. Yugoslavya-Arjantin. Bizim favorimiz Arjantin. Maçın sonunda Arjantin hücumunda Yunan hakem Pitsilkas faulü vermedi ve daha sonra Yugoslavya kupayı kazandı. Hepimiz çok üzüldük, sanki kendi ülkemiz şampiyon olamamıştı. O gece, hep gittiğimiz İtalyan restorana gittik. Yemeğimizi yerken bir baktık, diğer tarafta Arjantin koçu Magnano ve teknik ekibi var. Ben hemen gittim yanlarına, nasıl üzüldüğümüzü, aslında kupanın onların hakkı olduğunu vs. anlattım. Sanki kupayı biz kaçırmışız gibi bana moral vermeye başladı!!! Çok garip olmuştuk. Daha sonra bizim ekipteki herkes gelip Arjantinlilerle tanıştı, tokalaştı. Bir ara bir baktık, bizim kameraman Ali Bakır Magnano’ya sarılmış hüngür hüngür ağlıyor. Adam çok şaşırdı. Başladı bu sefer Ali Bakır’ı teselli etmeye. Çok eğlenmiştik o gece.