Güncelleme Tarihi:
İşte röportajdan önemli bölümler:
- Birkaç ay önce Ekşi Sözlük yazarlarıyla bir araya gelmiş ve onların sorularını yanıtlamıştınız. Bu buluşmada yazarlardan biri size “Manchester City ile Premier Lig’de bir maça bile çıkmadan başka takıma transfer olmak sizin için başarısızlık mı?” demişti. Siz de ona bunun planınız dâhilinde olduğunu söylemiştiniz. Planınızı biraz daha açmanızı isteyebilir miyim?
- Benim asıl planım, Avrupa’ya adım atmaktı. Bunu yaparken kulübüme de para kazandırmak istiyordum ki Manchester City, o dönem için iyi bir teklifte bulundu. Ben de kabul ettim ama zaten bu teklifi kabul ederken İngiltere’de kalamayacağımı biliyordum. Çalışma izni sıkıntılarını geçtim, kalsam da bana bir faydası olmayacaktı ilk etapta. Konuşmuştuk, Hollanda ya da Belçika’ya kiralanacaktım. Bunların hepsi, transferden önce görüşüp birlikte anlaşmaya vardığımız adımlardı. Muhtemel takımlarla bile konuşulmuştu hatta. İlk bir-iki senem, bir üst seviyeye hazırlık olarak geçecekti yani.
- Tabii bu sürecin sonunda Hollanda Ligi’nden Manchester City kadrosuna direkt geçiş yapacağımı da düşünmüyordum. Arada büyük bir uçurum var sonuçta. İki ihtimal vardı önümde; ya City kadrosunda üçüncü-dördüncü forvet spotunu zorlayacaktım ya da yine kiralık gidecektim. Öyle konuşulmuştu, Almanya’dan bazı takımlarla da görüşülmüştü hatta. Ancak ben de kiralık sürecinden biraz yorulmuştum, sürekli ülke değiştirmek, takım değiştirmek zor gelmeye başlamıştı.
Bir de şu var; Hollanda ve Belçika gibi liglere kiralık gittiğinizde adaptasyon süreciniz daha kısa olabiliyor çünkü oralarda kendi pozisyonunuzdaki rakipleriniz diğer liglere kıyasla daha az kaliteli. Ama Almanya ve İspanya gibi liglerde bir sene içinde kendinizi tamamen kabul ettirmeniz, oynamanız, takıma adapte olmanız çok daha zor. Ben de bu yüzden, böyle bir lige gitmek ama daha uzun süreli bir kontratla kendime yatırım yapmak istedim.
- İlk tecrübelerinize bakıyorum; Belçika’dan bir (Genk), Hollanda’dan iki (NAC Breda ve Twente) takım var karşımda. Ancak Belçika kariyerinizin karşısında 12 maç/1 gol, Hollanda bölümünde ise 43 maç/27 gol yazıyor. Fark neredeydi?
- Öncelikle liglerden çok kendi açımdan bir açıklama yapmak istiyorum. Belçika’ya gittiğimde karşımda hiç anlaşamayacağım tipte bir hoca buldum ki kendisi benim dışımda birçok oyuncuyla da problem yaşadı zaten. Genk’teki ömrü de pek uzun olmadı bu yüzden. Orası genç oyunculara şans verip onları yetiştirmeyi amaçlayan bir ekole sahip. Hoca da tam tersi bir adamdı, gençlere hiçbir katkısı yoktu. Bana da olmadı, en düşük düzeyde dahi bir güven aşılamadı. Kiralık oyuncuydum zaten, değersiz hissettim kendimi.
Ardından NAC Breda’nın sportif direktörü geldi, benimle görüştü. Ondan o güveni aldım. Sonra Twente aynı şekilde; güvenle birlikte liderlik şansı verdiler bana. Bahsettiğiniz farkın sebebi de buydu, yoksa inanıyorum ki bu kadar büyük bir fark oluşmazdı.
İşin teknik yönüne gelirsek de Hollanda malum; oynamayı daha çok isteyen, hücum futbolunu seven bir lige sahip. Belçika ise biraz daha atletizme dayalı, defansif, Fransa ekolüne yakın diyebilirim. Liglerini de pek hoş bulmuyorum zaten, orada geçirdiğim süreden pek keyif aldığımı söyleyemem.
- Manchester City’de Josep Guardiola’yla birlikte çalışma imkânı buldunuz. Kendisini nasıl tarif edebilirsiniz?
- Guardiola ilk gün geldi ve direkt toplantıya girdi, anlatmaya başladı. Anlatırken de bir İngilizce, bir İspanyolca, bir Almanca, ortaya karışık, arada kafası gitti falan... Futbol için epey deli bir adam, orada zaten büyük saygı duymaya başladım kendisine. Sonra toplantı bitti, sahaya çıktık, 11-11 dizdi bizi, ilk günden taktik çalıştırmaya başladı.
Bunun dışında, antrenmanları inanılmaz tempoluydu. Düz koşu da değil, sürekli topla birlikte, sürekli tempo... Bu, futbolcu için inanılmaz bir şey çünkü sahada o gevşemeyi yakalama şansınız yok, uyum sağlayamazsanız bir saatte biter piliniz. Antrenman sonralarında inanılmaz yorgun hissediyordum bu yüzden, gerçekten. Ve söylediği tek şey şuydu: “Bu tempoya ayak uyduramayacaksanız hepiniz ayrılabilirsiniz çünkü bütün sezonu böyle oynayacağız, tempo asla düşmeyecek.”
Bugün bir şansım olsaydı, üçüncü ya da dördüncü forvet olarak sürekli Guardiola ile antrenman yapma imkânı bulabilseydim, tercihim de bu yönde olurdu. Dünya üzerinde bana bunu kabul ettirebilecek tek hoca da kendisi zaten. Beni hiç oynatmayacağını bilsem bile...
- Four-Four-Two için kaleme aldığınız yazıda Manchester City günlerinden bahsederken “Kaptan Kompany karşısında bir topa çok sert bir tekme sallayarak girebiliyorsun ve o sadece işini yapıyor, sana dönüp bakmıyor bile. Antrenmanın geri kalan kısmında arkanda birisi dolaşıyor mu diye sürekli tetikte olmana gerek yok!” demiştiniz. Son cümle önemli bir kıyas aslında, nereye referans verdiğinizi biraz daha açar mısınız?
- Avrupa’da böyle; karşılıklı tekme atıyorsunuz birbirinize, hesaplaşıyorsunuz ama bu bir sorun yaratmıyor. Saha içinde olan saha içinde kalıyor. Türkiye’de ise kalmadığı olabiliyor...
Mesela sezon başı kampında Kolarov, bir pozisyonda bana çok sert girmişti ama antrenman içinde hiç tepki vermedim bu harekete. Sonrasında fizyoterapiste gittim tedaviye, oradayken Guardiola geldi yanıma ve bir anısını anlatmaya başladı: “Messi senin yaşlarındaydı, yeni yeni sahneye çıkmaya başlamıştı. Busquets antrenmanda buna bir tekme attı ve Messi hiç tepki vermedi. Hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Ama üç gün sonraki antrenmanda Messi bu kez Busquets’e bir tekme attı ve Busquets üç hafta antrenmana çıkamadı. Mesajı aldın mı?” Bunu söyledi bana, göz kırptı ve gitti...
- Siz Kolarov’a tekme attınız mı sonra?
- Yok, Kolarov’a tekme atılmaz. Kolarov yer seni... (Gülüyor)
- Kariyer yönetiminiz sürecinde, City’de kiminle fikir alışverişinde bulundunuz peki? Guardiola da işin içinde miydi?
- Açıkçası Guardiola, Manchester City’de o işlere girecek durumda değil pek. Bunları daha çok sportif direktör Txiki (Begiristain) ile konuşuyoruz. Planlamalar ve kariyer yönetimleri genelde onun elinden geçiyor. O da beni sürekli İspanya’ya göndermek istiyordu zaten...
- Milli takım, son birkaç ayda hayli çalkantılı bir dönem yaşadı. Merak ediyorum; fillerin tepiştiği bu süreci, 20 yaşında bir futbolcu olarak siz ve diğer genç arkadaşlarınız nasıl geçirdiniz?
- Aslında bizim yapabileceğimiz ya da düşünmemiz gereken pek de bir şey yok... Çünkü kulüp takımlarımızda ve milli forma altındaki görevimiz, futbol oynamak. Biz de nereye gidersek gidelim futbol oynuyoruz.
Bunun dışında, takımın gençleri olarak kamplarda beraberiz zaten. Genelde birlikte vakit geçiriyoruz. Böyle olunca da futbola odaklanıyoruz sadece.