Güncelleme Tarihi:
Okurken maddi sıkıntı çektiği için Cüneyt Arkın'ın hocası ona ek iş bulurdu
Biraz Alain Delon, biraz Marcello Mastroanni. Ancak onlardan kat kat sert yumruklu, uzun tekmeli, keskin kılıçlı, iri silahlı. Onun, 40 yılı aşkın beyazperde jeneriğinde okunan adı Cüneyt Arkın. Ama 62 yıldır taşıdığı nüfus cüzdanında ise Fahrettin Cüreklibatur yazmakta.
ÇOCUK YOKSULLUK BİLMEZ
Evet. Eskişehir bozkırındaki bol rüzgarlı Karaçay köyünde 7 Eylül 1937'de doğmuş Cüneyt Arkın. İstiklal Savaşı gazilerinden Hacı Yakup'tan olma, Halise'den doğma Karaçay'ın Fahrettin'i yoksulluklar içinde büyür.
'Babam her yıl kasabaya iner lastik çizmeler alırdı. Ayağım sıcak, karnım tok olunca, başka ne isteyeceğim ki. Çocuğum. Hiçbir çocuk yoksullukların farkında olmaz. Ama sımsıcak sevgi doluydu o yoksulluk yıllarım. Kokusu başkaydı, rengi başkaydı. Yüreğimde kalan sevgileri, sıcaklıkları, şefkatleri, güzellikleri ve iyilikleri hep o yıllara borçluyum.'
GURBET KUŞLARI'NDAKİ GİBİ
Çiçekleri seven, koyunları güden, ahır temizleyen, bahçesindeki akasya ağacıyla konuşan Fahrettin'in yıllar sonra milyonların tanıdığı Cüneyt Arkın oluşu ise bambaşka bir olaydır, başlı başına bir romandır. Hüzünlerle coşkuların, alkışlarla yalnızlıkların kucaklaşmasından 'sıradışı bir yaşam' oluşur. Karaçaylı Fahrettin'den devşirme Yeşilçamlı Cüneyt Arkın'ın yaşamıdır bu.
'Hedefim doktor olmaktı. 1958 yılında, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanıp, İstanbul'a geldim. Yorganımla, yatağımla ve tahta valizimle. Haydarpaşa'dan, tıpkı ilk filmim 'Gurbet Kuşları'ndaki gibi. Meğer o ilk gelişim, sinemadaki ilk rolümün de provasıymış.'
YATALAK HASTA BAKIMI
Fahrettin bozkırdan kopup geldiği İstanbul'da tıp okumaya başlar. İstiklal savaşı gazisi olan babası Hacı Yakup'un parasıyla değil, devlet bursuyla.
'Aldığım burs parası ayda 75 liraydı. Birkaç arkadaş Fatih'te bir göz oda tutmuştuk. 75 lira, ayın yarısında biterdi. Sonra Sarayburnu'na gider, balık tutardık. Marmara doyururdu karnımızı. Tıp fakültesi zor bitti.
Arkadaşlar yazın tatile giderdi ben hastanede kalır pratik yapardım. Aşağı Gureba'da cerrahi, Yukarı Gureba'da dahiliye ve Haseki'de ise kadın doğum stajımı yaptım.
Niç unutmam, Cihat Abaoğlu hocamdı. Maddi sıkıntı içinde olduğumu bildiği için bana iş bulurdu. Yatalak ağır hastaların bakımıydı yaptığım iş. En zor yanı hastanın altını temizlemekti. Bok kokusu burnunda, boklar ellerinde. İğrençti.'
ABLASI SIDIKA'NIN ÖLÜMÜ
Sonrasında, mecburi hizmetini yapar Cüneyt Arkın. Çiçeği burnunda bir hekim olarak hastalarına şifa dağıtmaya çalışırken Eskişehir'den bir kara haber gelir.
'Ablam Sıdıka'yı kaybettik. Hamileyken, çocuğu düşürmek için ilaç almış, içmiş. Ve o ilaç zehirlemiş onu.
Ölmüş ablam.
Aylardan şubattı. Eskişehir'e geldim, kimse bana ne olduğunu anlatmıyor. Her zaman önce ablama koşardım, onunla hasret giderirdim. Babamı ilk kez ağlarken gördüm ve ablamın öldüğünü öğrenince yıkıldım. O acı ölene kadar yüreğimi hep kanatacaktır.
Çok gençti Sıdıka Ablam ve ben onu çok severdim.'
EVLİLİK VE SİNEMA.
Sevdaya, aşka ve flörte hiç zaman bulamayan Fahrettin, ilk esaslı aşkını da Tıp Fakültesi'nde tanıştığı Güler Mocan'la yaşar. Bu aşk onu evliliğe taşır.
'Güler'le birbirmizi severek evlendik. İkimiz de hekimdik, mesleğin zorluklarına birlikte göğüs geriyorduk. 1966'da kızımız Filiz doğdu. Her şey iyi gidiyordu. Taa ki, Fahrettin'in yerine Cüneyt gelene kadar. Eskişehir Uçak Fabrikası'nda tabip asteğmen olarak vatani görevimi yaparken yönetmen Halit Refiğ 'Şafak Bekçileri' filmini çekmek için gelmişti. Göksel Arsoy, Nilüfer Aydan ve Leyla Sayar. Onlarla tanıştım, yardımcı oldum, film olayını yaşadım. Sonra İstanbul'a gidip gelmeye başladım. Evlendim ama gene bir İstanbul turunda Halit Refiğ yakaladı, 'Tam sana göre bir rol var' dedi. 'Gurbet Kuşları' filmiydi bu.'
AVANTÜR TEHLİKELER.
Cüneyt Arkın'ın gönlünde yatan aslanın adı avantürdür. O ara İstanbul caddelerinde bir afiş vardır:
'Karaoğlan aranıyor!'
Hemen harekete geçer Cüneyt Arkın. 'Suat Yalaz'ın çizgi roman kahramanı Karaoğlan sinemaya aktarılacaktı. Suat Bey'in kapısını çaldım ama 'Seni oynatmam, tipin avantüre yatkın değil' dedi.
İnanılmaz kamçıladı beni bu sözleri. İnat bu ya avantüre dört elle sarıldım. Ve sonunda 'Malkoçoğlu' böyle doğdu.'
Ne var ki avantür nankördür, tehlikelidir. Bunun bedelini de hiç çekinmeden öder Cüneyt Arkın.
'İçimdeki başarma hırsı gözlerimi öylesine kör etmişti ki, sonunda ölüme meydan okur bir hale geldim. Vücudumda yaralanmadık yer kalmadı. Mesela, zigzaklı bir omuriliğim var. Hiç kimsenin böyle bir omuriliği yoktur. 33 kemiğim avantür filmlerin izlerini taşır.'
6. KATTAN YERE ÇAKILDI
Gelelim ünlü aktörün avantür anılarına...
'Filiz Akın ve Öztürk Serengil'le oynuyorum. Altıncı kattan aşağı atlayacağım. Derme çatma branda gerdiler. Eve gidip kendi brandalarımı getireyim diyorum, yönetmen, 'Zaman yok, ışık kaçacak, hemen atla da şu sahne bitsin' diyor. Atladım. Tabii branda yırtıldı ve ben yere çakıldım. Gözüm patladı, elim parçalandı.
'Malkoçoğlu'nda parande atarken belim sakatlandı. Bel fıtığı oldum. Attan düştüm, sol ayağım kırıldı. Daha neler, neler...'
Sonunda eşi Güler isyan eder.
'Güler haklıydı. Hiçbir kadın böyle bir tempoya dayanamazdı. Düşünsenize, hiç boş zamanım yok. Sürekli film çekimleri, Anadolu kentleri, hastaneler. Dayanamadı ve ayrıldık.'
FIRTINALI YILLAR
İşte bundan sonra yalnızlık hissine kapılan Cüneyt Arkın içkiyle tanışır. Fırtınalı yılları da böylece başlar.
'Büyük bir yalnızlıktı çektiğim. Bir yere giderdim, ilgi görürdüm, sarhoşlar sarılır, şapur şupur salya sümük öperlerdi.
'Hadi içki içeceğiz' derler, içsen bir türlü içmesen bir türlü. Biraz zaman geçer, yılışmaya başlarlar bu kez.
'Sen çok güçlüsün, gel bir bilek güreşi yapalım' derler.
Ardından filmlerdeki rol icabı atılan yumruklara gelir sıra. Bu kez sahici yumruk atmaya başlarlar. Kısacası olayların adamıydım o dönemde. Kaçamıyordum. Kavga gürültü gidiyordum.'
YA İÇKİ YA BEN
Cüneyt Arkın için en büyük şans Betül Işıl'ı tanımaktır. Bu onun hayatında gerçek anlamda bir kilometre taşıdır.
'1 Haziran 1968'de, bir arkadaş toplantısında tanıştık Betül'le. 1 Haziran 1969'da nişanlandık. 22 Haziran 1970'te ise evlendik. Betül, alkol olayıma karşı çıktı. Bu arada babalığa hazırlanıyorum ama ben eski hamam eski tas. Bir gece 'Ya içki ya ben' diyerek önüme dikildi Betül 'Eğer alkolü bırakmazsan, karnımdaki çocuğu aldırırım' dedi. Başka seçeneğim yoktu, alkolü bıraktım.'
Şimdi mutlu bir ailesi var Cüneyt Arkın'ın. Dünün kılıçlı Malkoçoğlu'su, şimdi elinde mikrofonla TGRT'deki 'Babacan' programında halkın dertleriyle ilgileniyor Anadolu'yu karış karış dolaşarak. Ve kimi zaman geçtiği bozkırlarda çocukluğunun, kimi zaman da doktor Fahrettin'in izlerine rastlıyor.
ARKIN AİLESİ BİRARADA
22 Haziran 1970 yılında Betül Arkın'la evlendi Cüneyt Arkın. Bu evlilikten Murat ve Kaan adlarında iki oğlu oldu. Arkın ailesi şimdi en mutlu günlerini yaşıyor.
ANNE VE BABASIYLA
Bir yanında annesi Halise Hanım, diğer yanında İstiklal Savaşı gazilerinden olan babası Hacı Yakup Cüreklibatur var Cüneyt Arkın'ın. Kucağında ise oğlu Murat. Annesini 1983'te, babasını da ise 1988'de kaybetti Arkın. Onlarla yaşadıklarını ve Eskişehir'i ise asla unutamıyor.
SAHNEYİ 12 EYLÜL BİTİRDİ
Yıl; 1979. İflasın eşiğinde olan Yeşilçam'da, Cüneyt Arkın da ekonomik darboğaz yüzünden sahneye yeşil ışık yakanlar arasına katılır. Gazinocu Osman Kavran'la anlaşma yapar ve Fatma Girik'le Sevda Karaca kadrosuyla program yapmaya başlar. Arkın o günleri hatırlarken, 'Büyük hataydı. Allah'tan 12 Eylül ihtilali oldu da, sahne defteri kapandı' diyor.
POLİTİKAYA TÖVBELİ
Cüneyt Arkın, politikaya soyunmasını da hata olarak kabul ediyor şimdi. ANAP'a Eskişehir'den 13 bin oy kazandırsa da kendisi milletvekili olamayışından değil, halka malolmuş bir sanatçı olduğundan pişmanlığı. Ve artık politikaya tövbeli.
UÇUP GİDEN MUTLULUK
Bu fotoğrafın arkasında yazan tarih; 4 Şubat 1968. Cüneyt Arkın, karısı Güler Mocan'la öylesine mutlu ki. Ama gece hayatı, şöhretin getirdiği yoğunluk bu yuvayı yerle yeksan etti. Hem de kızları Filiz'e rağmen.
Yıllardır sinemada girmediği kılık kalmadı Cüneyt Arkın'ın. Kovboy oldu, şehzade oldu, neler oldu, neler...
IŞIK KAÇMADI, GÖZÜ PATLADI
Filiz Akın ve Öztürk
Serengil'le oynuyorum.
Altıncı kattan aşağı atlayacağım.
Derme çatma branda gerdiler. Eve gidip kendi brandalarımı
getireyim diyorum, yönetmen,
'Zaman yok, ışık kaçacak, hemen atla da şu sahne bitsin' diyor. Atladım. Tabii branda yırtıldı ve ben yere çakıldım. Gözüm patladı, elim parçalandı.