Kimileri kör veya sağır olduğunu düşünüyor. Objeleri, işlevlerine göre sınıflandırma yetisini yitirenler yani apraksi hastaları, örneğin ekmeğin arasına tabağı yerleştirip yemeye çalışıyorlar.
Trafik kazası ya da kalp enfarktüsü nedeniyle komaya giren, beyinlerinde ciddi hasarlar meydan gelen hastalar, kimliklerini unutur, en yakınlarını bile tanıyamaz. Bu tür hastalara özel bakımla yeni bir kimlik kazandırılması için hastanelerde yeni bir çalışma başlatıldı.
Komaya girip te kurtulanların sayısı, tıp bilimindeki gelişmeler sayesinde giderek artıyor. Acil tıp, trafik kazası ya da kalp enfarktüsü geçiren çok sayıda insanın yaşamını kurtarıyor, ama bu hastalar hayatta kalmanın bedelini ciddi beyin hasarlarıyla ödüyorlar.
Öyle ki, bir çoğu bellek kaybı sonucu kimliğini tamamen kaybediyor.
Bazı koma hastalarında geçmiş tamamen siliniyor ya da algılama yetisi yarı yarıya zayıflıyor. Kimi hastalar erkek mi yoksa kadın mı olduklarını bile bilmiyorlar. Kimileri kör veya sağır olduğunu düşünüyor.
Objeleri, işlevlerine göre sınıflandırma yetisini yitirenler yani apraksi hastaları örneğin ekmeğin arasına tabağı yerleştirip yemeye çalışıyorlar.
Avrupa’nın bir çok ülkesi hastahanesinde koma hastaları için özel bakım bölümleri açılmaya başlandı.
Örneğin Almanya’da Nöro- Rehabilitasyon Merkezi (NRZ) bunlardan biri. Burada bellek yitimi yaşayan hastalar, beyin ve sinirlerindeki bozukluk derecesine göre farklı bölümlerde terapi görüyorlar.
KÖFTE İLE TEDAVİ
Birinci bölümde koma hastaları bakılmakta. İkinci bölümde ise hastalar yürümeyi ya da ellerini kullanmayı öğreniyorlar. Parkinson hastalarındaki hareket bozukluklarının tedavi edildiği üst katta, bir jimnastik salonu, yürüyüş laboratuvarı, en gelişkin nöropsikolojik antrenman programlarıyla yüklü bilgisayarlar ve bir de mutfak bulunuyor.
Hastalar mutfakta köfte yaparak ellerini yeniden kullanmaya öğreniyorlar.
Bu durumda kurtarılanların yakınları, yeni hayatın gerçekten de yaşamaya değer olup olmadığını sormadan edemiyorlar. Ama doktor Schönle ise tamamen farklı görüşte. Bu bölümler, beyin ve bellek araştırmaları için bir laboratuvar özelliği taşıyor.
Beyinleri hasar görmüş hastalar, bilincin sınırları üzerinde araştırma olanağı sunuyor ve sağlıklı beynin fonksiyonları hakkında birçok bilgi ediniliyor.
Ergo terapisi sayesinde hastalarda bilinç ilerlemeleri izleniyor. Bu terapide hastalar ilk başta kilden sadece yassı pideler üretiyor. Daha sonraysa biçimsiz topaklar, evler ve otomobiller çıkıyor ortaya. O zaman objeleri hatırlamaya başladıklarını anlıyoruz, diyor araştırmacılar.
Bilgi depolanamıyor
Doktorların tüm çabalarına rağmen terapi görenlerin sadece beşte biri normal çalışma yaşamına dönebiliyor. İyileşip ayrılanların sayısı ise oldukça az ve buradan çıkan bir hastanın ailesinin yanında yaşayabilmesi bile büyük bir başarı.
Fakat yaşadıklarını tümüyle unutanlar bazen hiç eskiye dönemiyor. Örneğin 61 yaşındaki bir şirket yöneticisi, sekiz ay önce saunadan çıktıktan sonra kalp enfarktüsü geçirmiş. Yoğun bakımda kalmış, komadan çıktığından bu yana kişiliği boşluklarla dolu ve tıpkı topaklara ayrılarak dağılan bir kurabiye hamuru kadar amorf hale gelmiş. Anılarından geride bir şey kalmamış.
Bu tür hipoksik bir beyin hasarı, felçten farklı olarak, sadece meydana geldiği beyin bölgesini harap ediyor.
Söz konusu hastanın hipokampüsü her iki beyin yarısında da zarar gördüğünden, hasta yeni bilgileri depolama yetisini tamamen yitirmiş. Anılarının birçoğu da tamamen silinmiş. Öyle ki kısa bir süre önce oğlunu bile tanıyamamış.
Yeni çevre
Belleğini yitiren hastaların birçoğu kimliklerini ve içinde yaşadıkları çevreyi farklı varyasyonlarla yeniden yaratıyorlar. Ama bu uydurma dünyada yarattıkları da ne yazık ki kısa bir süre sonra unutulmakta.
İyileşebilen hastalar gerçek karakterlerine haftalar sonra kavuşabilirken, kimileri asla iyileşmiyor ve yabancı bir kimlikle yaşıyor. Bu durum özellikle de hastanın yakınları için zor.
Belleğini yitiren bir hasta eşi şöyle anlatıyor: ‘Karşımdaki insan görünüş olarak eşim, davranışları normal ve kendi kendine bakabiliyor ama kişiliği tamamen farklı. Normal davranışlar sergilerken ya da konuşurken, takır tukur ilerleyen bir düvenden farkı yok.’
Araştırmacı doctor Schönle, nörolog olmadan önce filoloji, dilbilimi ve psikiyatri okumuş, Diyor ki: Ağır beyin hasarlı hastaların ‘uyanışları’ her zaman ilginçtir, ben buna ‘ruhun, nörolojide yeniden doğuşu’ diyorum. Bilinç denizdeki dalgalar gibidir. Beyin etkinliklerinden oluşan bir çalkantı farklı yerlerde yukarı sıçrıyor. Değişime uğramış bilincin incelenmesiyle, normal bilinç hakkında yeni bilgiler edinmek mümkün’.
Bellek deniz gibi
Deneysel tıpta bu amaçta standart testler üretilmiştir. Ama burada geçerli olan ‘gündelik yaşamın nörolojisi’. Burada oyun üretiliyor. Oyun düzeni, renkler ve strateji, hareket, algılama ve davranış yetileri hakkında bilgiler veriyor.
Anıların bir kısmı hastaların yeniden evlerine dönüp, daha önceleri kullanmış oldukları eşyalarla karşılaşmaları halinde canlanabiliyor. Ancak bu hastaların sayısı pek fazla değil.
Örneğin her ne kadar hasta normal davranışlar sergilese de evdeki yakınlarını tanımaz, onlara farklı kimlikler yükleyebilir. Bu tür hastalar karşısında doktorlar çaresiz.
Şöyle diyorlar: Belleği, içindeki dünyayı tıpkı bir
film kopyası gibi yeniden depolayan bir yenileme süreci şeklinde ele alacak olursak, bu tür hastalarda anıların canlanması beklenemez. Biyografik rulonun her metresi kaybolmaktadır.