Efsane döndü

Güncelleme Tarihi:

Efsane döndü
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 28, 2001 00:00


Uğur DÜNDAR
Haberin Devamı

Uğur Dündar şampiyonluk hikayesini yazdı

Terim bombası nasıl patladı

BAŞLARKEN

Hayatımın en stresli, ama aynı zamanda en mutlu yılının ardından, rüya gibi bir ilkyaz gecesinde efsane döndü. Hem de tarihe geçecek muhteşem bir görüntüyle... Şampiyonluk maçı sonrasında sahada, soyunma odasında, uçakta yaşadıklarımızı ve kafilemizi Atatürk Havalimanı'nda kucaklayarak, sabahın ilk ışıklarıyla Samandıra'ya getiren on binlerce taraftarımızın dünyada eşi görülmedik coşkusunu, hayatımın en güzel anıları olarak saklayacağım.

Dizimize başlarken, dört yıl boyunca elde ettiği şampiyonluklarla bize yarışma keyfi yaşatan ezeli rakibimiz Galatasaray'ı, Anadolu'nun bağrından kopup gelen ve lig maratonuna yeni bir heyecan katan Gaziantepspor'u, ligden düşmüş olmalarına karşın, son maçlarında bile sanki şampiyon olacaklarmış gibi azimle mücadele eden takımlarımızı ve güzel futbol için sahaya çıkan herkesi yürekten kutluyor, içten teşekkürlerimizi sunuyorum.

Bu öyküyü futbolun seyredenlere keyif vermesi gereken bir spor dalı olduğunu unutmayanlara ve en kötü günlerimizde bile şampiyonluk inancını yitirmeyen eşsiz taraftarımıza armağan ediyorum.

Nerden çıktı bu Fenerbahçe

O günlerde karşılaştığım herkes aynı soruyu soruyordu: ‘‘Nereden çıktı bu Fenerbahçe?’’

Fenerbahçe hayatımdan hiç çıkmamıştı ki...

‘‘Nereden başlasam, nasıl anlatsam?..’’ diyordum soranlara. Ve böylece, kareleri sararmış bir film şeridi, gözlerimin önünden geçmeye başlayıveriyordu...

Babam, benim için filmlerden, romanlardan çıkıp gerçek yaşamda yerini almış bir kahramandı. Hayatımda hatırlayabildiğim ilk kışı, babamın komiser yardımcısı olarak görev yaptığı Tekirdağ'da geçirmiştik. Telaşlı ve kar yüklü bir karayelin ‘‘Bozaaa... Bozaaa... Kaymaakkk...’’ diye bağıran bozacıyı önüne katıp, karanlıklara ve hülyalı uykulara sürüklediği bir gece, babam bir kardanadam gibi kapımıza dayanmış, pantolonundaki kızıllığı göstererek ‘‘Size kar helvası getirdim...’’ demişti.

Gösterdiği karlı kızıllığın kan izi olduğunu çok sonra öğrendim. Hırsız kovalarken bir kurşun etini sıyırıp geçmiş, ayaküstü yapılan pansumandan sonra karda seke seke yürüyerek, gecenin bir yarısında eve gelmişti...

Dünyayı sarsan büyük savaş birçok ülkeyi yıkıp geçmekle kalmamış, insanların evlerini, işlerini, umutlarını ve hepsinden acısı sevgilerini bile yerle bir etmişti. Türkiye, kapımıza kadar gelen savaşa girmemişti. Buna rağmen ülkede sıkıntının haddi hesabı yoktu. Yoklukla birlikte boy gösteren vurguncular, önce ekmekleri, sonra da her şeyi bozmuşlardı... Bozulmayan şeylerden biri de, milli mücadeledeki kahramanlıklarıyla efsaneleşen Fenerbahçe Futbol Takımı'nın o yıllardan beri sürüp gelen başarılarıydı... Tekirdağ'dan sonra gittiğimiz Çanakkale'de babamla ilk işim, 200 bin şehide mezar olan tepeleri, İngilizlerin, Fransızların muhteşem zırhlılarını Boğaz'ın karanlık sularına gömen topçu bataryalarını gezmek olmuştu.

Mustafa Kemal'in adını ilk kez, babam Çanakkale Destanı'nı anlatırken duydum. Atatürk'ten söz ederken ‘‘Ne mutlu bize ki, büyük kahraman da Fenerbahçeliydi...’’ diyordu. Fenerbahçeli futbolcuların Anadolu'da çarpışan Kuvayı Milliye saflarına cephane taşımaları, İstanbul'daki İşgal Orduları Komutanı Harrington'ı çok kızdırmış, bizimkilere ders verebilmek için bir futbol turnuvası düzenlemişti. Amacı Malta Adası'ndan bile takviye getirerek güçlendirdiği takımıyla Fener'i yenmek ve dilden dile anlatılan öykülerle efsaneleşen on birin itibarını sarsmaktı. Ama karargáhta yaptığı hesap, futbol sahasına uymamış, bizim arslanlar İngilizleri evire çevire yenmeyi başarmıştı. Bu gerçeği bilen Atatürk, daha sonraki yıllarda Kulüp binasını ziyaret ederek anı defterine övgü dolu sözler yazmıştı.

Türkiye, 1950'li yıllarda henüz televizyonun ‘‘T’’siyle bile tanışmamıştı. Fenerbahçe'nin maçlarını, evimizin tek lüksü olan cızırtılı Aga marka radyodan dinlerken nefesimizi tutar, Fener'in başarısıyla coşar, ender olarak yenildiğinde üzüntüden kahrolurduk. Babama göre ‘‘Fener, dünyayı yener’’di. O sevdiği için Ferebahçe'yi de çok sevdim.

‘‘Nereden çıktı bu Fenerbahçe?’’ dendiğinde gözümün önünden gelip geçen sararmış film karelerini burada dondurup, size Fenerbahçe yönetimine nasıl girdiğimi anlatmak istiyorum.

Rüzgarlı gecede gelen telefon

18 Şubat Cumartesi gecesiydi. Eşimle birlikte gün boyu evimizin camlarını dövüp duran lodosun insanın içini ürperten uğultularına kulak tıkayıp, TRT-2'deki ‘‘Atilla İlhan'la Zaman İçinde Bir Yolculuk’’ programını seyrediyorduk. Hayatımdaki en stresli ve en mutlu günlerin habercisi olan telefon, işte o sırada geldi. Arayan hatırını kıramayacağım bir büyüğümdü.

‘‘Seni biraz sonra Aziz Yıldırım arayacak. Ben kendisini severim, değerli ve dürüst insandır. Onu kırmazsan sevinirim.’’

Çok geçmeden telefonum çaldı. Karşımdaki Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım'dı.

‘‘Uğur Bey, kongremizde yarın başkan ve yönetim kurulu seçimi yapılacak. Türkiye sizin dürüstlüğünüze, cesaretinize, kısacası kişiliğinize büyük saygı duyuyor. Birlikte hareket edersek hem listemizin, hem de Fenerbahçe'nin çok şey kazanacağına inanıyorum’’ diyordu.

BAŞKANIN ÖNERİSİ

Doğrusu çok şaşırmıştım. Çünkü diğer başkan adayı ve Vefa Lisesi'nden tanıdığım Vefa Küçük de aynı öneride bulunmuştu. Ama yönetime girmeyi düşünmediğimi belirtmiştim. Aziz Yıldırım'a da benzer şeyler söyledim. Ancak konuştukça, büyük projeleri yaşama geçirmekte kararlı olduğunu ve bunlar gerçekleşirse, Fenerbahçe'nin geleceğinin güvence altına alınacağını anladım. Zaten Olağan Genel Kurul Toplantısı'nın ilk gününde yaptığı konuşma herkesi etkilemişti. Sağduyu sahibi Fenerbahçeliler servetini, daha da önemlisi sağlığını sarı lacivertli camianın mutluluğuna adamış bu insanın yaşadığı talihsizliklere müstehak olmadığını düşünüyorlardı. Aziz Yıldırım'a hemen ‘‘Hayır’’ diyemedim ve düşünmek için bir ay süre istedim.

Telefonu kapattıktan sonra balkona çıktım. Arsız lodos yerini, insanın yüzünü ısırgan acısıyla yakıp geçen bir ayaza bırakmıştı. Masmavi ay, çevresini buzlu bir perdeyle kuşatan bulutların arasından Boğaziçi'ne kristal ışık huzmeleri döküyordu. Başkanın anlattıklarını anımsadıkça, Fenerbahçe'yi güzel günlere taşımanın çok da zor olmadığına inandım. Zaten her şey dibe vurmuş durumdaydı. Lige Rıdvan Dilmen'le başlayan takım, daha sonra Zeman'a teslim edilmiş, Pendikspor bozgununun ardından ona da yol görünmüştü.

Kararımı verdim. Tüm risklere karşın, en zor gününde bana güvenen Aziz Yıldırım'ı yalnız bırakmayacaktım. Telefonu çevirip ‘‘Camiamıza hayırlı uğurlu olsun...’’ dedim. O gece gözümü hiç kırpmadan, babamı ve Sulhi Garan'ın kadife sesiyle radyodan anlattığı Fenerbahçe maçlarını düşünerek sabahı ettim. Ertesi gün yapılan seçimler, Aziz Yıldırım'ın listesinin zaferiyle sonuçlandı.

Yıldırım'ın listesinde kimler var

Yönetim kurulunda ünlü Fenerbahçelilerin yanı sıra, iş dünyasında başarı kazanmış isimler de yer alıyordu. Çoğuyla ilk kez tanışacaktım. Şadan Kalkavan ve Selim Soydan ikilisi, Fenerbahçe'nin son şampiyonluğunda futbol şubesi sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Selim Soydan'ı başarılı futbolculuk günlerinden beri izliyordum. Bilgisi üst düzeyde olan bir futbol adamıydı. Emekli Koramiral Atilla Kıyat, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin pırıltılı komutanlarından biri olmanın yanı sıra, entelektüel ve dürüst kişiliğiyle de hepimizin gurur duyduğu gerçek bir Fenerbahçeliydi. Daha sonra Genel Sekreterlik yapacak olan Vedat Olcay'ı tanır tanımaz kanım ısınmıştı. Vedat Ağabey, çevresinde babacan ve güven verici bir izlenim yaratıyordu. Zaman içinde bu gözlemimde yanılmadığımı anlayacaktım. Eski İçişleri bakanlarından, merhum emekli orgeneral İrfan Özaydınlı'nın oğlu Murat, Türkmenistan'da yatırımları olan eski basketbolculardan Mahmut Uslu ve başkanın kuzeni Osman Yalçın, dost ve sıcak tavırlarıyla hemen göze çarpıyorlardı. Ayrıca başkanın omuzlarındaki ağır yükü hafifletmek için olağanüstü çaba sarf ediyorlardı. Üyelerden Tahir Perek, maliye dünyasının saygı duyduğu uzman bir mali müşavirdi... Yönetime Ankara'dan iki ünlü işadamı girmişti: Nihat Özdemir ve Hamdi Akın. Bu ikili, daha sonra gelişen süreç içinde Fenerbahçe'nin kurumsallaşmasını sağlayacak birçok projeye önemli katkılarda bulunacaklardı. Diğer üyelerse Dursun Ekşioğlu, Mehmet Vodina ve Ertuğrul Hataylı idi. Ekşioğlu ve Vodina'nın büyük gayretlerine de değinmeden geçemeyeceğim. Bu arada yönetime girmemiş olmalarına karşın, her zaman başarımız için çırpınan, maddi manevi tüm güçleriyle yanımızda olan başkanın kardeşleri Ali ve Acar Yıldırım'dan söz etmem gerekiyor... Ancak onların şampiyonluktaki katkılarını sözcüklerle anlatmam olanaksız.

Başkan hepimizi teker teker kutlayıp, üç gün sonra yapılacak ilk yönetim kurulu toplantısında buluşmak üzere vedalaştı.

Şok haber taraftarı ayağa kaldırmıştı

Yönetim Kurulu'na seçilen bazı arkadaşlar, ilk toplantı gününü ve görev dağılımını beklemeden, kendilerine yönelen kamera ve mikrofonlara, Fenerbahçe'yi kurtaracak icraat bombalarını patlatmaya başladılar. Örneğin Şadan Kalkavan ve Selim Soydan'ın, kongre gecesi ayaklarının tozuyla tüm televizyon kanallarına yaptıkları açıklama müthişti...

‘‘Galatasaray'ın başarılı teknik direktörü Fatih Terim'i Fenerbahçe'ye transfer edeceğiz.’’

Fenerbahçe'ye yarar sağlamaktan çok, o sırada Avrupa sahalarında başarıdan başarıya koşan Galatasaray'ı karıştırmayı amaçlayan bu şok haber, Fenerbahçelileri de ayağa kaldırmıştı. Kulübe yağan telefonlar durmak bilmiyordu. Taraftar tepki içindeydi.

Başkanın görev dağılımı yaptığı ilk yönetim kurulu toplantısı, bu hesapta olmayan çıkışa rağmen, yine de neşeli bir havada geçti. Toplantıdan sonra kameralara konuşan basın sözcümüz Atilla Kıyat kamuoyuna hem görevlerimizi duyurdu, hem de Fatih Terim konusuna açıklık getirdi. Atilla Paşa, Fatih Terim'in çok değerli bir teknik adam olduğunu belirterek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü:

‘‘Fenerbahçe yaşadığı talihsiz süreci sona erdirmek amacıyla yeni sezonda çalışacağı teknik direktörü özenle seçmeye kararlıdır. Bu nedenle Fatih Terim'in de yer aldığı listemizde birbirinden değerli isimler mevcuttur.’’

Böylece arkadaşlarımıza arka çıkarken, kamuoyunun tepkisini önleyecek bir formülü de bulmuştuk.

Kulübe ulaşan mesajlara, trübünlerden yükselen ‘‘Fatih Terim'i istemiyoruz’’ sloganlarına rağmen, Kalkavan-Soydan ikilisi, Terim konusundaki ısrarlarını sürdürdüler. Hatta bir gece Mehmet Ağar'ın da bulunduğu bir ev ziyaretinde ona resmi teklif bile yaptılar. Gelişmeler Fatih Hoca'yı da zor durumda bırakmıştı. Türkiye'ye büyük başarıların keyfini yaşatan teknik adamın bu öneriyi reddedeceğini bilmek için, kahin olmaya gerek yoktu. Nitekim öyle de yaptı. Ama ona yakışan şekilde... Her iki camiayı üzmeyecek, rencide etmeyecek bir açıklamayla konuyu kapatıverdi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!