Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 2004 01:55
İTÜ’de Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi
Dr. Yük. Müh. Orhan Öcalgiray’ın bağışlarıyla, İstanbul Teknik Üniversitesi tam donanımlı Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi’ne kavuştu. Merkezin, ülkemizin ve İTÜ’nün bilim ve teknoloji alanında dünyayla yarışan bir kurum olması amaçlanıyor.
Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, ‘Merkez, üniversitenin son 8 yılda gerçekleştirdiği atılımların son halkasını oluşturuyor. Lisans, lisansüstü ve uluslararası düzeyde araştırmaların yapılacağı merkez, üniversitemizi 21. yüzyıla taşıyacak’ dedi. Dr. Orhan Öcalgiray ise "Küçük bir memur çocuğuyum, bu üniversitede okuyarak feyiz aldım. Üniversiteme borcumu ödemek için bu merkezi yaptırdım. Merkezin kış koşullarına rağmen 8 ayda bitirilerek hizmete açılmasını, projeye katkıda bulunanların sevgi, bağlılık ve insanüstü çabalarına borçluyuz." dedi.
Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi; moleküler biyoloji, genetik ve biyoteknoloji alanlarında uluslararası platformda önde olabilmek, ülkede yeterli bilgi birikimini sağlamak, dünya standartlarında kaliteli araştırmacılar yetiştirmek ve evrensel bilime katkıda bulunmak amacıyla kuruldu. Merkezde, tam teçhizatli eğitim ve araştırma amaçlı toplam 21 laboratuvar, aynı anda üç paralel toplantının sürdürülebileceği konferans salonu ve sergi alanı bulunuyor. Merkezin öncelikli çalışma alanları; moleküler biyoloji, genetik, biyoteknoloji, nanobiyoteknoloji, yönlendirilmiş evrim (protein ve metabolizma mühendisliği), enzim biyoteknolojisi, genetik mühendisliği, nörobiyoloji, biyobenzetim (biomimetics), biyomalzemeler, kombinatoriyel biyoloji, çevre biyoteknolojisi, moleküler modelleme, moleküler evrim, fonksiyonel genomik, proteomik olacak.
Psikanaliz buluşmaları
6. Uluslararası İstanbul Psikanaliz Buluşmaları, 5-6 Kasım 2004 Fransız Kültür Merkezi İstanbul’da Psikroz konusunda olacak. Konferanslar: Aimée olgusu veya anne kız arasındaki delilik (EldaAbrevaya). Beyaz psikoz kavramı üzerine (Panos Aloupis). Psikotik durumlar ve beden (Zehra Karaburçak). Psikoz: gerçekliğin öteki yüzü (Vehbi Keser). Bir çocukluk çağı psikozunun psikanalitik tedavisi (Catherine Mathelin). Psikotik durumlarda sahneye koyma (Nicole Minazio). Nevrozun ötesinde (Talat Parman)
Genç öznenin psikotik dağılması: çoğul bir psikanalitik çalışma (Bernard Penot). Divanda bir psikotik (Isabel Usobiaga). Lacancı görüşe göre psikoz ve tedavisi (Alain Vanier). Panel: Fikret Ürgüp: hep eksilmişim. Nihal Elvan. Antonin Artaud: şizofreni ve sanat Ahmet Soysal. Psikoz ve yaratıcılık: Talat Parman . Atölyeler: Alain Vanier, Bernard Penot, Catherine Mathelin, Isabel Usobiaga, Nicole Minazio, Panos Aloupis. Etkinlik dili : Türkçe, Fransızca. Konferanslarda ve panelde eşzamanlı çeviri yapılacak. Etkinlik yeri: Fransız Kültür Merkezi İstiklal cad. Kayıt ve ücret için tel: 0212 292 8808 faks: 0212 292 8807; info@interium.com.tr
Beste yarışmasında ana tema Aşık Veysel
Bu yıl 11.si düzenlenen ve jürisi Atilla Özdemiroğlu, Garo Mafyan, İzzet Öz, Borga Parlar, Hakan Özer, Sedat Ergin, Şeref Oğuz, Faruk Eczacıbaşı ve Emrehan Halıcı’dan oluşan HALICI- Midi Bilgisayarla Beste Yarışması’nda ana tema Aşık Veysel. Yarışma, sanat ile teknolojinin birlikteliğinin en güzel örneklerini ortaya çıkarmaya yönelik bir karakter taşıyor ve her yıl bir tema üzerinde düzenleniyor. Bu yılki ana tema Aşık Veysel. Yarışmacılar, bu halk ozanımızla hissettiklerini eserlerine yansıtacaklar. Jüri’nin 1000 kadar eseri değerlendirdiği belirtiliyor. Daha ayrıntılı bilgiye http://midi.halici.com.tr sitesinden ulaşılabilir. Birinci, ikinci ve üçüncülük kazanan eserlere toplam 6 milyar TL ödül verilecek.
Ziraat Öğrencileri Kongresi
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde 27-28 Ekim 2004 tarihleri arasında Ulusal Ziraat Fakültesi Öğrencileri Kongresi düzenlendi. Bu kongrenin gençliğin tarım vizyonunun daha geniş kitlelere ulaşmasında, sorunların tartışılmasında büyük yarar sağlayacağı görüşünde kongre düzenleyiciler. Daha ayrıntılı bilgi için: www.agr.ege.edu.tr/etkinlikler.html
Hukuki koruma
Kadın ve erkeği biyolojik, fizyolojik ve ruhsal olarak belirleyen östrojen ile testosteron hormonlarının toplumsal, sosyal ve siyasal plandaki etkileri üzerinde duruyoruz, çeşitli açılardan haftalardır.
Dünyada, özellikle biz gibi ülkelerdeki daha kötümser manzaraya bakıldığında, testosteronun siyasal ve toplumsal ‘saldırganlığı’nı veya ‘savaşçı’lığını dizginlemede, kadın lehine hukuki ortamlar yaratmak kesin şart.
Hukuki korumalar, kadına yolu açabiliyor. Kadının anne ve dişi olmasından kaynaklanan engellere, engellemelere, dışlanmalara karşı, bir dereceye kadar bir denge sağlayabiliyor.
Fakat, kadını yasal kayırmaların da yetersiz kaldığı görülüyor. Erkekler, bir yolunu bulup, kasıtlı olmasa bile, tarihsel ve psikolojik bir erkek bilinci ile, iktidar alanları korumasına yönelik erkek dayanışması veya tavrı sergileyebiliyor. Bu durumda, kadınlar, yasal haklarını kısıtlı kullanabiliyor.
İskandinav ülkelerinde özellikle yasal korumaların olumlu sonuçlar verdiği görülüyor. Kadının siyasal temsili, bu ülkelerin çoğunda, diğer ülkelere kıyasla uç noktalarda.
Fakat, kadınların siyasal planda ne kadar ve hangi sürede erkeklerden farklı bir ‘kadın kültürü’ oluşturabildiklerini veya oluşturabileceklerini, doğrusu merak ediyorum.
Belki bu açıdan, İskandinav örneğinin izinden gidilebilir ve siyasal bir kadın kültürünün izleri var mı ve olabilir mi, araştırılabilir.
Bu nokta önemli. Yoksa, ben, kadınların siyasal planda erkek kültürü ile ve gibi davranmasına, politikalar üretmesine ve uygulamasına ilgi duymuyorum. Aynı politikaları erkek veya kadın üretmiş hiç önemi yok. Aman kadınlar da olsun işte, gibi bir mutlak eşitlikçilik peşinde de değilim.
Amacım, dünyanın birçok bakımdan feláket tablosundan sorumlu gördüğüm testosteron hormonu, östrojen hormonu ile dengelenir veya hatta yerine östrojen hormonuna ve egemenliğine bırakırsa, daha yaşanabilir bir dünya yaratılabilir mi, sorusunun peşinden gitmek..
Ve östrojenin uzun sürede yaratabileceği kendi toplumsal ve siyasal kültüründe umut var mı, sorusunu tartışmak..
Sahi, niye bu ‘ütopik’ konuyu, çok daha sayıda kadın ve erkek tartışmıyor?
Yoksa bu köşeyi okuyan yok mu!
Okuyup da ilginç mi bulmuyorsunuz?
Daha kötüsü, dünyadan, testosteron hormonunun yönetiminden ve yol açtıklarından memnun musunuz!?
Yoksa insanlığın, günün peşinde koşmaktan, hiç mi gelecek ütopyası kalmamış?
Gelecek cumartesiye kadar sevgi ve dostlukla..
Editör