Güncelleme Tarihi:
Fakat bir ünlü jeofizikçi yeni bir kuram geliştirdi ve ortalığı karıştırdı: Dünya’nın merkezinde, 8 kilometre genişliğinde uranyum yüklü bir küre var ve bu dev bir nükleer santral biçiminde çalışıyor.
Biz yukarıda mutlu yaşarken, yerin 6 bin 400 kilometre derininde yanan, hareket eden ve reaksiyona giren 8 kilometre genişliğindeki uranyum topu, gezegenin manyetik alanıyla volkanları ateşleyen ısıyı yaratıyor ve kıtalararası plakaların hareketlerini düzenliyor.
Dünya nedir? Şairler, O'nun gök mavisi renginde kutsal bir küre olduğunu söyledi. Astronomlar, gezegenimizin ortalama büyüklükte bir yıldızın etrafında dönen küçük bir gezegen olduğuna inanırken, bazı çevreciler O'na ‘‘Toprak Ana’ dedi.
Ancak bilimsel açıdan en kesin tanım, belki de hiç beklenmeyen bir yanıttı. Jeofizikçi J. Marvin Herndon, ‘‘Dünya'nın, dev bir nükleer santral olduğunu’ belirtiyor.
Biz bu kalın tabaka üzerinde yaşarken, yerin 6 bin 400 kilometre derininde yanan, hareket eden ve reaksiyona giren 8 kilometre genişliğindeki uranyum topu, gezegenin manyetik alanıyla volkanları ateşleyen ısıyı yaratıyor ve kıtalararası plakaların hareketlerini düzenliyor.
Herndon'un teorisi, 1940'lardan beri jeofizik bilimini temelini oluşturuyor. Bu görüşe göre, Dünya'nın çekirdeği, kısmen kristalleşmiş dev bir demir ve nikel topudur. Bu çekirdek, ısıyı sıvı çekirdeğe aktardıkça soğuyor ve büyüyor.
Bu görüşte radyoaktivite sadece, kendi kendine çürüyen geniş bir alana yayılmış izotoplar içeren ek bir ısı kaynağıdır. Carnegie Enstitüsü Jeofizik laboratuvarları Başkanı Hatten Yoder, ‘‘Bu görüşü, tektonik hareketlerle birlikte, gerçek keşiflerden biri sayıyorum'' diyor.
Füzyonun önemi
Herndon, insanları ve dünyadaki diğer canlıları da bu kuramına katıyor. Nükleer füzyonun (atom çekirdeğinin parçalanmasının) çok yaşamsal bir önemi olduğuna dikkat çekiyor: ‘‘Yaşamımızı atomun parçalanmasına borçluyuz. Yeraltındaki bu nükleer reaksiyon, bizi Güneş'in zararlarından koruyan manyetik alanı harekete geçiren dinamodur’.
Herndon'un çalışma arkadaşlarından nükleer mühendis Daniel Hollenbech, ‘‘Alanın yarattığı itme olmasaydı Güneş’ten gelen radyasyon, atmosferi çoktan yok ederdi. Bu nedenle ona bağlıyız’ diyerek fisionun önemine değiniyor.
Herndon, teorisinin en çok tartışılan bölümünü, Proceedings of the National Academy dergisinde yayımladı. Bilgisayar simülasyonları kullanan bilim adamı, nükleer santrallardaki yakıt kullanımını ölçen yazılımla, ‘‘gezegen ölçüsünde bir geo-reaktörün'', aslında Dünya'nın kabul edilen yaşı kadar yani 4.5 milyar yıl çalışabileceğini ve reaktörün kapasitesine eşit ısı değerlerinde, -yaklaşık 4 teravat- üretim gerçekleştirebileceğini gösterdi.
Dahası, böyle bir reaktör, bazen güçlenir, bazen zayıflar ve bazen de tamamen kapanarak, şiddetinde farklılıklar meydana gelir. Bu farklılıklar da, Dünya'nın manyetik alanının milyonlarca yıldır neden periyodik olarak azaldığını, çoğaldığını ve tersine döndüğünü açıklar.
DiÄŸerlerinde de var
Herndon, yalnızca Dünya'nın değil Jüpiter, Satürn ve Neptün'ün de çekirdeklerinde hızlı hareket halinde bir reaktör bulunduğuna inanıyor. Doğal nükleer reaktörler, yıldızların nasıl tutuştuklarından, uzayda, sıradan maddelerden en az 10 kat daha yoğun olduğu söylenen gizemli ve açıklanamayan karanlık maddeye kadar bir çok bilinmeyeni ortaya çıkarabilir.
Herndon'un teorisinin doÄŸru çıkması halinde, çekirdekte olan biteni anlayabileceÄŸiz.Â
Kabul gören çekirdek teorisine göre, manyetik alan, katı bir demir-nikel topu, çevresinde dönen erimiş demir ve nikel kabukları tarafından güçlendirilir. Ancak Herndon bu gücün, yanmakta olan bir nükleer reaktörü çevreleyen yüklü parçalarla sağlandığını savunuyor.
British Columbia Üniversitesi'nden Bruce Buffett ise ‘‘Herndon'un yaptığı bir kanıtlama değil, bir dizi akıl yürütme gibi gözüküyor’ diyor.
Çekirdeğin gerçek yapısı
Herndon, Dünya'nın çekirdeğinin, demir-nikel değil, nikel silisit denilen nikel-silisyum bileşiği olduğuna inanıyor. Herndon, bu görüşünü yapılandıran ilk kanıtını, 1972'de Fransız bilim adamlarının bir uranyum damarında neodinyum ve samaryumun fizyonla üretilmiş izotoplarını buldukları Afrika'daki Gabon madeninde elde etti.
Jüpiter de bir reaktör
Bilim adamları, uranyumun bundan 2 milyar yıl önce, 200 milyon yıl boyunca doğal bir nükleer reaktör olarak çalıştığını saptadı. Herndon, bununla ilgili 1998'de Journal of Geophysical Research adlı dergiye makale yazdı.
Herndon'u etkileyen bir başka bulguysa, 1960'larda Jüpiter'in parlaklığının, bu dev gezegenin Güneş’ten aldığı enerjinin neredeyse iki katı kadar enerjiyi uzaya yaydığının bulunması oldu. Arizona Üniversitesi'nden William Hubbard bu keşfi, modern gezegen bilimi açısından en ilginç saptamalardan biri olduğunu vurguluyor.
Herndon'un oğlu Joshua, 1990'da babasına, The New Solar System adlı dergide okuduğu Jüpiter'in fazla enerji üretimi üzerine bir yazıdan söz etti. ‘‘3 hafta sonra, birden yanıtı buldum. Jüpiter'de, gezegen ölçüsünde bir nükleer reaktöre sahip olmak için tüm bileşenler var’.
Araştırmacı, daha önce kimsenin bu sonuca varmadığını saptadı. Herndon, tüm hesaplamaları yaptı ve sonuçlarını ‘‘Uzak Gezegenlerin Enerji Kaynakları Olarak Nükleer Fizyon Reaktörleri’ başlığıyla yayımladı. Herndon, ardından dikkatini Dünya'ya çevirdi ve belki küçük gezegenlerde de nükleer güç kaynaklarının bulunabileceğini düşündü.
Manyetik alan
Dünya'daki manyetik alanın en ilginç noktalarından biri, her 200 bin yılda bir tersine dönmesi. Manyetik alan, aynı zamanda periyodik olarak zayıflıyor ve yeniden güçleniyor. Bu yalnızca bir teori değil. Manyetik alanın karmaşık tarihi, tam olarak kayalarda gizlidir; tek bir tabakada bulunan demir içeren minerallerin özellikle de manyetitin, çarpıcı bir şekilde farklı yönelimleri var.
Dünya'nın çekirdeğinde, Ay'ın çapının 10'da 7'si kadar bir demir-nikel topu yerine, uranyum 235 ve uranyum 238 izotoplarını içeren 8 kilometre genişliğinde doğal bir nükleer reaktör topu düşünün. Bu reaktör, hem uranyum hem de ayrılabilen plütonyumdan enerji elde eden ve nükleer mühendislerin ‘‘hızlı nötron üreticisi'' olarak niteledikleri kaynak olabilir.
Kürenin, sıvı demir ve nikel yerine, katı nikel ve silisyumdan yapılan ve nikel silisite eritilmiş bir maddeden yapıldığını düşünün. Herndon, reaktörün, bu nikel silisit küre içinde parçalanma yarattıkça, yüklü parçaları iten ve sonuç olarak da manyetik alan yaratan bir ısı ürettiğine inanıyor.
Uranyumun yeri
Bir çok jeofizikçi ise bu teoriye karşı çıkıyor ve soğuyan demir-nikel-küresi çekirdeği kuramının yaygın kabul gören bir teori olduğunu belirtiyor ve soruyor: ‘‘Dünya'nın oluşumu sırasında, bu kadar büyük oranda uranyum nasıl merkeze toplanabilir?’ Araştırmacılar, silikatların uranyumla bağ oluşturmaya meyilli olduklarını ve oluşan bileşiğin de hafif olacağından aşağı inemeyeceğini belirtiyor.
Herndon ise yanıtın, Dünya'ya düşen ve Güneş Sistemi’nin ortaya çıkışı sırasındaki koşulları temsil ettiğine inanılan kondrit adlı taş göktaşlarında olduğunu iddia ediyor. ‘‘Günümüz jeofiziğinin büyük bir bölümü, Dünya'nın, oksijen bakımından zengin koşullarda oluşan kondritlere benzediği fikrine dayanır. Öte yandan, enstatit kondrit denilen ve daha az oksijen bulunan ortamlarda oluşmuş olan göktaşları da var. Bunlardaki oksijen izotopları, Dünya'da bulduklarımızla özdeşlerÉortamda çok fazla oksijen varsa, tüm elementler oksijenle birleşmek isteyecektir. Ancak oksijen oranı azsa, uranyum ve magnezyum gibi elementler, serbest olarak Dünya'nın merkezine inerler’. Herndon, gezegendeki uranyumun yüzde 64'ünün bu yolla Dünya'nın merkezine gittiğini ve bu miktarın da bir reaksiyon başlatmak için gereğinden fazla olduğunu söylüyor.
Havai volkanları
Herndon'un en büyük fiziksel kanıtı, Hawaii'deki bazaltların bileşiminde yatıyor. Sismologlar, bu bazaltların, Dünya'nın derinliklerinde belki de dış çekirdek sınırının yakınlarındaki ısı kaynaklarından ortaya çıktıklarını düşünüyor. Herndon'un nükleer reaktör teorisine göre, bazaltları oluşturan lavlar radyoaktif olamaz, çünkü ağır uranyum Dünya'nın merkezinden yukarı çıkamaz. Ancak, helyum gibi görece daha hafif başka bir element, 6 bin 400 kilometrelik dikey yolu, nükleer parçalanmanın izlerini taşıyarak katedebilir. ‘32 yıl boyunca, bu bazaltların helyumlar incelendi.  Helyum 3 bulundu, bu büyük bir sürpriz, çünkü Helyum 3 çekirdek parçalanmasının bir yan ürünüdür. Hiç kimse, onun Dünya'nın derinine nasıl indiğini bilmiyor. Yaptığımız simülasyonlarda, Helyum 4 ve Helyum 3'ün oranlarını elde ettik. Bu değerler, herhangi bir değer olabilirdi, ancak tam olarak bazaltlarda incelenen oranlarla aynı çıktılar. Bu oran en önemli kanıttır’.
Yoder, sonuçların olağanüstü olduğunu ve teoriye tam olarak oturduklarını söylüyor. Herndon, ‘‘Tek adamım ve büyük ilerlemeler kaydettim, ancak yapılması gereken daha çok şey var. Bu araştırılabilecek bir fikirdir. Titiz bir araştırma ve gerçek bir tartışma gerekiyor'' diyerek, gelecek beklentilerini sıraladı.
Kaynak: Discover, AÄŸustos 2002