Sonra bilardo literatürüne geçen 40 vuruşu bulunuyor ve dünya bilardo camiasında 'Mr. Magic' ve 'Turkish Prince' lakaplarıyla anılıyor. Bir bilardocu olarak dünyanın pek çok ülkesinde gerçekleştirdiği artistik şovları da cabası. Son olarak geçen yıl İspanya'da Dünya Şampiyonu seçilen, bu ay da Yılın Oyuncusu ve Süper Kupa Şampiyonu ilan edilen Semih Saygıner, dünyada bu başarılarının karşılığını fazlasıyla alıyor ama Türkiye'de bilardonun yalnız şövalyesi gibi. Çünkü Türkiye'de, hakimden işsize, avukattan hamala altı milyona yakın insanın zevkle oynadığı, üstelik artık bir federasyonu, milli takımı ve resmi turnuvaları olan bilardo, hálá çok kişi tarafından ‘‘kahve köşelerinde oynanan gereksiz oyun’’ olarak görülüyor ve spor sayılmıyor. O ise bir yandan derece üzerine derece eklerken, bir yandan da bilardo daha çok sevilsin, daha sağlıklı koşullarda yapılsın diye uğraşıyor. Çorum Valisi'nin ‘‘Nee, bilardo mu oynatıyorsunuz, bari kumar oynatın’’ tepkisini geçmiş de Gülse Birsel'in GAG programında söylediği ‘‘Olur mu, bilardoya spor diyorlar, maratonculara ayıp!’’ sözlerine takılmış en son: ‘‘Buna ancak dünya şampiyonluğumla cevap verebilirim’’ diyor. ‘‘Bilardo böyle sefil bir oyunsa, niye beni yüzlerce kravatlı adam şık salonlarda seyredip alkışlıyor, niye Avrupa'da sürekli maçlarım canlı yayımlanıyor, gazetelerde sürekli haberlerim çıkıyor, niye üstünde 217 tane elmas taş olan kupayla ödüllendiriliyorum?’’ diye soruyor.
Trafik kazasında kaybedince anne ve babasını çıkmaz oldu bilardo salonundan üç topun birbirine inceden dokunmasında ustalaştı, sıcacık...üç top,anne, baba ve çocuk.
Semih Saygıner'in bilardoda ustalaşmasının hikayesi, belki de Sunay Akın'ın bu dizelerindeki özetten ibarettir: Altı kardeşin beşincisi olarak 12 Kasım 1964'te Adapazarı'nda doğar. Babası Adapazarı'nda çok sevilen tüccar terzi Faruk Bey, annesi Süreyya Hanım'dır. Zeki ama haylaz, sürekli kafa göz yaran bir erkek çocuğudur ama o yılları, bir oda dolusu arabayla birlikte çok güzel geçmiş yıllar olarak hatırlar. Taa ki 14 yaşında en sevdiği insanları kaybettirecek kazaya kadar... 1978 yılında bir gün, evlenerek Ankara'ya taşınan ablalarını ziyarete gitmeleri için trene bindirir babası onu, iki kardeşi ve annesiyle birlikte. Ancak o sırada bavul düşer, bir karambol olur; çocuklar trenle yola çıkarken, anneleri kalır. Babası da arabayla annelerini Bilecik'te trene yetiştirmeye karar verir. Sakarya Köprüsü'nde meydana gelen kaza sonları olacaktır.
Sezgileri güçlü bir çocuktur Semih; daha trende hisseder ters bir şeyler olduğunu. Ankara'da eniştesinin suratını görünce emin olur bundan. Apar topar Adapazarı'na dönerler, artık anne ve babaları yoktur ve kardeşler Türkiye'nin çeşitli kentlerine dağılır. Küçük kardeşi İzmir'deki ablanın yanına gider, kendisi ağabeyiyle kalır.
Ondan sonra okul hayatına pek adapte olamaz. Adapazarı'ndaki Aslan Bilardo Salonu'nu mesken tutar. Ustaları izlemek hoşuna gider ama giderek ustalaştığının farkında değildir. Kısa bir süre sonra sokaklarda bir yandan ‘‘bu çocuk çok iyi bilardo oynuyor’’ diye parmakla gösterilirken, bir yandan da kahve köşelerinden çıkmadığı için ‘‘kötü çocuk’’ ilan edilir.
BİLARDOCUSUN KIZ VERMEZLER YA!
Bocaladığı yıllardır onlar: Ağabeyinin ısrarıyla ‘‘bir baltaya sap olsun’’ diye Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü'ne girer, altı ay sonra ‘‘ben sap olmak istemiyorum’’ diye ayrılır, Ankara'ya ablasının yanına gider, gelir, bilardo oynar, bırakır, sandalyecide, televizyon tamircisinin yanında çalışır, ‘‘Ben bunu seviyorum, illa şiir yazmak zorunda mıyım kardeşim’’ diyerek tekrar bilardoya döner. Ne bulmuştur bilardoda? ‘‘Pozitif enerji buldum. Siz hiç bilardo masası etrafında yuh sesi duydunuz mu? Ya da bir adam 20 kere bir vuruşu yapmayı denese, ‘Hadi vursana kardeşim' diye bağırır mı seyredenler? ‘Yapsa da bir görsek' diye merak ederler. Negatif enerji yoktur bilardoda. Ve sizi seyredenlerle aranızda bir iletişim kurarsınız.’’
17 yaşındayken, bilardo ustası diye seyrettiği ama kısa sürede geçtiği Tezcan Şen, İstanbul şampiyonasından haberdar eder onu. Kalkıp İstanbul'a giderler, beş parasız, Kadırga öğrenci yurdunda kaçak kalarak katılır, Mecidiyeköy Cihan Bilardo Salonu'ndaki turnuvaya. Birinci olur ve gazetelere
haber de... Ardından Eskişehir'de, o dönem bilardocuların namağlup idolü Bora Karatay'ın karşısına çıkar. Ona yenilir ama Eskişehir'in bütün bilardocularını yenerek adını ‘‘Küçük şeytan ustaları yendi’’ diye gazetelere bir daha geçirir. Bir süre Bora Karatay'ın arkasından Türkiye ikincisi olur. Ama bu çok uzun sürmez; 1982'de ona da yenilgiyi yaşatır.
Bu arada zaman zaman müteahhitlik yapan ağabeyinin yanında çalışmakta, bunaldıkça İstanbul'a kaçıp bilardo salonlarında masa silmekten müdürlüğe işler yapmakta, tutunamamaktadır. Zaman zaman ‘‘Ben şampiyon olacak adamım, bana destek olun’’ diye sponsor arayışına girer, kimse yüzüne bakmaz. ‘‘Dünya Şampiyonu olacağım’’ dediğinde gülerler. Gerçi sonra ‘‘bilardocu bir kız’’ bulup evlenecektir ama o sıralar ‘‘Hayatımı devam ettirebileceğim bir iş değil bu. Bilardocuyum, kız vermezler ya. Bırak parayı, statün sıfır' diye umutsuzluğa kapılarak bırakır yine. Bir diğer ablasının yanına, Diyarbakır'a gider. Bırakamaz tabii, orada da bilardo turnuvaları düzenler, ustalığını konuşturur, heveslilere hocalık yapar.
Tam o günlerde bir telefon gelir: Ankara'da Bilardo Eğitim Derneği kurulmuş, bilardo ilk kez resmi statü kazanmış, turnuvalar düzenlenmektedir. Yıl 1987. Bu kez umutlanır; sponsor da bulur. Platin Bilardo'nun sahibi Platin Doğan, ‘‘Ya bu turnuvayı kazanacaksın ya da elinde süpürge sokakları süpüreceksin’ der ona. Neyse ki sokakları süpürmesine gerek kalmaz; çünkü o zamana kadar Türkiye'de hiç yapılmamış dereceleri yaparak rekorla ilk resmi Türkiye Şampiyonu olur. Hem de finalde yine Bora Karatay'ı yenerek...
SİHİRLİ VURUŞLARI LİTERATÜRE GEÇTİ
Platin'in desteğiyle ilk kez İstanbul'da bir oda bir salon evi olur; Ebru Gündeş'in babası Remzi Gündeş'in eskici dükkanından alınan eşyayla doldurduğu. Sonra bir bilardo salonu açar; içinde kahve oyunu olmayan ilk bilardo salonu. Nişantaşı'nda, dört katlı, insanların sıraya girebilmek için kat garsonlarına rüşvet verdiği Majestik Bilardo'ya ortak olur. Her hafta, aralarında kızların da olduğu yüze yakın öğrenciye ders verir. Onlardan biriyle, Aygen Berk'le daha sonra evlenecek, 1993'te kurulan Türkiye Bilardo Federasyonu'nun kurucu üyesi olacak Berk'le bilardo salonları işletecek, sonra ayrılacaktır.
Her şey yolunda giderken, ‘‘kendini işadamı gibi hissetmeye başladığı için’’ birden vazgeçer ve ‘‘dünya şampiyonu’’ olmak üzere sponsor aramaya başlar. Zeki Bilardo'dur bu kez sponsoru. İlk kez 1992'de çıkar yurtdışına. İlk denemesinde heyecandan yenilse de Berlin'de Dünya Şampiyonu ve idol, Hollandalı bilardocu Ceulemans'ı canlı yayında 3-0 yenmeyi başarır. Dünya çapında turnuvalara katıldığı 1993'te dünya klasmanında altıncılığa yükseldiği için Dünya Bilardo Birliği onunla pek çok prosedürü atlayarak kontrat imzalamak zorunda kalır. Aynı yıl dünya üçüncüsü, bir yıl sonra Dünya Şampiyonu'dur. Fiilen çalışan bir bilardo federasyonu bile olmayan bir Türk bilardocu olarak....
Avrupa'da, ‘‘Bu Türkiye'nin Rusya'yı buz hokeyinde yenmesi gibi bir şey’’ yorumu yaparlar. Adı Mr. Magic'e (Bay Sihir), Turkish Prince'e (Türk Prensi), hatta Turkish Delight'a (Türk Lokumu) çıkar. Yüz yıldır bilardo oynayan Hollandalılara (ona göre sistem insanı, kalıplarının dışına çıkmayan Avrupalılar) 40 kadar yeni teknik gösterir; Semih Saygıner Magic Shots (Semih Saygıner'in Sihirli Vuruşları) olarak literatüre geçer bu vuruşlar. Hollanda liginde dokuz yıl profesyonel oyunculuk yapar. Gazetelere haber, dergilere kapak, televizyonlara konuk olur. İngilizce, Almanca, İspanyolca, Hollandaca, Korece, Japonca, Arapça, hangi ülkeye giderse o dilde konuşur. Koreliler, yarım yamalak İngilizceleriyle ‘‘Şıgını veri guuu’’ (Semih Saygıner, çok iyi) diye anarlar onu...
BU YEMEĞİ BEN PİŞİRDİM ÇÖPE DÖKTÜRMEM
Ama Türkiye'de bilardo sporu açısından biraz sorunlar vardır. Federasyon, başarılarını pek teşvik etmek, kamuoyuna duyurmak heveslisi değildir. Saygıner, Avrupa'da, Japonya'da ödül aldığı, İstiklal Marşı'nın çalındığı törenlerin görüntülerini televizyonlarda yayımlatmak için göbeğini çatlatır. Galiba hak ettiği ilgiyi yeterince göremez. Ona göre, bal gibi bir spordur bilardo. Estetik, insanın sürekli kendini geliştirmesi gereken. Sporun tanımına uyan her şey vardır içinde; rekabet, ön hazırlık, beslenme, çalışma... ‘‘Hatta doping kontrolü yapılıyor! Biz burada spor mu diye konuşuyoruz, dünya şampiyonuyum ben ya... Tamam Türkiye'de insanlar kahvelerde oynamak zorunda kalıyor, çünkü tesisler yeterli değil. Şimdi üç bin tane kadar Bilardo Spor Salonu diye geçen yerler var; kahve oyunlarının oynanmadığı... Ama geçen törende Başbakan Tayyip Erdoğan bana, ‘yerine insan yetiştir' diyor. Hangi parayla, projeyle, hangi yönetimle?’’
Bu yüzden pek çok projesini de hayata geçiremez. Ne yapmak lazımdır? Söz onun: ‘‘Biz, Milli Takım arkadaşım Tayfun Taşdemir'le 1999 yılında dünya şampiyonu olduk, haberiniz var mı? Hayır. Başarılar medyaya yansımıyor. Federasyon üzerine düşeni yapmıyor. Şimdi ben diyorum ki, madem yapmıyorlar, gerekiyorsa genel sekreter, gerekiyorsa başkan olacağım. Çünkü bu yemeği ben pişirdim, kimsenin de çöpe dökmesine izin vermem. Can atmıyorum federasyon başkanı olmaya ama kasımda
seçimler var, ihtiyaç olursa adaylığımı koyacağım.’’
DOĞUŞTAN STAND-UP'ÇI
Semih Saygıner bu arada, biraz Yılmaz Erdoğan-Cem Yılmaz karışımı biridir; arkadaşlarının sık sık ‘‘ya gel bizi güldür’’ diye çağırdığı. Her türlü şiveyi başarılı bir şekilde konuşur, güzel taklit yapar, hazırcevaptır. Bu yeteneklerini de -ne demekse- bilardocu stand-up'çı gibi, salonlarda şovlarla sergiler. Turneler yapar. Hangi ülkeye gittiyse, o ülkenin dilinde üstelik. Şovlarda anlattıkları başına gelen gerçek olayların toplamıdır. Bu özellikleriyle dizi teklifleri alması boşuna değildir.