Dünyada insan soyunun tükenme olasılığı var mı?

Güncelleme Tarihi:

Dünyada insan soyunun tükenme olasılığı var mı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 29, 2002 14:34

Evet var.. Avrupa’da nüfus artışı durdu.. Avrupa’nın en katolik ülkesi İtalyan kadınları arasında doğum boykotu başladı. Ülkemizde de nüfus artış hızı yüzde 1,7’ye geriledi.

Dünyadaki diğer kadınlar da İtalyan kadınlarını örnek alırsa, bir nüfus felaketiyle karşı karşıya kalabiliriz. Bir zamanlar bebek sayılarındaki patlama yerini yok olmaya bırakıyor.


Yalnızca zengin değil yoksul ülkelerde de geçerli olan durum karşısında, dünya nüfusu 50 yıl içinde büyük bir düşüş yaşayabilir. Nüfusun azalması gerçek dünyayı kaynak bakımından daha yaşanabilir kılacak ama büyük bir tehlike var: Çok daha yaşlı, muhafazakar ve biraz daha az yaratıcı bir dünya.


Geleceği bütün bir halde görmek için, Avrupa’daki hemcinslerine göre daha az bebek yapmak isteyen İtalyan kadınlarına bakmak yeterli. Doğum kontrolune karşı olan Katolik Kilisesi’nin evi konumundaki İtalya’da, doğum oranı çok düşük. Her bir İtalyan kadınına 1.2 çocuk düşüyor.

Ülkemizde de doğurganlık oranı ve hızı düşüyor. Türkiye’de nüfus artış hızının son 10 Ğ 15 yıl içinde yüzde 2,5’lardan yüzde 1,7’lere doğru hızla gerilemeye başladığı görüldü. Ancak Türkiye yine de Avrupa’nın en genç ülkesi.

Avrupa’da bu oran biraz daha düşer ve dünya geneline uyarlanırsa yeryüzünde yaşam sona erebilir.

Dünya nüfusunun gelecekte azalması güzel gibi gözüküyor. Bu azalmanın, doğal kaynakların paylaşım sıkıntısını azaltacağı bir gerçek, ancak nüfusu giderek azalan bir dünya çok daha farklı olacak: çok daha yaşlı ve muhafazakar ve biraz daha az yaratıcı bir dünya.

Yeni dünya, emeğin kaynak sıkıntısı çektiği ve ülkelerin, kapı dışarı etmek için değil bu kez çalıştırmak için mülteci çağıracakları bir yer olacak.

Büyük değişim

Nüfus üzerine tahminde bulunanlar 1970’lerden beri gelecekteki nüfusun gıda, su ve toprak gibi kaynakları yok edeceği ve küresel ısınma ve daha kirli bir dünyayı tetikleyeceklerini söyleyerek bizi korkuttu.

Ancak 20. yüzyıla doğru, dünya nüfusunun neredeyse 4 kat artarak 1.6 milyardan 6 milyara çıkması tahminleri haklı çıkardı. Yüzyılın ortalarında başgösteren ‘bebek patlaması’ henüz sona ermedi, ancak daha derine bakarsak doğurganlık büyük bir düşüş gösteriyor.

1950’lerde ortalama bir kadın 5 çocuğa sahipken, bugün bu sayı 2.7’ye kadar düştü. Doğumlardaki bu düşüş, 21. yüzyılın en önemli demografik (nüfus istatistiklerini inceleyen alan) göstergesi oldu.

Çekirdek aile

Demografi uzmanları, bu yüzyıl içinde dünyadaki bir çok kadının, ailesini Batı tarzında çekirdek bir aile olarak yapılandıracağını düşündü. Bu yapılandırma, basit bir dünya nüfusu yaratacak ve 2100’de 10 milyar kişiye çıkacaktı. Kadınların bu tahminden haberi yok, ancak yine de İtalya’daki doğum oranları, olması gerekenden çok daha düşük.

Olması gereken değer kadın başına 2.1’dir; fazladan 0.1, aile kurmaya yetecek kadar çok yaşamayan kızlar için geçerli. İtalya ise 1.2 bebek oranıyla, ortalamanın çok altında kalıyor. İspanya, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Rusya ve Ermenistan’daki doğum oranları da aynı şekilde.

En büyük şaşkınlıksa, bu yılın sonunda sonuçlanması beklenen yeni Birleşmiş Milletler (BM) nüfus tahmin raporuyla yaşanacak; raporun, ‘iki kuşak sonra, dünyadaki her 5 kadından 4’ü, 2 veya daha az çocuğa sahip olacak’ çıkarsamasını içermesi bekleniyor.

Dünya, bu demografik değişime karşı neden bu kadar kayıtsız? Bunun en büyük nedeni, insanlık tarihinin en büyük nüfus patlaması sayesinde doğmuş çocukların çocukları, bugünlerde çocuk büyütmekle meşgul. Doğurganlık oranları azalsa da, bu kişiler dünyaya hiç olmadığından daha fazla bebek getiriyor.

Bu durum Avrupa’nın nüfusunu sabit tutarak, dünya nüfusunun da her yıl 80 milyon artmasına neden oluyor. Öte yandan, 20. yüzyılın bebek ‘pompalayanları’ ölmeye başladığında, ivme tersine dönecek ve nüfusun artmasını sağlamak çok daha zor olacak. Dünyanın nüfusu, 14. yüzyıldaki Kara Ölüm’den beri ilk kez büyük bir düşüşe doğru gidiyor.

Kent ve kırsal yaşam

Buradaki en önemli sorular, kadınların neden daha az çocuk sahibi olmak istediği ve anneliği kabul etmedeki bu direnişlerinin daha ne kadar süreceği. Sağlık ve tıp alanındaki ilerlemelerle birlikte özellikle çocuk ölümlerindeki azalma, insanların çok fazla çocuk yapmayacakları şeklinde yorumlandı.

Diğer önemli bir nedense kentleşme oldu. Kırsal kesimlerde ve köylerde çocuklar, hayvanlara bakmak ve tarlayı işlemek gibi görevleri yerine getiren bir kazançtır. Kentlerdeyse bir çocuk, ekonomik alanda büyük bir sorumluluk demek. Küçük çocuklara bakmak gerek ve büyüdüklerinde de istedikleri işi elde etmeleri için eğitim görmeleri zorunlu.

Tüm bunların da ötesinde, kültürel alandaki değişimler, kadınları evden ve çocuk büyütmekten uzaklaştırdı. Ataerkil topluma sahip yoksul ülkelerdeki kadınlar, televizyonla yeni dünyaları tanırken, modern doğum kontrol yöntemleriyle de bu dünyaya uyum sağladı. London School of Economics’ten Tim Dyson, ‘Evlenmek ve çocuk sahibi olmak, artık eskisi kadar önemli değil’ diyerek değişime dikkat çekiyor.

Bugün 60’tan fazla ülkede doğum oranları olması gereken değerden daha düşük. Bu grup, Karayipler’in büyük bir kısmını, Çin’i ve Kore’yi kapsarken, bu yıl Tayland, Sri Lanka ve İran’ın aralarına katılması bekleniyor.

BM Nüfus Dairesi Bölüm Başkanı Joseph Chamie’nin önderliğinde geçen mart düzenlenen konferansta, aralarında Brezilya, Endonezya, Meksika ve Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin uzmanları, ülkelerindeki doğum oranlarının 20 yıl içinde normal değerin altına ineceğini açıkladı.

Zorunlu kontrol

Bu ülkelerden çok azında zorunlu doğum kontrolü uygulanıyor. Katolik Kilisesi, Brezilya’nın hiçbir aile planlaması programı yapmamasını sağladı. Bu durumda bile milyonlarca Brezilyalı kadın kısırlaştırılma kliniklerine başvurdu ve doğum oranı son 20 yılda yarılanarak 2.3’e indi.

İran’daysa durum çok daha çarpıcı. 1994’te Kahire’de nüfus üzerine bir konferansa katılan mollalar, doğum oranlarını azaltan uluslararası gündemin büyük bir kısmına karşı olduklarını açıkladı. Ancak ülkedeki kadınlar, vücutlarının kontrolünü ellerine alarak 1998’deki 5.5’lik doğum oranını 2000’de 2.2’ye düşürdüler.

Özgürlük tutkusu

Refah ve zenginlik, bu oranı ulus çapında azaltmada önemli bir kriter değil. Afrika dışındaki en yoksul 6 ülkeden biri olan Bangladeş’te kızlar, en az eğitim alan ve en erken evlenen gençler arasında. Bu durumda bile, doğum oranı annelerinin yarısı oranında. Vietnam’daysa, son on yılda kadın başına düşen çocuk sayısı 2.3’e kadar azaldı.

Zengin yoksul, sosyalist kapitalist, Müslüman Katolik, sıkı aile planlama yönetmeliklerine sahip olsun ya da olmasın, ülkelerin birçoğunda aynı şey geçerli; kadınlar vücutlarını kendileri kontrol ediyor.

Demografi uzmanı Dyson, olanların ‘kültürel yayılma’ya bağlı olduğunu öne sürüyor. Çocuk sahibi olmamak, bir modernlik ve özgürlük ifadesi olmaya başladı ve kadınlar da bu yeni özgürlüklerini vermek istemiyor. Kadınların, kendi toplumlarını şekillendirme yetkisini babalarının ve erkek kardeşlerinin elinden almaya başladıklarını kaydeden Dyson, ‘Hindistan’ın batısına bakarsanız, tarlalarda çalışanın, işleri yapanın ve yönetenin kadınlar olduğunu görürsünüz. O kadınların daha fazla çocuk yapmaya zamanları yok’ diyor.

Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden ünlü demografi uzmanı Jack Caldwell, ‘İtalya’nın önemli bir örnek’ olduğuna inananlardan biri. Caldwell, bu ülkedeki doğum oranlarının inanılmaz düşüklüğünün, kadınların özgür olmasından kaynaklandığını kaydediyor. Bir bakış açısına sahip olan bu kadınların en son istedikleri, anneleri gibi eve tıkılıp çocuk bakmak. Uzman Jean-Claude Chesnais de, çocuk bakımının zor olmasının ve erkeklerin bir çoğunun yardımcı olmamasının, İtalya gibi ülkelerde çocuk büyütmenin önündeki engelleri katladığını ve anneler tarafından yapılan ekonomik fedakarlıkların da artık dayanılmaz olarak kabul edildiğini öne sürüyor.

Avrupa: Kuzeyi-güneyi

Öte yandan tüm ülkeler İtalya gibi değil. Örneğin İsveç’te yaşayan Astrid ve arkadaşları, İtalyan hemcinslerine göre daha fazla aile sahibi olmaya meraklı. Ülkedeki 1.6’lık doğum oranı, nüfusun artmasını sağlamıyor, ancak ülkede demografik değerler de düşmüyor. Kuzey Avrupa ülkelerini birçoğunda, Akdeniz’e oranla doğum oranları çok daha yüksek; Norveç’te 1.8, İngiltere ve Finlandiya’daysa 1.7.

İki bölge arasındaki bu farkın en önemli nedeni, kuzeydeki ülkelerin hükümetlerinin, ailelere iş ve ev yaşamını dengelemede güneye oranla daha fazla yardımcı olması. Bu ülkelerdeki erkekler de, ev yaşamı konusunda daha deneyimli. Bu nedenlerin var olmadığı İtalya’da, çalışan kadınların sadece yüzde 12’sinin yarı zamanlı işleri var ve komünizmin çöküşünden itibaren, Doğu Avrupa ülkelerindeyse, aileler için devlet destekli programlar azaldı ve doğum oranları da bir anda düşmeye başladı.

Dünyanın geri kalanı, Kuzey mi yoksa Güney Avrupa’yı mı örnek alacak? Caldwell, göstergelerin açık olduğunu kaydediyor: ‘Dünyanın genelinde, Akdeniz’in ataerkil modeli, kuzeyin daha yardımsever erkek modeline göre daha yaygın.’

AIDS’in etkisi

Nüfus artışının kontrol altında tutulmasının bir diğer önemli nedeni de AIDS. BM gelecek 5 yıl içinde, büyük çoğunluğu Afrika’da olmak üzere 15 milyon insanın AIDS’ten öleceğini açıkladı. Ekonomik açıdan görece daha gelişmiş ülkelerde doğum oranları azalırken ölüm oranları artıyor.

Kenya’da doğum oranı 20 yılda 8’den 5’in altına inerken, 10 yıl içinde 3’e inmesi bekleniyor. AIDS nedeniyle birçok küçük çocuğun da ölmesiyle birlikte, bu oran bugünkü nüfusu korumaya yetmeyebilir. Kenya, düşüşe geçen bir nüfusa sahip ilk Afrika ülkesi olabilir.

Gelişmiş ülkeler de, giderek azalan doğum konusunda kaygılılar. Yaşlı bir nüfus, sosyal hizmetler ve emekli aylıklarında büyük bir yük oluştururken, bu ülkelerin nüfusları gelecek 5 yıl içinde büyük oranda azalacak. Japonya, 2050’de nüfusunun yüzde 14’lik bir düşüşle 20 milyon olmasını beklerken, Almanya da aynı düşüşle karşı karşıya. İtalya ve Macaristan’da bu değer yüzde 25, Rusya’da da üçte 1 olabilir. McDonald, gelecek nesillerin, bir önceki neslin en azından yarısı kadar çocuk yapmaması halinde, İtalya’daki bugün 56 milyon olan nüfusun, 2100’de 8 milyona düşeceğine dikkat çekiyor.

Chamie ve BM çalışanları, dünya nüfusunun 2050’de 7.5 milyara ulaşacağını, ardından düşerek 2150’de 5.3 milyara kadar ineceğini tahmin ediyor. Uzmanlar, politikacıların, yaşlı nüfusun getireceği yükler konusunda kaygı duymaya başlayacaklarını ve iş gücünü karşılamak için de mülteci çağıracaklarını vurguluyor. Doğum yanlısı politikaların önem kazanacağını belirten McDonald, yeni uygulamaların içinde, kadınları iş gücünden uzak tutarak eve kapama, kürtajı yasaklama ve aile planlama servislerini kaldırmanın yer alabileceğini öne sürüyor. Dyson ise, bu görüşü reddederek, kadınların bunları kabul etmeyeceklerini ekliyor.

Yeni uygulamalar, kadınların özgürlüklerini kısıtlayıcı olmanın yanı sıra, erkeklerin daha fazla sorumluluk sahibi olmalarını teşvik edebilir. Dyson’ın da ortaya koyduğu gibi, doğum oranlarındaki bu düşüşün asıl nedeni, kadınların erkekler gibi olmak istemeleri. Bunu değiştirmek için de erkekler duruma el koymalı ve kadınlar gibi olmalı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!