Düğmeye Frankfurt'ta basıldı

Güncelleme Tarihi:

Düğmeye Frankfurtta basıldı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 26, 2001 01:59

İki stratejik karar Bilgili'nin sarsıntıya giren başkanlığını tehlikeli suların dışına çıkarttı. Bunlardan birincisi, eski Beşiktaşlı oyuncu Sinan Engin'in menejerliğe getirilmesi; ikincisi ise Scala'nın yerine Daum'la anlaşılmasıydı.

Tarih 4 Mart 2001. Günlerden pazar.

Ligde büyük bir çöküş yaşayan Beşiktaş, İstanbulspor karşısına çıkacaktır.

Büyük umutlarla getirilen İtalyan hoca Nevio Scala ile yolların ayrılacağı az çok kesinleşmiş gibidir.

Gariptir ki, Başkan Serdar Bilgili, o gün İnönü Stadı'nda şeref locasındaki her zamanki yerinde yoktur.

Bilgili, o sırada Frankfurt'ta bir otel odasında gizlice buluştuğu Christoph Daum'a şöyle der:

‘‘Sana ihtiyacım var. Beşiktaş kötüye gidiyor. Takımın başına geçmeni istiyorum.’’

Daum, Alman milli takımının başına geçmek üzereyken kokain kullandığı iddialarının ortaya atılması yüzünden büyük bir sarsıntının içinden geçmektedir.

Milli takım için yapılan anlaşma geri çekilmiş, Almanya'daki kariyeri büyük bir belirsizliğe girmiş, özetle bütün hayatı altüst olmuştur.

Daum, Bilgili'yi şöyle yanıtlar:

‘‘Durumumu biliyorsun. Uğraşmam gereken şahsi sorunlarım var. Uzun bir mahkeme süreci beni bekliyor. Çalışmayı düşündüğüm bir dönemde değilim. Önce bu sorunlarımı halletmeliyim. Ancak ondan sonra teknik direktörlüğe dönebilirim.’’

Bilgili, isteksiz gözüken Daum'a şu karşılığı verir:

‘‘Biz bu sorunların savaşını seninle birlikte veririz. Ama benim şimdi sana ihtiyacım var. Ne yap yap, gel... Sana bütün esnekliği, anlayışı göstermeye hazırız. Bu zor döneminde Beşiktaş'ı hep yanında bulacaksın.’’

KADER ORTAKLIĞI

Daum, o noktada müteredditti. 1990'lı yılların ortalarında Beşiktaş'ın teknik direktörlüğünü yaparken, kulübün genel sekreteri olan Bilgili'yi yakından tanımıştı.

Dostlukları Beşiktaş'tan ayrılmasından sonra da devam etmişti. Hakkındaki iddialar nedeniyle herkes uzağında dururken şimdi Beşiktaş kendisine elini uzatıyordu. Aslında Bilgili de zor durumdaydı. Alman hoca, görüşmenin sonunda olurunu bildirdi.

Daum, bu görüşmeden üç gün sonra Galatasaray'ın Şampiyonlar liginde yapacağı maç için Alman TV kanalının yorumcusu olarak İstanbul'a gelecekti.

Bilgili, görüşmeden ayrılırken ‘‘Eşyalarını yanında getir. İstanbul'dan dönüş yok. Haftaya Antep maçında takımın başında sahaya çıkacaksın’’ dedi.

Bilgili ve Daum'un 4 Mart 2001 tarihinde Frankfurt'taki otel odasında el sıkışmaları ile birlikte Beşiktaş'ın kötü gidişinin seyri kontrol altına alınacaktı.

Bilgili, aynı pazar akşamı uçakla Frankfurt'tan İstanbul'a döndü.

Frankfurt operasyonun ilk ayağı büyük bir sessizlik içinde tamamlanmıştı.

Beşiktaş üst yönetimindeki üç-dört kişi dışında kimsenin bu gelişmeden haberi yoktu.

Daum çarşamba günü TV yorumcusu kimliği ile İstanbul'a geldi. Perşembe sabahı Beşiktaş'la sözleşmeyi imzaladı, ardından cuma günü takımın başında Gaziantep'e gitti.

BEŞİKTAŞ’TA DEĞİŞİM SANCILI OLDU

4 Mart 2001 tarihi, Bilgili açısından dibe vurduktan sonra yukarı çıkışın başladığı gündü. Yeni yönetim, 2000 yazında yaptığı yeni transferlerle takımın bütün çehresini değiştirmişti. Bir bu kadar önemlisi, teknik direktörlüğe Avrupa'nın en başarılı hocalarından biri olarak kabul edilen Scala'nın getirilmesiydi.

Beşiktaş, kabuk değiştiriyordu. Takım, yeni hoca ve yeni kadro ile 2000-2001 sezonuna iddialı bir giriş yaptı. Avrupa Şampiyonlar Liginde İstanbul'daki karşılaşmada Barcelona'yı 3-0 yenmesi, Beşiktaş'a büyük bir özgüven getirdi.

Beşiktaş, ligde de Fenerbahçe'yi 3-0, Galatasaray'ı da 3-1 hezimete uğratarak tırmanışa geçti.

Gelgelelim, herşey yolunda giderken, takım birden beklenmedik bir düşüşe geçti. Avrupa cephesinde deplasmanda Leeds karşısında 6-0, Milan karşısında uğranılan 4-1 lik hezimetler, ligde birbiri ardına alınan yenilgilerle birlikte sezon başındaki iddia birden söndü.

Olumsuzluklara yönetim içindeki çalkantılar eklendi. Örneğin, Futbol sorumlusu Ahmet Hamoğlu istifa etti.

Serdar Bilgili, kulüp başkanlığında birinci yılını doldururken sıkıntılı bir döneme girmişti. Camia ayaktaydı. Artık, başarısız bir başkan muamelesi görüyordu.

Çöküşün bir şekilde dizginlenmesi gerekiyordu. Bu noktada alınan iki stratejik karar Bilgili'nin sarsıntıya giren başkanlığını bir nebze olsun tehlikeli suların dışına çıkartacaktı.

Bunlardan birincisi, yarattığı bütün eleştiri rüzgarına rağmen, eski Beşiktaşlı oyuncu Sinan Engin'in menejerliğe getirilmesiydi.

İkincisi ise ciddi sağlık sorunları çıkan ve artık takımı götüremeyeceği anlaşılan Scala ile sözleşmenin fesh edilip, yerine kuvvetli ve Türkiye'yi iyi bilen bir teknik direktör olan Daum'un getirilmesiydi.

Her iki kararın da zaman kaybetmeksizin alınıp uygulamaya konması, Beşiktaş camiasında yarattığı bütün dalgalanmaya rağmen, uzun dönemde kulübe rahatlama getirecekti.

VE KARTALLAR UÇMAYA BAŞLADI

Beşiktaş, 2001-2002 sezonuna işte bu sıkıntılı dönemi atlatarak girdi. Transferler mütevazı ölçülerde tutuldu, star oyuncuların uzağında duruldu.

En büyük güçlük, insan malzemesinin iki yıl öncesine kıyasla neredeyse yüzde 90 değişmiş olmasıydı. Örneğin, ilk 11'de Fevzi, Tayfur ve Ali Eren dışında iki yıl önceki ekipten hiçbir oyuncu yoktu.

Futbolcular birbirlerini daha yeni tanıyorlardı. Daum, işte bu kadrodan yepyeni bir takım yarattı.

Gelgelelim, yeni sezon da Beşiktaş açısından büyük bir hayal kırıklığıyla açıldı.

Ligin ilk maçında Trabzon'a 2-1 yenildiler. Bunu, bir sonraki hafta Bursaspor'la alınan 2-2'lik beraberlik izledi. Diyarbakırspor galibiyetini (4-0), Samsunspor (1-2) ve İstanbulspor (0-1) yenilgileri izledi.

Takım, Daum'la da yürümüyordu. Taraftar, lige ilgisini kaybetmiş, Beşiktaş yeniden bir çalkantının içine girmişti.

Dönüm noktası, Ankara deplasmanında Ankaragücü karşısında elde edilen 4-3'lük galibiyet oldu.

Ankaragücü maçını tam 10 hafta sürecek bir yenilmezlik dönemi izleyecek, Beşiktaş alınan iki beraberlik dışında 8 maçı da galip bitirecekti.

Beşiktaş, son 7 maçın tümünü birbiri ardına kazanarak ligin ilk yarısını bir maç eksiği bulunan Galatasaray'ın üstünde averajla birinci tamamlayacaktı.

Burada dönüm noktası, kuşkusuz, Beşiktaş'ın Fenerbahçe'yi 2-1 mağlup ettiği 2 Aralık tarihli maçtı.

Bu galibiyetle birlikte takımın özgüveni yerine gelecek ve kartallar yeniden yüksekten uçmaya başlayacaklardı.

BEŞİKTAŞLILIK RUHU NEDİR?

Doğru, öbürlerinde olan pek çok şey bu takımda yok.

Örneğin, taraftar sayısı diğer ikisinin bir hayli gerisinde. Diğer ikisi ölçüsünde bir medya desteği yok. Devlet, hükümet desteği de yok.

Bütçesi diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar sınırlı. Öyle müteahhit desteği falan derseniz, hiç yok.

Bütün oyuncularını biraraya getirdiğinizde, toplam piyasa değerleri Fenerbahçe'de bir Revivo ile Andersson'un ikilisinin toplam değerine eşit duruyor.

Gelgelelim, iş sonuca geldiğinde çok şey farkediyor.

Bu farkı getiren nedir?

Fark, Beşiktaş ölçüleridir; Beşiktaşlılık ruhudur.

Bu ölçülerin varlığıdır ki, diğerleriyle kıyaslandığında ilk bakışta eksi gibi gözüken faktörler aslında bu takımın artıları olmaktadır.

Evet, bütçesi sınırlıdır; ama, hiçbir zaman diğerleri gibi müflis duruma da düşmemiştir. Çünkü ayağını yorganına göre uzatır.

Bir de, yöneticileri vergi ertelemesi için Maliye Bakanının özel kaleminde randevu beklemez.

Bu kulüpte milyonlarca dolarlık söylemler zaten övünme konusu olamaz. Maddiyatın üstüne çıkan çok başka bir güç vardır bu kulüpte.

Ayrıca, öbür ikisinde gördüğünüz çalkantılı yönetim yapılarına da pek rastlamazsınız.

Örneğin, yönetimin tepesindeki görüş ayrılıkları, çatlaklar öyle kamuoyu önünde cereyan etmez. ‘‘Tıraşı kes’’ şeklindeki iletişim biçimlerine hiç rastlamazsınız.

Çünkü, bu kulüpte Hakkı Yeten'in manevi otoritesi, disiplini hala geçerlidir. Baba Hakkı'nın ruhu hálá kulüp binasının odalarında gezinir.

Çünkü, bu kulüpte efsanevi başkan Süleyman Seba'nın geçmişten bugüne taşıdığı gelenek hálá hükümranlığını sürdürür.

Beşiktaş'ta aslolan, kuşaktan kuşağa taşınan tevazu, saygı, dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan bu kimliktir. Bu kimlik taraftarla takımın ilişkisine aynen yansır. Tribünlerden yükselen tezahürat diğerlerinden çok farklıdır. Seyirci, sahadaki takıma ‘‘Beşiktaşım benim, biricik sevgilim, söyle senden başka, kimim var benim’’ diye seslenir. Beşiktaş, seyircisinin, taraftarının gözünde aşkla, tutkuyla bağlanılan bir fenomendir; o bir sevgilidir.

Ve tribünlerde pankartlarda ‘‘siyah beyaz, ölüm yaşam’’ denklemi karşınıza çıkar. Beşiktaş ruhu, gücünü doğanın en temel, birbirine en zıt bu iki renginin buluşmasından alır. Bu buluşmada sarıların, lacivertlerin, kırmızıların gösterişi yoktur.

Ama bu iki karşıt rengin birbirini tamamlamasının getirdiği denge ve ölçü vardır.

İşte yaşanan bütün sıkıntılara ve sorunlara rağmen Beşiktaş'ın ligi birinci bitirmesinin sırrı buradadır.

Bu bir ruh işidir.

Bu, Beşiktaşlılık ruhudur.

YARIN: CHISTOPH DAUM İKİNCİ YARIYI NASIL GÖRÜYOR?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!