Oluşturulma Tarihi: Ekim 29, 2005 00:00
CENİN NEDEN ACI DUYMAZ? Biri ABD’de, öteki Yeni Zelanda’da yapılan her iki araştırma da ceninlerde acı duygusunu yaratan beyin devresinin 29 haftadan önce gelişmediğini gözler önüne seriyor. Yeni Zelanda araştırması daha da ileriye giderek, ceninin gebelik süreci boyunca bilinçten yoksun bir uyku durumunda olduğunu öne sürüyor.
Ceninler konuşabilselerdi, onlar adına hüküm vermek de kolay olurdu. Ne var ki doğrudan bir tanıklık söz konusu olmadığından, politikacılar ceninin acı çekip çekmediği konusunda kendilerince birtakım kararlar almak zorunda kalıyorlar. Söz gelimi, ABD’de kürtaja açıkça karşı olduğu bilinen bir hükümet gebelik sürecinin 20. haftasından sonra ceninin acı çekeceğini öne sürüyor. Kongre doktorlara çocuk aldırtmak isteyen anneleri bilgilendirme ve karınlarındaki bebeğe anestezi uygulama önerisinde bulunma yükümlülüğü getirecek birtakım yasaların yürürlüğe sokulmasını bile tasarlıyor.
Arkansas ve Georgia eyaletlerinde bu yıl benzer yasaların yürürlüğe girdiği, başka eyaletlerin de aynı yolda oldukları belirtiliyor.
İki araştırmanın sonuçları
Ancak cenin aşamasındaki acı konusunu irdeleyen iki araştırma bu tür yasaların temelsiz olabileceğini ve yanlış yorumlanabilecek çağdışı kanıtlara dayandırıldığını ortaya koyuyor.
Biri A.B.D’de, öteki Yeni Zelanda’da yapılan her iki araştırma da ceninlerde acı duygusunu yaratan beyin devresinin 29 haftadan önce gelişmediğini gözler önüne seriyor. Yeni Zelanda araştırması daha da ileriye giderek, ceninin gebelik süreci boyunca bilinçten yoksun bir uyku durumunda olduğunu öne sürüyor. Bu durumda kürtaj amacı gütmeyen cerrahi işlemlerde ceninin uyuşturulmasından yana olan doktorların bu konuyu bir kez daha gözden geçirmeleri gerekiyor. Ceninin uyuşturulmasıyla ilgili araştırmaların sayısı çok fazla olmamakla birlikte, anestezinin zamanla gelişen bebeğe zarar verebileceği yönündeki kanıtlar giderek artıyor.
Kortekste devre eksik
Kaliforniya Üniversitesi’nden Mark Rosen ve arkadaşları tarafından yayımlanan raporda 29 haftadan küçük bir ceninde talamusun bilinçli kişilerce acı olarak değerlendirilebilecek sinyaller alabildiği, ancak duyusal korteksin bu sinyali alıp yorumlayabilecek devreden yoksun olduğu belirtiliyor.
Rosen algılama yeteneğinin bu devre gelişmeden ortaya çıkmadığına ve söz konusu yeteneğin işlevsellik kazanmasının da çok daha uzun bir süreyi gerektirdiğine dikkat çekiyor.
Rapor ceninlerin iğneden irkildikleri ve ana rahmindeyken yapılan işlemler sırasında yüzlerini buruşturdukları gerekçesiyle acı çektikleri görüşüne de karşı çıkıyor.
Rosen ve ekibi benzer tepkilere beyinleri işlevini yitiren ya da anestezi uygulanan erişkinlerde, hatta duyusal korteksten yoksun anensefalik bebeklerde bile rastlandığına parmak basıyorlar.
Rosen acının deneyim ve belleğe dayalı ruhsal bir kavram olduğunu, gerekli beyin devresinin mevcut olduğu durumlarda bile ‘öğrenilmesi’ gerektiğini dile getiriyor ve,’Acı, tepke ya da stress tepkilerinden farklı olarak, belli düzeyde bir bilinci gerektiren oldukça karmaşık bir duyusal deneyimdir,’ diyor.
Dünya Acı Kongresi
Sidney’de yapılan 11. Dünya Acı Kongresi’ne katılan kimi araştırmacılar bu görüşe katılmıyorlar. Acı konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan Aalborg Üniversitesi araştırmacılarından Lars Arendt-Nielsen acı çekmek için işlev gören bir kortekse gerek olduğu görüşünün fazlasıyla abartıldığına inanıyor ve duyusal korteksleri alınan ya da beyinleri hasar gören insanların bile acı duydukları yönünde kanıtlar olduğuna parmak basıyor.
Öte yandan, Yeni Zelanda Massey Üniversitesi’nden David Mellor ve meslektaşları tarafından yayımlanan araştırmada bebeklerin gebelik süresince uykuda ve bilinçsiz oldukları öne sürülüyor. Londra University College uzmanlarından Maria Fitgerald’ın cenin bilinciyle ilgili araştırması da bu görüşü destekliyor.
Tüm bunların ışığında, doktorların ceninin sağlığı açısından analjezik ve anestezik işlemlere girişmeden önce enine boyuna düşünmeleri gerekiyor.
İleri yaşlarda anne olmak ömrü uzatıyor mu?
Yanıt: Finlandiya’nın Turku Üniversitesi’nden evrim biyoloğu Jenni Pettay, geç anne olmanın insanların yaşam sürelerini uzattığını söylüyor. Finlandiya’da 17. ve 18. Yüzyıl’dan bu yana 4 nesile ait 5.000 doğum kaydını inceleyen Pettay, ilk bebeğini doğurmak için uzun süre bekleyenlerin daha uzun yaşadıklarını keşfetti.
Bu arada ilk çocuğunu geç yaşta doğurma olgusunun da kalıtsal olduğu da anlaşıldı. Annesi, kendisini ileri yaşlarda doğurmuş olan bir kadın, geç yaşta anne olma eğilimindedir. Bu arada ileri yaş, 30 yaşından sonra anlamına geliyor.
Bundan önceki araştırmalar da çocuk sahibi olmayı ileri bir tarihe atan kadınların daha uzun yaşadığını gösteriyor.
Kültürel nedenler
Ancak bu araştırmalardan hiç birisi uzun yaşam ile kültürel faktörler Ğyüksek sosyal sınıf veya iyi yaşam koşulları- arasındaki ilişki hakkında bilgi vermiyor. Pettay, bunların sorun yaratmaması için düzenli sağlık hizmetlerinin ve doğum kontrolünün olmadığı homojen popülasyonlardan gelen kadınları inceledi.
Ancak Pettay, Batılıların çocuk doğurma yaşını ertelemelerinin genetik değil, kültürel nedenlere bağlı olduğunu söylüyor: ‘Modern toplumlarda çift başına düşen çocuk sayısı azdır. Bu nedenle doğal seçilim bu toplumlarda geçerli değildir.
Fakat bu çalışma, ileri yaşlarda çocuk sahibi olanların uzun ömürlü olmasında da evrimsel bir yarar olduğunu ortaya çıkartıyor. Sözgelimi doğurganlık yıllarının azalmasının yol açtığı olumsuzluklar, torunlara bakma döneminin uzamasıyla bir ölçüye kadar giderilebiliyor.