Güncelleme Tarihi:
Fenerbahçe'nin eski sportif direktörü Damien Comolli, sarı lacivertlilerdeki macerasını, kendine göre dönemin doğrularını - yanlışlarını açıkladı.
Futbolarena'da yer alan Comolli röportajı şu şekilde:
Gençlik yıllarınızla başlayalım. Bir süre Monaco U16 takımında oynadınız. Buna karşılık profesyonel futbolcu olmayı pek ummadığınızı söylemişsiniz. Bana o zamanki hayallerinizden bahseder misiniz ? Antrenör veya futbol direktörü olmayı hayal ediyor muydunuz?
- Monaco'da U19 takımında ve ardından rezerv takımda oynadım. Ama kesinlikle futbolcu olamayacağımı biliyordum. Çünkü yeterince iyi değildim. 13-14 yaşlarımdan itibaren hep antrenör olmayı hayal etmiştim. Çünkü belki de bilinçaltım bana ya yeterince iyi bir oyuncu olmadığımı ya da diğer sebepleri hatırlatıyordu. Ama 13-14 yaşlarındayken maçlara gittiğimi, kağıt kalem alıp iki takımın taktik dizilişini yazdığımı, devre arasında ve maç sonunda oyunculara not verdiğimi hatırlıyorum. Tek hayalim bir futbol akademisinde genç takım antrenörü olmaktı. İdeal olarak da Monaco'da, çünkü o dönem tuttuğum takımdı. Ama işte rüyam orada bitti. Şimdiki kariyerime sahip olabileceğimi asla düşünmedim, asla! Bu sadece bir hayaldi. Futbola öyle tutkuluydum ki futbolun içinde kalmak, hayatımı futboldan kazanmak için her şeyi göze almıştım. Tek hayalim buydu.
Fransız teknik direktör Arsène Wenger ile Monaco döneminde tanıştığınıza eminim. Onunla ilk ne zaman karşılaştınız?
- Evet, ben daha genç takım oyuncusuyken onunla birkaç kez karşılaşmıştım. Futbol becerilerimle onu etkilemediğim kesindi. Dediğim gibi çok iyi bir oyuncu olmadığımdan, antrenörlük sertifikası almak için çalışmaya başladım. Sanırım henüz 18 yaşındaydım. Ehliyetim bile yoktu. Annem beni antrenörlük kursuna götürüyordu. Kursta genelde en genç öğrenci bendim. Daha sonra kursa başladığımda, A takımı antrenmanlarının sonunda onu görmeye gider ve “Bunu yapıyorum, ne düşünüyorsunuz? Şunu yapmam istendi. Bu konudaki fikriniz nedir?” diye sormaya başladım ona. Giderek daha da fazla soru sormaya başladım. Sonra harika bir dostluk kurduk ki bu sebeple kendimi çok ayrıcalıklı sayıyorum. Çünkü benim dışımda takımla ilgili her şey dışarıdan gelenlere kapalıydı. Monaco'nun 1994'ün nisan ayında Şampiyonlar Ligi yarı finalinde oynadığını, bunun öncesinde tüm antrenmanları izlememe izin verildiğini hatırlıyorum. Soru üstüne soru, soru üstüne soru soruyordum. Muhtemelen, “Bu kaçık kim?” diye düşünmüştür. İşte Arsène'i böyle tanıdım. Sonra o Japonya'ya gitti. Ben de Japonya'ya gittim ama aynı yerde değildik. Ben Nagazaki'de 18 yaş altı takımının antrenörüydüm. O Nagoya'da A takım teknik direktörüydü.
Fransa ve Japonya'da genç oyunculara antrenörlük yaptınız. O dönemde oyuncu değerlendirmesiyle ilgili herhangi bir yazılım veya istatistik kullanıyor muydunuz?
- Monaco'da antrenörlük yaptığım dönemi hatırlıyorum. Liderdik ve en büyük rakibimiz olan ikinci sıradaki Nice ile oynayacaktık. Önceki hafta onları izlemeye gittim. Kağıt kalemim olduğunu hatırlıyorum ve orta saha oyuncuları ne zaman topla oynasa, hangi oyuncunun daha etkili olduğunu anlamaya çalışmak için oyuncunun adının yanına bir çubuk koyardım. Ve o en etkili oyuncu 10 numara değildi, bir defansif orta saha oyuncusuydu. Ertesi hafta sonu maçta defansif orta saha oyuncusuna adam markajı yaptırdım. O oyuncu bütün gün tek bir pas bile veremedi ve maçı kazandık. Veriler için bir tür ön, ön, ön, ön, ön başlangıçtı bu. Belki de o zamandan verilere takıntılıydım.
Sizi scoutluk yapmaya kim teşvik etti? Arsene Wenger miydi o kişi?
- Evet. Aslında onun Arsenal'daki ilk sezonuydu, Londra'da onu ziyaret edip “Ne yapmalıyım?” diye sormuştum. “Eğer burada iyi bir sezon geçirirsem, gelecek sezon Arsenal'de benimle çalışmanı isterim” demişti “Harika! Peki ne yapacağım?” dediğimde de “Henüz bilmiyorum, bakacağız” yanıtını vermişti. Bu yüzden Japonya'daki sözleşmem bitince 1997-98 sezonunda, sanırım Eylül'de onu görmeye gittim. Beni gerçekten harika bir kişi olan baş scout Steve Rowley ile tanıştırdı. Hep hatırlarım bir öğle yemeğindeydik. Daha sonra çok şey öğrendiğim Steve'e şöyle dedi: “Her hafta sonu Fransa'ya gitmekten bıktın mı?” O da “Patron, kulübe bir buçuk yıl önce geldiğimizden beri neredeyse tüm hafta sonlarımı Fransa'da geçirdim ve bundan çok sıkıldım.” yanıtını verdi. Wenger, “Pekala, Damien senin yerine Fransa'ya maçlara gitsin mi?” diye sordu. Steve “Harika” dedi. Bu bir Cuma günüydü. Ertesi gün Arsenal scout'u olarak ilk maçımı izlemeye gittim. Daha önce hiç scout'luk yapmamıştım ve işte böyle başladım.
Bu işte göreviniz neydi?
- İngiltere hariç dünyanın her yerinde oyuncu izlemeyle ve oyuncu transferiyle ilgileniyordum. İngiltere dışında tüm Avrupa'yı, Afrika'yı, Güney Amerika'yı, İskandinavya'yı takip ediyordum. Yılda belki 300 gün seyahat ediyordum.
İNGİLTERE'DE BİR TÜR KOBAY GİBİ KULLANILDIM
Arsenal'daki yedi sezondan sonra Saint Etienne'e geçtiniz. Orada sadece bir sezon geçirdiniz. Sonra Tottenham ile çalışmak için hemen Premier Lig'e gittiniz. Hep çalışmak istediğiniz lig bu muydu?
- Premier Lig'i bir kez tadarsanız ondan uzak kalmak hemen hemen imkânsızdır. Mourinho'ya bakın, Conte'ye bakın. Bu ligden ayrılıyorlar ve sonra geri geliyorlar çünkü Premier Lig çok istisnaidir, çünkü çok farklıdır. Arsenal'de geçirdiğim yedi yılda, İngiliz futboluna gerçekten âşık oldum. Ben Japonya'ya gitmeden önce, İtalya sınırına çok yakın olan Nice'te ve Monaco'da yaşadığım İtalyan televizyonlarından da İtalya Ligi maçlarını izleyebiliyorduk. Bu sebeple İtalyan futbolunu ezbere biliyordum, Serie A'daki tüm takımları tanıyordum. Ama sonra Arsenal'da çalışmaya başladığımda, İngiliz futbolunun ve Premier Lig'in bütünüyle farklı olduğunu anladım. Kendi başına bir dünyaydı burası. Arsenal'de yedi yıl geçirdikten sonra, çalışmam gereken yerin burası olduğuna tamamen ikna oldum. Futbol kültürüm giderek daha fazla İngilizleşti diyebilirim. St. Etienne'deyken ve Tottenham'a gitme fırsatı bulduğumda, üstelik Arsenal'in en büyük rakibi olmalarına rağmen çalışmak istediğim yer bu ligdi.
Tottenham'daki görevinizin çerçevesi neydi?
- Bir spor direktörünün yapabileceği şeylerin tamamını kapsıyordu. A takım antrenör kadrosuyla her gün görüşüyordum, transfer, oyuncu izleme, futbol akademisi, spor bilimleri, sağlık departmanı, performans analiz gibi tüm futbol konularında yönetim kuruluna danışmanlık yapıyordum. Yani temelde, futbol ve performansla ilgili her şey. Büyük bir kulüpte çok kapsamlı büyük bir işti ve gerçekten heyecan vericiydi, çok ilginçti.
İngiliz futbolunda o dönemde futbol direktörlüğü geleneği yoktu. Yani 15-16 yıl önce tüm takımlar Sir Alex, Arsène Wenger gibi güçlü teknik direktörlere bağlıydı. O dönemde Premier Lig'deki kulüplerin bu pozisyona gerçekten ihtiyacı olacağına inanıyor muydunuz?
- Evet. Tabiii bugün için evet demek kolay. Çünkü Tottenham'daki ilk basın toplantımda, yani 16 yıl önce bana aynı soruyu sordular. “10 yıl içinde İngiltere'deki ve PL'deki her kulübün bir sportif direktörü olacak” dedim. 10 yıl sonra, Manchester City'ye bakıyorsunuz, bir sportif direktör var. Manchester United'da var. Arsenal'da var. Tottenham'da var. Liverpool'da var. Artık Premier Lig'deki hemen hemen her kulübün bir sportif direktörü var. Ben İngiliz futbolu için bir tür kobay gibi kullanıldım. “İşte bu, sportif direktörlüğün İngiltere'de asla işlemeyeceğinin kanıtıdır. Çünkü İngiltere'de futbol farklıdır. Premier Lig çok farklıdır” diyorlardı. Bense “bildiğim kadarıyla burada da dört beyaz çizgi var ve topla 11'e 11 oynanıyor” dedim. Bu yüzden neden diğer ülkelerden farklı olduğunu anlamıyorum. Ama bir sportif direktör ve bir baş antrenörden oluşan yapının zamanla İngiliz futbolunu ele geçireceğine emindim. Şimdi, İngiltere'de bırakın Championship'i, League One'ı, League Two'yu, artık Non-League denilen yarı profesyonel takımların bile sportif direktörü var. 15-16 yıl önce söylediğimi bugün tekrar söylerken de son derece rahatım.
Daha sonra Liverpool'da sportif direktörken, takımı yeni sahiplerini veri analizine göre transfer yapmaya ikna edebildiniz mi?
- Evet, çünkü beni o göreve istemelerinin nedenlerinden biri buydu. Benim veri odaklı çalıştığımı biliyorlardı. Tottenham'da çok fazla veri kullandığımızı biliyorlardı. Verileri gerçekten kapsamlı ve ayrıntılı kullanmaya başlamıştık. Bu, iş tanımımın içindeydi, işi ilk etapta kabul etme nedenlerinden biriydi. Ayrıca Liverpool'un sahipleri ABD'de Major League Baseball'da Boston Red Sox'un da sahibi. O dönemde Red Sox ile de çok veri odaklıydılar. Biz de öyle yaptık. Bazen işe yaradı, bazen işe yaramadı. Ancak verileri hep kullandık.
Neredeyse aradan 10 yıl geçti. Liverpool'daki transferlerinizi nasıl değerlendirirsiniz?
- Çok, çok olumlu olduğunu düşünüyorum. Her zaman olduğu gibi, veriyi en iyi şekilde kullansanız veya analizde en iyi olsanız bile asla yüzde 100 haklı çıkamazsınız. Yüzde 100 başarı oranına sahip olmak çok zor. Liverpool şu anda veri kullanımı açısından muhtemelen dünyanın en gelişmiş kulübü veya en gelişmişlerinden biri olsa da, gelen bazı oyuncular oynamıyor, hayal kırıklığı yaratıyor, bekleneni veremeyen oyunculara büyük paralar ödeniyor. Ama genele baktığımızda başarı oranı inanılmaz derecede yüksek. Tottenham'da üç buçuk yıl kaldım, Liverpool'da da iki yıl : Şimdi dönüp oradaki dönemde yaptıklarımıza bakarsanız, çok başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Bu arada, Liverpool'dan gerçekten Jordan Henderson'ın transferi yüzünden mi kovuldunuz?
- Evet. En azından kovulduğum gün, kulüp sahibi bana öyle söyledi. Henderson'a çok fazla para harcamışım ve o iyi bir oyuncu değilmiş. Bugün O bir Liverpool efsanesi.
VERİ KULLANMAYAN KULÜPLER GERİ KALACAK
Bu veri bilimini biraz deşelim. Bu veri analiziyle ilgili yazılımları ilk ne zaman duydunuz?
- Moneyball kitabını okuduğum zamandı. Herhangi bir spor dalında, oyuncuların ve takımların performansını analiz etmek için bir algoritmayla çalışan yazılım yaptıran bir takım olduğunu ilk kez o zaman duydum. Yani muhtemelen 2004 veya 2005'te olmalı. Çünkü kitap Oakland A's takımının hikâyesine dayanıyor. Oakland A's'i ve genel menajerleri Billy Beane'i ziyaret ettim. Bence sportif direktör olduğunuzda çok iyi bir saksağan gibi olmalısınız. Ben de bir saksağan gibi aşırırdım. A's'den fikirleri aşırdım ve onları Tottenham'a ve futbola soktum. 2006 civarında Tottenham'da böyle başladık,
Muhtemelen analiz için bir departman kurduğunuz ilk kulüp Tottenham'dı, değil mi?
- Evet, ilk defa orada başladık. Ayrıca, dışarıdan da münhasırlık anlaşmaları imzaladığımız Decision Technology adlı bir araştırma şirketiyle anlaştık. Veri topluyorduk veya veri satın alıyorduk. Onlara veri gönderiyorduk, onlar da veriyi algoritmada kullanıyordu. O zaman artık bir veri bilimcimiz vardı. Daha doğrusu bir video analistini veri bilimci yapmıştım. O zaman Decision Technology'nin de yardımıyla, verileri incelemeye çalıştık ve tüm bunların neyle ilgili olduğunu anlamaya çalıştık. Ortada çok büyük bir şey olduğunu biliyorduk. 2006'dan itibaren tam zamanlı olarak bu işe bakan neredeyse üç elemanımız vardı.
Oyuncular, maçlar ve rakipleriniz hakkında veri toplamaya başladıktan sonra ilk gördüğünüz en çarpıcı şey neydi? Belki biraz yanlış değerlendirilen kaleciler olabilir…
- Kaleciler… Evet, kaleci algısının çoğu zaman gerçeklikten oldukça farklı olduğunu öğrendik. Veriler bize bir şey söylüyordu ve sonra gözlemciler, kamuoyu, medya, taraftarlar ve bazen de antrenörler farklı bir şey söylüyordu. Bu oldukça dikkat çekiciydi. Ama en büyük fark muhtemelen savunma oyuncularındaydı. Çünkü o dönemde savunma oyuncularını değerlendirmek çok zordu. Hâlâ da zor. Her yeni projede olduğu gibi, başlangıçta biraz yanlış yönlere gittik. Önemli olan şeyi bulmaya çalıştık: ‘Bir futbol maçını kazanmanızı sağlayan nedir?' Mesela topa sahip olmanız gerekir. Bunu kontrol ettik ve durum böyle değildi. ‘Daha fazla ikili mücadele kazanmaya ihtiyacınız var.' Kontrol ettik ve bu da değildi. ‘Takımınızın daha fazla pas yapması gerekiyor.' Kontrol ettik ve bu da değildi. Sanki bir duvara çarptık ve sonra başka bir yöne sektik. Orada da başka bir duvar çıktı karşımıza. Sonra başka bir yöne gittik. Ta ki içimize çok sinen bir şey yarattığımız noktaya gelene kadar…
Veri analizi sayesinde keşfettiğiniz oyunculara bir örneğiniz var mı?
- Harika örneklerden biri Luka Modric. Modric'le imzaladığımızda birçok kişi “Premier Lig'de asla başarılı olamayacak, boyu çok kısa, top kapamıyor, mücadele etmiyor, ikili mücadele kazanamıyor, asist yapmıyor ve gol atmıyor” diyordu. “Biz de onun hâlâ harika bir oyuncu olduğunu ve gelişme aşamasında olduğunu düşünüyoruz” dedim. Ve sonuçta, 2018'de Dünya Kupası'ndan sonra dünyanın en iyi oyuncusu seçildi. Futbol piyasasının ve futbol endüstrisinin algısının verilerden bütünüyle çok farklı olduğu oyunculara çok tipik bir örnekti. Bize rakamları nasıl okuyabileceğimizi ve verileri nasıl yorumlayabileceğimizi gösterdi.
Futbolda veri biliminin geleceğini nasıl öngörüyorsunuz?
- Pekala, henüz başındayız demeyeceğim çünkü Liverpool, Tottenham, Brentford ve daha birçok kulüp verileri kullanıyor ve bu konuda çok iyiler. Ancak daha gidecek çok yolumuz var. Örneğin ABD'deki beyzbolun muhtemelen 15 yıl, belki de 20 yıl gerisindeyiz. Gelecekte veriyi kullanmayan kulüplerin geride kalacağını düşünüyorum. Ve bu sadece transfer sürecinde olmayacak. Biz Toulouse'da futbolla ilgili neredeyse günlük her kararda veri odaklıyız. “Oyuncu maçtan sonra nasıl toparlanır? Oyuncular iyi uyudu mu? Bir oyuncu belirli bir futbol tarzına uyum sağlayabilir mi?” Bu açıdan daha yolun başındayız. Ayrıca verilerin henüz kapsamadığı bazı ligler de var. Örneğin, Türkiye'deki Birinci Lig veri analizi kapsamında değil. Muhtemelen Türkiye'deki en iyi genç oyuncular Süper Lig'de değil, Birinci Lig'de oynuyor. Yani daha yapacak çok şey, keşfedecek daha çok şey var. Açıkçası, yapay zeka piyasaya ve futbola girecek. Bunun sınırlarının nerede olduğunu Allah bilir. Bu bir hissiyat değil. Veri analizinin yakın gelecekte futbol kulüplerinin yönetilme biçiminde giderek daha fazla ağırlığı olacağına inanıyorum. Buna yüzde 100 eminim. Ama nereye kadar gidecek? Bunu kimse bilmiyor.
Liverpool'dan ayrıldığınız dönemden sonra neler yaptınız?
- Açıkçası, biraz dinlenmek istedim. Bir süre kendimi dinlemek ve ne istediğime karar vermek istedim. Çok seyahat ettim ; farklı spor dallarında çalışan birçok kişiyle görüştüm. Bu süre zarfında birçok teklif aldım ve hepsi icin hep ‘benim için doğru, mu yanlış mı' kararsızlığı oldu. Bir süre sonra kulüp yöneticiliğinden birkaç sene için uzaklaşmaya karar verdim ve televizyonda çalışmaya basladım. Fransa'da RMC Sport kanalında Premier Lig maçlarını yorumladım. Ayrıca Premier League Production ile bazı işler yaptım. Bazı radyolarla da aynı şekilde çalıştım. Bunların yanı sıra da danışmanlık yaptım. Birçok şirketin danışma kurulundaydım. Konuşmacı olarak katıldığım etkinlikler ve eğitimler oldu. Yani epeyce farklı şeyler yaptım. İlginç bir dönemdi.
FUTBOLA YATIRIM İÇİN FRANSA ÇOK CAZİP
Biraz da başkanı olduğunuz Toulouse FC'den bahsedelim. Sanırım RedBird Capital'in sahipleriyle daha önce bağlantınız vardı. Sizinle ne zaman temasa geçtiler?
- Benimle ilk kez, Aralık 2018'de Fenerbahçe'ye gelmemden birkaç ay sonra iletişime geçtiler. Avrupa'da bir kulüp satın almak üzereydiler ve onu benim yönetmemi istediler. Adını veremem ama Fransa dışında, büyük bir kulüptü. “Bakın! Şu anda Fenerbahçe'den ayrılamam. Çünkü birincisi kulübe yeni geldim, ikincisi çok zor bir dönemden geçiyoruz.” dedim. Bir hafta 10 gün düşündüm. Fenerbahçe'den ayrılamayacağıma kanaat getirdim çünkü her şeyden önce etik açıdan yanlıştı. Fenerbahçe`de gerçekten ilginç bir şey yapma potansiyeli olduğunu düşünüyordum. 2020'nin ocak ayında Fenerbahçe'den ayrıldım. Ertesi gün beni aradılar ve “İyi bir zamanlama çünkü yeni bir kulüple anlaşmak üzereyiz. Buluşabilir miyiz?” dediler. Birkaç gün sonra onlarla buluşmak için Londra'ya uçtum. Uzun bir sohbet ettik. Onlarla yeniden buluşmak için Miami ve San Francisco'ya uçtum. Karantina sırasında Toulouse'u satın almak için pazarlığa başladık. Ve böylece başladık.
2021 yılının an itibariyle en çok yarış kazanan jokeyi
- Bence stratejiye bağlı. Beş Büyük Lig'e bakarsanız, beş büyük lig mi yoksa büyük dörtlü artı Fransa mı dememiz gerektiğinden emin değilim aslında. Ama diyelim ki beş büyük lig. Bu beş lig arasında Fransa kesinlikle en ucuz pazar, dolayısıyla birileri buraya yatırım yapmak istiyor. O dönemde, TV haklarını yılda 750 milyon Euro'dan yılda 1.2 milyar Euro'ya çıkaran yayıncı Media Pro şirketi de vardı. Ama aynı zamanda, Fransa, Brezilya'dan sonra en iyi genç oyuncuları yetiştiren ülke, bu da çok cazipti. Dolayısıyla Fransız futbolu çok çekiciydi. Toulouse'un durumu da bunu daha çekici hale getiriyordu. Çünkü takımın harika tesisleri var, harika bir stadyuma sahip. Ayrıca Toulouse, Fransa'nın dördüncü büyük şehri, harika bir ekonomisi var, hem demografik hem de ekonomik açıdan çok dinamik bir şehir. Yani bunlar tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyordu. Böyle büyük şehirde ikinci ligde bir kulüp almanın ve onu yukarı taşımanın, beş büyük ligde zaten 1. ligdeki bir kulübe çok daha fazla para yatırmaktan daha kolay olduğunu hissettik.
Bir kişi ya da şirket neden bir futbol kulübü satın alsın? Bu işten hiç para kazanabilirler mi?
- Ah, biz para kaybetmiyoruz, aksine para kazanıyoruz. Biz diyorum çünkü ben RedBird Capital Partners'ın ortağıyım, dolayısıyla sahipliğin bir parçasıyım. Uzun vadeli bir vizyonumuz var ve satın aldığımızdan çok daha büyük bir şey inşa ediyoruz. Temelde düşüncemiz bu. Kulübü, Fransa'nın dördüncü büyük şehri olan şehrin büyüklüğü ve ülkenin büyüklüğüyle alakalı bir seviyeye çıkarmak istiyoruz. Düşüncemiz para kaybetmek değil. Zarar edeceğimizi hiç zannetmiyorum. Media Pro'nun iflasına rağmen biz para kaybetmedik. Bu sezon sonunda da kâra geçeceğiz. RedBird'ün uzmanlığı sayesinde kulübü geliştirmek ve farklı bir şey yapmak, kulübü farklı bir şekilde yönetmek, veri odaklı olmak, ticari açıdan çok akıllı davranmak gerçek düşüncemiz. Spor ve eğlence, spor ve medya alanlarında muazzam bir deneyime sahipler. Şunu biliyorum ki, ilk kez bir girişim sermayesi şirketi bu bilgi ve spor tecrübesiyle Avrupa futboluna yatırım yapıyor. Dediğim gibi, biletleme olsun, ticari pazarlama olsun, sponsorluk olsun, bu alanda ABD'de inanılmaz bir başarı hikâyeleri var. Futbol kulübü işinin futbol dışı tarafını yönetme konusunda inanılmaz bir deneyime sahipler. Şimdi bu deneyimi futbol kulübü sahipliğine aktarmak istiyorlar.
KULÜBÜ DEĞİŞTİRDİK, TAKIMI GENÇLEŞTİRDİK
Temmuz 2020'de başkanlığa getirildiniz. Peki ilk dönem için planınız neydi?
- İlk yapmaya çalıştığım şey hemen ortamı anlamak oldu. İlk üç hafta her oyuncuyla, her arka oda personeliyle, her teknik personelle, kulübün her bir çalışanıyla konuştum. Aynı zamanda, kulübün nereye gittiği veya gitmediği ve bunun nedeni konusunda oldukça net bir görüş edindim. Sonra bir teknik direktör bulmak zorunda kaldık. Antrenörlerle biraz zaman geçirdim ve ardından doğru antrenörü seçmeye çalıştım. Bence liderlikte kilit nokta, yeni göreve gelen bir kişinin insanlara hemen bir fark yaratabileceğini göstermesidir. İnsanların işlerin farklı olacağını anlamalarını sağlamak için bazı departmanları yeniden düzenlemeye veya göreve yeni kişiler atamaya ve kulübe değer katmaya çalıştım. İlk günden itibaren bunu yapmaya çalıştım ve herkesin daha iyi olacağımızı anlamasını sağladım.
Toulouse'da göreve geldiğinizde takım Ligue 1'dan Ligue 2'ya düşmüştü. Nasıl bir müdahale yaptınız o aşamada?
- Kulübü tam da küme düştüğünde satın aldık. Ardından, piyasada fazlaca pahalı olduğunu bildiğimiz ve bizi istediğimiz yere götürmeyecek oyuncuları göndermeye odaklandık. Bu yüzden kulübün önceki sahibiyle tartıştık: “Bakın, bu oyuncuyu ve şu oyuncuyu satmak istiyorum” dediğimi hatırlıyorum. O da bana dedi ki, “Doğru kararı verdiğinizden emin değilim.” O zamanlar henüz başkan değildim, bu yüzden üzerinde anlaşmaya vardığım sözleşmeleri onun imzalaması ve verdiğim kararlarla ilgili sorumluluğun altına imzasını atması gerekiyordu. Bunun için her zaman hakkını vereceğim çünkü bize güvendi, üstelik bunu yapmak zorunda değildi. Bu sayede o gereğinden fazla değerli oyuncularla yolları ayırdık. Sonra şehirdeki birçok kişiyle, taraftarlarla, belediye meclisiyle, ilçe ve bölge seviyesindeki politikacılarla konuştuğumda anladım ki, kulüp yaklaşık beş-altı yıldır bir tür kısır döngüye girmiş. Her sezon Ligue 1'de kalmak olmuş mevzu, ta ki küme düşene kadar. Etrafta fazla olumlu bir hava kalmamıştı. Bir nevi mağlubiyet havası hâkimdi. Vasat olduklarını biliyorlardı. Bundan nefret ediyorlardı ama nasıl kurtulacaklarını da bilmiyorlardı. Kulübe gelmeden önce kendi kendime mevcut kişilerle kültürü değiştirebiliriz diye düşünmüştüm. Kulüpteki iki ya da üç haftalık mülakatlardan sonra, aynı kişilerle o kültürü değiştiremeyeceğimizi anladı. İdari kadroya bazı yeni kişiler aldık. Çok iyi oyuncular da aldık ve takımı gençleştirdik; kulübe farklı dinamikler kazandırdık. O günden beri takıntım, bu futbol kulübünü tekrar başarılı kılmak için kültürü değiştirmemiz gerektiğiydi. Neyse ki, geçen sezon 7. ve 8. haftalarda sonuçlar düzeldiği için, bu şekilde devam ettik. Bu tamamen beklenmedik bir durumdu. Yavaş ama emin adımlarla kültür değişimi hâlâ devam ediyor. Kesinlikle tam istediğimiz yerde değiliz, ama değişimi başlattık.
Geçen sezon, Ligue 1'e yükselmek için son maça kadar mücadele ettiniz. Peki son maçta ne oldu? O gün hakeme çok kızmıştınız. O kadar mı kötüydüler?
- Okurlarınızı YouTube'a girmeye ve Nantes-Toulouse elle oynama (handball) yazmaya davet ediyorum. Orada görecekler. Biliyorum, çok, çok öfkeliydim. Her şeyden önce, bu sinir bozucuydu çünkü uzun süre ligde ilk ikideydik ve ilk iki otomatik olarak 1. lige çıkma anlamına geliyordu. Ocak ve Şubat'taki deplasman maçlarında çok kötü performans gösterdik, 18 puanın sadece ikisini alabildik. Sonra tüm takım COVID oldu. Yani oyuncular, aynı zamanda teknik ekibimiz, sağlık personelimiz herkes COVID'e yakalandı. İki maçımız ertelendi. Ertelemenin ardından ilk maçı hazır olmayan oyuncularla oynadık. Artık hasta değillerdi ama formda da değillerdi. O maçı kaybettik. 14 günde beş maça çıkmak zorunda kaldık, bu yüzden gücümüz tükendi. Sonunda üçüncü sıraya düşmek çok sinir bozucuydu. Ardından Nantes'a play-off finaline gittik. 1-0 ondeydik, ikinci bir gol bulmamız gerekiyordu ve maçın bitimine yaklaşık beş dakika kala ceza sahasında net bir elle oynama oldu ama hakem vermedi. VAR vermedi ama herkes gördü, o yüzden çok öfkelendim. Hâlâ da öfkeliyim.
Bu sezon uzun süre liderdiniz. İlk devreyi de ikinci sırada bitirdiniz. Bu sezon nasıl gidiyor?
- İyi gidiyor. Sezonun başında geçen sezona göre çok ama çok kararlıydık. Sezona gerçekten sıkı bir başlangıç yaptık. Geçen yıl ilk altı maçta beş puan almıştık. Bu yıl ilk altı maçta 16 puan topladık ve büyük bir fark yarattık. Beşinci haftadan itibaren de liderliğe yükseldik. Son zamanlarda çok fazla berabere kaldık. Ama ne mutlu ki arkamızdaki takımlar da zorlandığı için uzun süre liderliği bırakmadık. Geçen sezon ligin en genç takımına sahiptik. Yine ligin en genç takımına sahibiz. Her şeyi farklı yaptığımızı söylemiştim; çünkü herkes “eğer 1. lige çıkmak istiyorsan takımda tecrübeli oyunculara sahip olmalısın” der. Buna asla inanmadım. Kısmen bizim akademi mezunlarından ve dışarıdan aldığımız oyunculardan oluşan bir takım oluşturduk.
FENERBAHÇE'DE İLK SENE ŞAMPİYON OLMAYA HAZIR DEĞİLDİK
Son olarak Fenerbahçe'den bahsedelim. Fenerbahçe'yle 12 Haziran 2018'de sözleşme imzaladınız. Daha önce temas halinde miydiniz?
- Evet, çünkü seçimden önce Fenerbahçe başkanlık seçimi kampanyasında çalıştım. Seçim öncesi Ali Koç'la futbol programı üzerine yaklaşık 12 ay çalıştım. Ya da 10 ay. Sanırım Ağustos 2017'de başladık. 3 veya 4 Haziran 2018'de seçildi ve ben de ertesi gün İstanbul'a geldim. Yani Ali Koç'u seçimlerden iki-üç yıl önce tanıyordum ve seçimlerden önce yaklaşık 10 ay onunla çalıştım.
Seçimlerden önceki 10 ayda ne üzerine çalışıyordunuz?
- Her şey! Takımı değerlendiriyorduk, oyun stilini değerlendiriyorduk. Akademide U15 ve-U16'dan yukarıya doğru gelebilecek ilginç oyuncular var mı diye anlamaya çalışıyorduk. Bu nedenle her maçı ve Fenerbahçe genç takımlarının birçok maçını izlemeye gittik. Ali Koç'un seçimleri kazanması durumunda ilk günden itibaren veya ilk birkaç ayda hayata geçirebileceğimiz farklı projeler üzerinde çalışıyorduk. Evet, düşünce buydu. Geçmişe de bakarak, oyun stilini belirledik. Fenerbahçe'nin oyun stili nasıldı, takım nasıl oynamalıydı? Evet, ilginç bir süreçti.
Fenerbahçe'de her sezon şampiyonluk yarışı konuşulur. Ama imza attıktan sonra asıl planınız neydi?
- Her şeyden önce, uzun vadede sürdürülebilir bir kulüp kurmak istedim. Takımı gençleştirmek istedim çünkü Avrupa'nın en yaşlı üçüncü takımına sahiptik. 31 lig arasında, Avrupa'nın en yaşlı liginde, Avrupa'nın en yaşlı üçüncü takımına sahiptik. Dürüst olmak gerekirse, bir noktada şampiyonluğu kazanmak istiyordum. Sanırım yaptığımız hatalardan biri de Ali Koç'un “ilk sene şampiyon olacağız” demesiydi. Bence biz buna hazır değildik, o buna hazır değildi, ben buna hazır değildim, takım buna hazır değildi. Ve kulüp bir bütün olarak buna hazır değildi. Sonra bir akademiyle beraber Türkiye'nin en iyisi ve Avrupa'nın en iyilerinden biri olacak bir genç geliştirme programı kurmak istedim. Bir yüksek performans ortamı ve yıllar içinde sürekli hale gelecek bir kazanma kültürü inşa etmek istedim. Ve sürekli aşırı harcama yapmaya ve 30'lu yaşlarındaki oyuncularla sözleşme imzalamaya bir son vermek istedim. Düşünce buydu. Ve de düzgün bir oyun stiline sahip olmak, hücuma dönük bir oyun stiline ve taraftarların yeniden özdeşleşebileceği değerlere sahip olmak. Çünkü biliyorsunuz taraftarlarla bir önceki yönetim kurulu arasında bir tür kopuş yaşanmıştı. Biz gelmeden önce, stadyum bazen neredeyse yarı yarıya, hatta tamamen boştu ve bu bizi gerçekten endişelendiriyordu. Taraftarların ilgisini çekecek futbol stilini yeniden inşa etmek istedik. Şimdi beni endişelendiren şu; Geçen gün Kayserispor maçını izlediğimde stat yine boştu ve taraftarlar yönetim kurulunu protesto ediyordu. Ve bilirsiniz, bir Fenerbahçe taraftarı olarak, çünkü ben kesinlikle bir Fenerbahçe taraftarıyım, stadyumun Ali Koç seçilmeden önceki boş haline döndüğünü görmek benim için çok zor.
Özellikle yaz transfer dönemi Türkiye'de bir karmaşadır. Tüm taraftarlar yaz aylarında büyük transferler bekler. İlk transfer döneminizde, yaz aylarında beklediğiniz transferleri yapabildiniz mi?
- Hayır, çünkü seçimden önceki 10 ayda şunu düşünerek hazırlandık... Her şeyden önce, Finansal Fair Play ile ilgili sorunlar olduğunu biliyorduk ama ne kadar kötü olduğunu bilmiyorduk. İkincisi, borcun miktarı hakkında hiçbir fikrimiz yoktu, hiçbir fikrimiz. Bu 400 milyon, hatta 450-460 milyon gibi bir şeydi; inanılmaz bir miktardı. Bunu bilmiyorduk. Yani yaptığımız tüm planlamalar, ki birçok oyuncu izlemiştik, her şey, imzalamayı planladığımız oyuncular, içinde bulunduğumuz finansal kısıtlamalar nedeniyle birçoğunu yapamadık. Size bir örnek vereceğim. Şimdi Inter forması giyen Lautaro Martinez'i oldukça başarılı buluyorduk. Onu Avrupa'ya gelmeden çok önce izlemiştik. Ama sonra Fenerbahçe'de para olmadığını öğrendiğimizde Arjantin'deki kulübünün istediği parayı karşılamamızın imkânı yoktu. Ve bu oldukça sık başımıza geldi, bu yüzden yaklaşımımızı değiştirmek zorunda kaldık. Stratejimizi değiştirmeliydik. Ve evet, bazı oyuncular getirdik, bazen getiremedik. İnanılmaz başarılı olabilecek bazı oyuncular vardı, onlara yaklaşamadık dahi.
Size göre o sezon en çok hayal kırıklığı yaratan oyuncular kimlerdi?
- Oyuncular hakkında asla olumsuz konuşmadım, bu yüzden bunu kendime saklayacağım. Ve biliyorsunuz bunun açıklamaları da var.
BEN ABDULLAH AVCI'YI GETİRMEK İSTEDİM
O ilk sezondaki başarısızlığı nasıl tanımlarsınız?
- Farklı sebepler var. Her şeyden önce aynı sebepten dolayı Fenerbahçe şu anda Trabzonspor'dan 10 puan geride ve kötü bir sezon geçiriyor. (Kasım ayı röportajı) 2018'de zaten böyleydi. Hiçbir şey değişmedi. Ama asıl sorunuza dönersem, yaptığımız ilk hata... Yabancı bir sportif direktörümüz olmamalıydı. Yani tecrübesiz yeni başkan, yabancı spor direktörü ve yabancı teknik direktör üçlüsü işe yaramadı. Bence ilk sezonda tecrübesiz bir başkan varken ya sportif direktör ya da teknik direktör Türk olmalıydı.
İkisinden biri?
- Evet. Ben Abdullah Avcı'yı getirmek istedim. O Başakşehir'deyken önceliğim buydu. Bunu yapamadık. Ya da kulüp bir Türk sportif direktör getirmeliydi yabancı bir teknik direktör tercih ediyorsa. Ama herkes yeniyken, özellikle de Türk insanıyla yeni tanışmış bir sportif direktör ve bir teknik direktör seçmek bir hataydı. Sonra, bilirsiniz, anlatmaya çalıştık yapıyı. Bir yapımız vardı, bir sportif direktörümüz vardı. Bir başkan vardı, rapor verdiğim başkan yardımcısı vardı. Sportif direktör vardı. Bir antrenör vardı. Ama bu yapıyı Türkiye'deki kimse anlamadı, Fenerbahçe'dekiler, kulübün içindekiler de bu yapıyı anlamadı ve daha ilk günden bu yapıyı yıkmaya çalıştı. Yani, şu anda neler olduğuna bir bakın. Kulüp şu anda başarısız ve size garanti ederim ki 2018'deki aynı sebeplerden dolayı başarısız. Pek çok farklı şey söz konusuydu. Ve sinir bozucu şeyler: Mesela Slimani'yi aldık. Herkes onun bir felaket olduğunu söyledi. Ama Slimani daha sonra Monaco'da oynadı ve şimdi Lyon'da oynuyor. Ayew'le imzaladık, yeterince iyi olmadığını söylediler. Bir yıl sonra, Swansea ile 18 gol attı ve 11 asist yaptı. Frey'le anlaştık, herkes Frey'in Fenerbahçe'nin gördüğü en kötü oyuncu olduğunu söyledi. Şu anda Belçika'nın en iyi forveti. Birkaç hafta önce Belçika'daki kulübünün sportif direktörüyle görüştüm. Avrupa'daki birçok kulübün onu istediğini söyledi. Biliyorsunuz işte. Ferdi'yle uzun süreli bir sözleşme yaptık. Berke'yle uzun süreli bir sözleşme yaptık. Akademide işleri yoluna koymaya başladık. Mesela Mami yani Muhammed Gümüşkaya, bizim bulduğumuz ve geliştirmeye başladığımız bir oyuncuydu. Zamanımız olsaydı, bize izin verselerdi, bize zaman verselerdi, takım şu anda çok iyi bir Slimani, çok iyi bir Frey veya halen Brentford'la Premier Lig'de oynayan çok iyi bir Zanka ile dolu olacaktı. Brentford'un bugün Fenerbahçe'yi yeneceğini garanti edebilirim. Brentford çok iyi bir takım. Ve Zanka o takımda oynuyor. Ama Fenerbahçe'de oynayacak kadar iyi değildi! Yani Ferdi, Berke, Frey, Zanka, Slimani, Ayew ve Vedat'tan oluşan bir karma olacaktı. Ve zamanımız olsa daha çok Vedat, daha çok Ferdi ve daha çok Berke bulmuş olacaktık. Yani başarısızlık yapıyla ilgili. Bu kulübün nasıl yönetildiğiyle ilgili... Bu kulüp sürekli kendini imha etme modunda. Temel problem bu.
EMRE'Yİ TEKNİK DİREKTÖR YAPMAK İSTEDİM
Kim çalışmaya devam etmenize izin vermedi?
- Herkes.
Kulübün içinde mi?
- Ah evet elbette. Her gün çok şey oluyordu. Size bir örnek vereceğim. Emre'yi teknik direktörümüz yapmak istedim. Birkaç ay boyunca, “Emre antrenör olmalı” dedim ve bunu Emre'ye de söyledim. Yönetim kurulu “hayır” dedi. Ben ayrılıyorum, ardından Emre'yi teknik direktör yapıyorlar. Ama yönetim kuruluna Emre'nin tecrübeli bir sportif direktörle çalışırsa Fenerbahçe'de başarılı olacağını söyledim. Ben veya bir başkası olabilir. Ben olmak zorunda değildim. Emre, inanılmaz derecede akıllı, inanılmaz derecede tutkulu. O harika bir lider. Futbolu biliyor, Fenerbahçe'yi seviyor. Harika bir teknik direktör olabilir. Ancak deneyimli bir sportif direktör ve yönetim kurulu tarafından desteklenmesi gerekiyor. Bana “Hayır” dediler. Ayrıldım, onu antrenör yaptılar. Bakın şimdi Başakşehir'de ne kadar iyi işler yapıyor. Emre'nin inanılmaz yetenekli bir antrenör olacağına inanıyorum. Buna yüzde 100 kaniyim. Yani sürekli böyle olumsuz bir hava... Yönetim kuruluna sürekli kendimize şunu sormamız gerekiyor dedim: “Dışarıda çok iyi olan oyuncular neden Fenerbahçe'de iyi değil? Neden Fenerbahçe'den ayrılınca yine iyiler?” Biliyorsunuz, genel olarak Frey, Slimani, Zanka... Yani Zanka Fenerbahçe'den bedelsiz transfer oldu. Brentford'a imza attı, Brentford'da düzenli oynuyor. Bu nasıl mümkün olabilir? İşin özünde, ne olduğunu biliyorum ve tek bilen de ben değilim. Emre de aynı şeyi düşünüyor. Son sezonumda, istifa etmeden, daha doğrusu kulüpten ayrılmadan önce... Çünkü neredeyse 10-12 ay önce istifa etmiştim. Devre arasından önce içeride Beşiktaş'la oynadık. Onları 3-1 bir yendik, mahvettik. O maçtan sonra Emre'nin sakatlandığını hatırlıyorum, yanıma gelip “Kimseyi almamalıyız. Sakin kalalım. Çalışmaya devam edelim ve şampiyonluğu kazanacağız” demişti. Onunla tamamen hemfikirdim. Sonraki maçta Rize'ye gittik, kazandık. Bir sonraki maçta ben ayrılmıştım, Gaziantep'te oynadılar, kazandılar. Bir sonraki maç, Başakşehir'le içeride oynadılar. Maçı İstanbul'da bir arkadaşımın evinde izlediğimi hâlâ hatırlıyorum. Başakşehir'i sahada kesinlikle mahvettiler. Zannediyorum masanın etrafındaki arkadaşlarıma “Fenerbahçe'nin şampiyon olmamasının mümkünatı yok” dedim. Sonra Fenerbahçe içeriden infilak etti. 2018-19'da şampiyonluğa kenetlendiğimizi gerçekten hissediyordum. Gerçekten çünkü en iyi takıma sahiptik, oyuncular özgüvenliydi. Beşiktaş'a ya da Başakşehir'e karşı oynadığımız gibi yüksek tempoda oynadığımızda, kimsenin bizi durdurmasının yolu, hiçbir yolu yoktu. Mümkün değildi. Ama o kadar çok şey oluyordu ki, kulübü her gün idare etmek neredeyse imkânsızdı. Ve o sezonu yedinci bitirdiler, bu sezon Trabzonspor'un 10 puan gerisindeler. Gerçekten çok yazık. (Kasım ayı röportajı)
Geçen yıl The Athletic sitesine Fenerbahçe'de hep bir tür olumsuz hava olduğunu söylemiştiniz. Başarısızlığın nedeni bu muydu?
- Elbette! Methetmek ve yüreklendirmek yerine, oyuncular içeriden yok ediliyor. Takımı yüreklendirmek yerine, bir sportif direktör, daha sonra teknik direktör ve diğerlerinin olduğu yapıyı desteklemek yerine, bu yapı yıkılmaya çalışılıyor. Ve bu tamamen kulübün içinden çıkıyor. Ve kulüpte o kadar yanlış bir işleyiş var ki geçen sezon da harika oyuncuları vardı ve şampiyon olamadılar. Bu yıl yine işler yolunda gitmiyor. İyi kötü bir şeyleri kontrol edebildiğimiz zaman, yani 2019-20 sezonunda harika bir takımımız olduğunu size garanti edebilirim. Gustavo istim üstündeydi. Vedat istim üstündeydi. Emre'yi almıştık. Kesinlikle parlak bir takımdık. Ligi kazanabilirdik. Size garanti verebilirim. Ama şampiyonluk için huzura ihtiyacınız var. Yapıya ihtiyacınız var, müdahale edilmemesine ihtiyacınız var ve insanların birbirine kenetlenmesine ihtiyacınız var. Fenerbahçe'de, eminim ki şimdi durum hâlâ böyledir, bunların hiçbiri yok. Sonuç olarak, en iyi oyunculara, en iyi teknik direktöre sahip olabilirsiniz, ancak kulüp kendi kendine çöker. O sezon şampiyon olamamak benim için çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Birincisi ayrılmak zorunda kaldım ve ikincisi kulübün şampiyonluğu kazandığını göremedim. Hâlâ çok üzgünüm. Bu beni perişan etti.
25 Şubat 2019'da istifa etmeye karar verdiniz. Neden bir yıl daha devam edip sonra ayrıldınız?
- Çünkü sözleşmem istifam kabul edilmedikçe ayrılmama izin vermiyordu. Kulüple konuşamadım, yönetim kurulundaki kimseyle üç dört ay konuşamadım. Telefonlarımı kimse açmıyordu. Kimse e-postalarıma cevap vermiyordu. Üç dört ay hiç bilgi alamadım.
Ayrılmadan üç-dört ay önce mi?
- Hayır hayır! Ben istifa ettikten sonra. İlk ihbarımı gönderdiğimde.
İMZAYI ATTIĞIM İÇİN ASLA PİŞMAN DEĞİLİM
Yani, 2019'un başlarında...
- Tüm o dönem. Ve eğer ayrılsaydım, kulüp beni dava edebilir ve benden çok para isteyebilirdi. Şöyle düşündüm: Eğer ayrılırsam, bunu doğru şekilde yapacaktım. 12 aylık ihbar süremi geçirmem gerekiyordu. `İstifamı verip ihbar süremi başlatacağım ve umarım daha önce gitmeme izin verirler. Ama vermezlerse, devam edeceğim, 12 ay kalacağım.`dedim kendime. Ve ikinci kez gerçekten ayrıldığımda, artık daha fazla dayanamaz hale gelmiştim. Bununla uğraşmak imkânsızdı. Ve Emre'yi alıp, Altay'ı alıp, Vedat'ı alıp, Gustavo'yu alıp inşa etmek için bu kadar çok zaman ve enerji harcadığımız takımın bir nevi içeriden saldırıya uğrayarak çökmesini görmenin hüsranı… Emre ve ben, hatta Ersun Yanal da o takımın şampiyonluğu kazanacağına inanmıştık. Ne olursa olsun dedim, “isterseniz beni dava edebilirsiniz” ama ben ayrılıyorum.
Son olarak, Fenerbahçe'ye imza attığınız için hiç pişman oldunuz mu?
- Hayır, asla, asla. Asla da olmayacağım. Ülkeye, şehre, insanlara âşık oldum, kulübe aşık oldum. Hâlâ Fenerbahçe Beko'nun oynadığı her EuroLeague maçını izliyorum.
Gerçekten mi ?
- Tabii ki. Bu gece maçı izleyeceğim. Zaman zaman uygun oldukça futbol takımını da izliyorum çünkü çoğu zaman aynı anda oynuyoruz. Ama sonra o futbol beni öldürüyor, takımın şimdiki gibi oynadığını, stadyumun boş olduğunu ve insanların yönetim kurulunun istifasını istediğini görmek, bu beni öldürüyor. Bu beni gerçekten öldürüyor.
Mahmut Uslu: Ali Koç'a yalvardım, biz Pereira'yı kovardık | Aziz Yıldırım, Gökhan-Caner, Mesut Özil