OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 27, 2000 00:00
CURRICULUM VITAE* Ben Yalçın, sokak kedisi Yalçın. Arnavut dede, Çerkez anneanne, İstanbul'lu baba, Konya'lı anne, Ankara'lı sokak kedisi, karmakarışık Yalçın. Ben beceremedim bir siyasi görüşü aslanlar gibi savunmayı...Gerçi kokoreç satan Sıtkı'nın tezgahını zabıtalardan geri almak için kavga ettim ama o olaylı okul yıllarında ne bir demir geçirdim birisinin kafasına ne de kantinde bir köşeye kıstırılıp dayak yedim.İnanılmaz bir karaktersizlikti belki ama gerçekten sevdim devrimci Sabahattin'i de, ülkücü Tarık'ı da. Hepsi tek tek iyi insanlardı. Hepsinin gözleri dalar giderdi, hepsinin bir sevdiği vardı. Üç kuruşluk harçlıklarıyla yurda gider gelirler, karşılaşınca gözleri gülerdi. Nedendi bilinmez, aramızda hep sevgi vardı.Ben eksik kaldım, güdük kaldım. Koca adam oldum, hiç içim sinerek bir partiye oy veremedim. Hiç duvarıma kocaman kafalı, ya da yılan gözlü, ya da kapkara bıyıklı bir parti liderinin posterini asamadım. Bir takım içi boşaltılmış sloganlar için, gözlerim kapalı, bir türkü söyler gibi ölmeye gitmek gelmedi içimden.6 yaşında, üst komşumuz ev sahibinin kızı Nesliş'e aşıktım; o da bana aşıktı. Masanın üzerine çıkar "hiç korkum yok" diye bana hava atardı. Aşağıya düşer, ağlardı. Geçenlerde yolda gördüm Nesliş'i ve tanıdım onu. "Hiç korkum yok" diye duvarın üzerine çıkmasını bekledim boşuna.Sanki hep sokakta büyümüştüm. Annem iyiydi, hoştu ama; hiç mi merak etmezdi; "bu çocuk sabah çıkar, akşam gelir; ne yapar? ne yer? terler mi? üşür mü? ne zaman döner? dersleri nasıldır? diye. Sabahtan akşama bin olay yaşamış, bin defa maç yapmış, bin defa aşık olmuş dönerdim eve. Can'ın diş hekimi teyzesi Rezzan Abla'ya aşık olduğum döneme rastlar üniversite giriş sınavı.Üniversite yıllarında yandaki mahalle ile alınan kavganın yerini, vatan hainleri ile kavga aldı. "Yürüyün arkadaşlar!" bende kırlarda ovalarda yürümeyi çağrıştırıyordu. O yıllarda aşık oldum doğaya, Gitanes sigarasının mavi dumanları arasındaki çingene gibi kıvrılıp giden yollara düşmeye. Tepeleri tanımak, tepeli kuşları, böcekleri, dönenceli nehirleri, bambaşka kültürleri, farklı düşünceleri, dilleri, hayatın bilmediğim %99,999999 luk dilimini keşfetmek arzusuyla yandım tutuştum. Uyduruk fotoğraf makinama dünyaları sığdırmak ateşi sardı bedenimi.Mezun olduğumda, Halil'le Nijerya'da diş hekimliği yapacaktık, sefarete gidip sefirle bile konuşmuştuk. İkimiz de asistandık. O Pedodontist olacaktı, ben Ortodontist. Biz hiç evlenmeyecektik. Ben bozdum oyunu. Öğrencilerden Rabia'ya aşık oldum, bütün okulun erkeklerinin peşinden koştuğu güzel Rabia'ya. Köpek gibi süründürdü beni, hırs bastırdı, çok ağlattı. Eşşek! Okulda arkadaşları uyardı Rabia'yı. "Bak bu herif maymun iştahlıdır. Sen bağlanırsın, o çeker gider, sakın Yalçın'la beraber olma" dediler ona. Aferin Rabiş'e dinlemedi onları. Evden de kaçtı, anasıyla kavga da etti ve karşısında hayatında ilk çıktığı herif olarak böyle; aklı bin karış havada, "bak gör, ben yakında Nepal'e gideceğim" diyen, okula çöp arabasıyla gelen, asistan zırzopunu buldu. N'apmam gerekiyordu 25 saat beraber olabilmek için onunla, karşımda muhafazakar bir aile yapısı varken? : Evlenmek!Ve evlendim deniz gözlü, deniz kızıyla. Halil'le verdiğimiz sözü bozarak, ama kızamadı o da bana.Evimiz, tangur tungur muayenehanemiz ile birdi. Hasta beklerken
yemek piÅŸerdi. Zaten hastamız da yoktu. Ben korsan çalışan bir asistandım, maaÅŸla idare eder giderdik. Sonra ihtisas bitti, maaÅŸ da bitti, tamtakır kaldık, ama deniz bitmedi. Bu arada Ece doÄŸdu.Artık, hasta diÅŸinin uyuÅŸmasını beklerken süt emziriliyor, uyanamadığım sabahlar giyinebilmek için hastayı kapıda bekletiyordum. Sonra Samsun'a hasta bakmaya gitmeler falan derken buzdolabına düşen farenin kafa yarılması sesleri azaldı. Ondan sonra da "para" nın fazlası için hiç bir hırsımız olmadı. Benim aklım hep bin karış havadaydı, yorucu bir adamdım. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan, bir dakika sonrası kestirilemeyen zor bir adam. Çok iyi bir dost, keyifli bir sevgili ama düşman başına bir koca. Hep seven, sevmek üzere olan, kalbi küt küt atan, risk altında, başı belada, çok mutlu, çok üzgün, çok heyecanlı, bir anda uyuyan, sabah baÅŸka ÅŸehire çorba içmeye giden, bir yerde, bir gökte, bakkal dönüşü hurda bir otomobil ile eve dönen, Çandır dönüşü üç aylık devekuÅŸunu alabilmek için pazarlık yapan, yaÅŸlılığında parasızlıktan sürüm sürüm sürünmeye mahkum, ama (saÄŸ kalabilirse) anlatacak çok hikayeleri olan -çok zor bir adam.Kolay mı, kızına aÄŸza alınmadık küfürleri öğreten bir adamın karısı olmak, sürekli yüreÄŸin aÄŸzında yaÅŸamak? Aslında annem için de zordu bir zamanlar; "senin oÄŸlanı, üstü çıplak bisikletle Gölbaşı yolunda gördük" haberlerini dinlemek, oÄŸlunun sırtında çantası, hangi yük vagonunda, hangi terminal bankında uyuduÄŸunu, hangi kamyonla nerelere gittiÄŸini bilememek.Ben bu deniz kızını çok üzdüm arkadaÅŸlar. Gerçi onu uyarmışlardı ama, beni hep seven deniz gözlümü çok üzdüm. Yalan mı söyleyeyim; bu kafayla sanırım daha da çok üzerim.Daha çok "bil bakalım neredeyim" telefonları alır, daha çok "seninkini elinde kürekle Ulus'ta görmüşler" der okul arkadaÅŸları. Ama belki de, beni ben yapan kafanın deÄŸiÅŸmesi daha çok üzer onu. "Guguk KuÅŸu" filminin sonundaki, Jack Nicholson'un elektroÅŸoktan sonraki yeni "kuzu gibi" hali olursam, yastığı yüzüme ilk bastırıp boÄŸan olabilir deniz gözlüm.Ben Yalçın. Adam olamamış, kerli ferli konuÅŸamamış, kodumu oturtmamış, hesabını hiç bilmemiÅŸ, çok sevmiÅŸ, çok sevilmiÅŸ, çok üzmüş, çok üzülmüş, çok sevecek, çok sevilecek, çok üzecek, çok üzülecek, hiç büyüyemeyecek sokak kedisi: YALÇIN ERGÄ°R...(*) Curriculum Vitae=CV=ÖzgeçmiÅŸ 27 Eylül 2000, ÇarÅŸamba Â
button