Güncelleme Tarihi:
Susurluk rezilliği hala kabak gibi ortalık yerde duruyor... O Mercedes kazası, ülkedeki dümen, üçkağıt, katakulli, arsızlık, yüzsüzlük, hırsızlık, canilik piyasasını birkaç günlüğüne durgunlaştırsa da tekrar açılan piyasa, faaliyetini daha da bir coşkuyla tam gaz sürdürüyor... Gelişiyor, semiriyor...
Hukukun yelkenleri suya indirdiği ülkemizdeki hukuk boşluğu, işbirilir erbabınca hemen anında dolduruluyor...
Kör tuttuğunu öpüyor... Alacaklar, özel mafya ‘‘tahsilatçılarıyla’’ tahsil ediliyor... Özellikle de bu sektör gittikçe gelişiyor vs...
İşte geçenlerde ben böyle bir ‘‘tahsilatçı’’ ile tanıştım... Neredeyse tek başına bir mafya örgütünün tamamına bedel...
Alacağınızı kesinkes borçludan kurtaran, en kısa zamanda getirip trink diye avucunuza sayan biri...
Evet, sözünü ettiğim kişi, Ciğersöken Ziya...
Şimdi sizlere onu tanıtacağım... Belli olmaz, hayat bu... Bakarsınız bir gün bir alacak durumu olur; başınız sıkışır, çaresiz kalırsınız falan... Tabii vatandaşın hakkını söke söke alan yasalar (!) dururken, bunun sözü bile edilmez ama, ne bileyim Ciğersöken Ziya, gene de aklınızın bir köşesinde bulunsun...
Ben Ziya'yı, tekstille uğraşan çocukluk arkadaşım Esat'ın yanında görüp tanıdım...
Geçtiğimiz yaz bir pazar günü eşimle Çengelköy'de her zaman gittiğimiz balık lokantasına gitmiştik... Orada rastladım Esat'a... Yanında hanımı vardı... Bir de bu Ciğersöken Ziya... Lokanta çok kalabalık olduğundan aynı masaya oturduk... Epeydir görüşmediğimizden bu hoş bir rastlantı olmuştu...
Yemeklerimizi söyleyip sohbete başladık...
Derken Esat, bana Ziya'yı gösterip:
‘‘Hayatta adamın oldu mu böylesi olacak’’ dedi... Sonra da Ziya'nın sırtını sıvazladı... ‘‘Aslanım, koçum benim!..’’
‘‘Diyelim bir yerlerden üçbeş milyar alacağın var ve alamıyorsun... Hemen Ziya'ya söyle, bitirsin işi... Bu Ziya en batak yerlerden paranı kuruşuna kadar öyle bir söküp alır ki, aklın durur... Adamın ciğerini söker şerefsizim... Zaten ona Ciğersöken Ziya denmesinin nedeni de budur... Biliyorsun piyasanın durumu malum... Birbirine takan takana... Kimsenin kuruş ödediği yok... Çeklerin, senetlerin alayı dönüyor... Ama Allah bana Ziya'yı gönderdi de yırttım kefeni... Artık kimsede tek kuruşum kalmıyor...’’
Bu arada yemeklerimiz geldi... Ben de çaktırmadan Ziya'yı incelemeye başladım...
***
Ziya, olsun olsun biraltmış, biraltmışbeş boylarında, ufak tefek, zayıf bir adamdı...
Ama bu dünyada demek kimin ne olduğu belli olmuyor... Aslında korkacaksan da böylelerinden korkacaksın zaten...
Samsunlu olan Ziya, belli ki son derece sinirli, gözünü budaktan esirgemeyen biriydi... Yüzündeki yara izleri, bere ve çizikler ne kadar kavgacı olduğunu gösteriyordu zaten...
Hiç konuşmadan öyle oturuyor, sanki her an ortalığı dağıtacakmış gibi sürekli etrafı süzüyordu...
Ciğersöken Ziya'yı, Esat'a bir arkadaşı tavsiye etmiş... Söylediğim gibi Ziya, yıllardır tahsilat işleriyle uğraşıyor, borçlarını ödemeyen borçlulardan ne yapıyor ediyor, parayı alıyormuş... Sen de bu hizmetine karşılık Ziya'ya tahsil ettiğin paradan bir yüzde veriyormuşsun...
‘‘Sultanhamamı'nda birine beş altı milyarlık mal vermiştim... Tam yedi ay paramı alamadım...’’ diye sürdürdü konuşmasını Esat...
‘‘Ama işi Ziya'ya havale ettiğimizin haftasına trink diye geldi para... Bir de İzmit'te bir herif vardı, tüm çekleri karşılıksız çıkmıştı... Sağolsun Ziya, herifte kuruş bırakmadı... Ciğerini söke söke aldı adamdan parayı...’’
Esat anlattıkça ben çaktırmadan gene Ziya'yı süzüyor, içimden, ‘‘Belli canım, herif her tarafıyla bela...’’ diye düşünüyordum...
Ciğersöken Ziya, gene tek kelime edip konuşmuyor, dalgın gözlerle sürekli bir yerlere bakıyordu...
Arada, birden sanki bir şeyden irkilmiş gibi titreyip oturduğu yerde dikiliyor... Bir süre sonra gözlerini tekrar uzaklara daldırıp öyle oturuyordu...
Beni en çok da sürekli ceket cebinde tuttuğu sol eli rahatsız ediyordu... O sol elinde belli ki bir tabanca falan tutuyordu...
Aslında ailecek böyle bir adamla birlikte aynı yerde bulunmaktan müthiş huzursuz olmuştum... Ama durumu onca zamandır görmediğim arkadaşım Esat'a belli etmek de istemiyordum... Allah'tan bu arada hanımlar kendi aralarında sohbete dalmışlar, bizimle pek ilgilenmiyorlardı...
Bir ara, ‘‘Ziya Bey pek göstermiyor, ama herhalde vurduğu yerden gerçekten ses getiren bir arkadaş... Ufak tefek gibi görünüyor ama, ne kadar gözüpek olduğu, duruşundan, bakışlarından belli... Zaten yumuşak atın çiftesi pek olur, derler...’’ dedim.
‘‘Ne diyorsun!.. Anlatsam aklın durur...’’ dedi Esat... ‘‘Bu namussuz Ziya herifleri öyle bir perişan ediyor ki, bak anlatayım da dinle...’’
Sonra da, ‘‘Öyle değil mi lan Ziya?..’’ diye Ciğersöken Ziya'nın ensesine bir şaplak indirdi...
Ziya boş bulunduğundan, Esat'ın şaplağı üzerine birden irkilip yerinden fırladı... Gözlerinde bir dehşet ifadesi belirdi...
Ben, ‘‘İster misin şimdi sol elini cebinden çıkarsın!..’’ diye telaşlanırken, Ziya sakinleşti... Tekrar yerine oturdu...
Sonra da Esat anlatmaya başladı...
***
‘‘Sana daha önce sözünü ettiğim Sultanhamamı'ndaki o heriften altı milyar alacağım vardı... Ama adam parayı bir türlü vermiyordu... İşte bu Ziya'yı bana o sırada getirdiler... Anlaştık, herifin üzerine saldım Ziya'yı... Ziya gidiyor geliyor... Bana arada bir uğrayıp 'Parayı yarın, yarın olmazsa, öbür gün alacağız abi' diye haber getiriyordu...’’
Bu arada Ziya bir gün gözü şişmiş, bir gün dudağı patlamış geliyormuş ama, ‘‘Herifleri benzetip ortalığı dağıtırken tabii birkaç tane de o yiyor herhalde...’’ diye düşünüyormuş Esat...
İşin ilginç yanı, herhalde bileğine fazla güveniyor olacak, Ciğersöken Ziya tek başına çalışıyormuş... Öyle adamı falan da yokmuş...
Aradan bir hafta geçmiş... Çatır çatır almış Ziya heriften parayı...
Sonra İzmit işine göndermiş Ziya'yı Esat...
Daha önce sözünü ettiği, o çekleri karşılıksız çıkan herife...
Ziya bir iki sefer gidip gelmiş İzmit'e...
Son gelişinde ise bir kolu alçıdaymış...
Esat, ‘‘Geçmiş olsun... Zorlu mu çıktı herifler?..’’ diye sormuş Ciğersöken Ziya'ya...
Ziya, herif ve iki adamıyla kapışmışken dört beş kişi daha gelmişler falan ama...
Ziya, ‘‘Önemli değil, parayı en geç üç gün içinde alırız abi...’’ demiş Esat'a...
‘‘Üç gün sonra ise bir telefon geldi’’ diye anlatmasını sürdürdü Esat... ‘‘Ziya, İzmit Devlet Hastanesi'nde yatıyormuş... Kalktım, gittim. Bir de ne göreyim?.. Bu Ziya yatakta yatıyor ki, her tarafı sarılıp sarmalanmış, bir tek gözleri açıkta... Ziya böyleyse, herifler kimbilir ne durumdadırlar diye düşünüyordum ki, olanı biteni o zaman öğrendim... Herifler hiçbir durumda değillermiş... Ziya'yı hastanelik etmekten karakolluk olmuşlar yalnız... Bir de Ziya parayı almış... Meğer Ciğersöken Ziya paraları hep böyle alırmış zaten... Dayak yiyerek yani... Para alacağı kişinin bürosuna, fabrikasına her sabah çöker, öldür Allah gitmezmiş... Defolup gitsin diye her gün dünyanın dayağını atarlarmış ama, bizimki yılmazmış... Sonunda bakarlarmış ki, geberip başlarına kalacak... Çaresiz parayı verip kurtulurlarmış...’’
İşte bu yüzden Ziya nereye gitse, ‘‘Ciğersöken Ziya geldi’’ dendi mi de milletin ödü kopar, herkes kaçacak delik ararmış...
‘‘Olur a bir gün bir yerlerde bir takıntın olursa, bizim Ziya'yı ara... Hemen bitirsin işi...’’ diye sözlerini bitirdi Esat...
Sonra da ‘‘Öyle değilmi lan Ziya?..’’ deyip Ziya'nın ensesine bir şaplak indirdi...