Güncelleme Tarihi:
Haberx.com'dan Hülya Okur'a konuşan Özhan Canaydın'ın kansere yakalanma nedeni ne, Adnan Polat'ta risk altında mı, Galatasaray'da ağabeyler unutulmaya mı yüz tuttu, Türk Telekom arena protestolarının altında ne var, Galatasaray kimlerle yoluna devam etmeli, UEFA kupasını kazanma şansı var mı?..Türk spor basının çok tartışacağı, gündemden düşmeyecek açıklamalarıyla Semih Haznedaroğlu..."Türk sporunun mihenk taşlarından biri. Hatta onu tarif etmek için bulduğum güzel bir sözcük var: Ata. "Verdi, veren, geldi, gelen" manasında. Verdikleri, vereceklerinin önüne geçemeyen, geldiği kadar yol gitmeyi isteyen zihinsel koşuculardan... Onun Türk futbolu için önemsediği şeyler gerçekten dinlemeye ve aktarılmaya değerdi. Takımlarımızda bulunan her bir yabancı oyuncunun neden bir Türk oyuncu karşılığı yok sorusunun cevabını nihayet onda buldum diyebilirim. Tüm varlığı ile Galatasaray'a ihlas ve sadakatle hizmet etmenin sonucunu, izzet noktasında yaşayamamış ama kendisi için isteyeceği her şeyin yerine Türk Futbolunu koymuş, belli bir vazifeyi yapmak için bir arada yaratılmış organlar misali bizim için hayati bir önem taşıyan şahsiyet, Semih Haznedaroğlu sizlerle..."
“BABAMIN İRADESİ İLE GALATASARAY’A İNTİSAB OLDUM”
1940 Ankara doğumlusunuz fakat sizi tanımlayan en büyük öğe, Galatasaray Lisesi mezunlarından olmanız. Hayatınızı Galatasaray üzerine kuracağınız, babanız Hicri Haznedaroğlu sayesinde mi yoksa bu lise sayesinde mi anlaşıldı?
Ben İzmirliyimdir. Aslında Ankara doğumluyum da İzmir’de ilkokulu okudum. İlkokuldan sonra İzmir Türk kolejine gitmeyi düşünüyordum, birden bire babam, Galatasaray lisesinde okuduğu için, seni alayım, oraya getireyim dedi. Ben o zamana kadar futbol takımdan biliyordum. Liseden haberim yoktu. İmtihana girdim, kazandım, iyi bir talebeydim. Dolayısıyla babamın iradesiyle Galatasaray’a intisab etmek mümkün oldu. Ben 12 yaşındaydım ve yetiştirici sınıfa girdim. Annem çok üzüldü, ağladılar, o günü hatırlıyorum. 1952-53 tedrisatında Galatasaray’a girdim. O giriş giriş. O arada spora başlamıştım. İyi yüzdüğümden dolayı beni Altay kulübüne almışlardı. İstanbul’a gelince Galatasaray kulübüne girdim. Bebek’te güzel bir kulübümüz vardı. 1954-55 arası. Lise’de okurken voleybol oynadım uzun süre. Bu branşlarda başarılı oldum, milli de oldum, Türkiye’yi temsil ettim. İş hayatı başlayınca spor hayatı sekteye uğradı, yaşım da 31’e gelmişti, o zamana kadar 15 sene aktif sporcu olarak bulundum. Mektebi de iyi okudum. İş hayatında çalışırken 1974’te Galatasaray’da yöneticilik teklifi aldım, yönetim kurulu Mustafa Pekin, başkan olarak namzetti, bana teklifte bulundu, ben de 34 yaşında çok gençtim, yönetim için gençtim, yönetim kurulunun en genç mensubuydum.
Şimdi de en yaşlıları arasındasınız…
Evet o zaman en genciydim. Bütün yönetim kurulu üyeleri benden yaşlıydı, hepsi ağabeyimdi. Oldukça aktiftim o zamanlar. Son yönetim kurulu teşekküründe de Özhan Canaydın ile beraberdim. Orada ikinci başkandım. Fakat şöyle bir baktım, Cengiz Özyalçın benden bir iki yaş büyüktü, ben diğer yönetim kurulu üyelerinin hepsinden büyüktüm. Muhtelif defalar(4-5) Galatasaray yönetim kurulunda bulundum. 2002’de 4 sene, 2 devre Divan kurulu başkanlığı yaptım. Son olarak da Özhan Canaydın’ın 2006-2008 devrelerinde Yönetim kurulu üyeliği yaptım. Şu anda Galatasaray’da Divan Kurulu üyesiyim. Yönetim kurulundaki gibi aktif değilim ama yine de kulüple ilgiliyim.
“İŞ HAYATINDAKİ POZİSYONUMLA GALATASARAY’DA YÖNETİCİ OLARAK ARANAN BİR TİP HALE GELDİM”
Divan Kurulu Başkanlığı. 2’nci Kulüp Başkanlığı. Defalarca direkten dönen seçimler, adaylıklar…Pozisyonlarınızı belirleyen şey, Galatasaray’a duyduğunuz bağlılık mıydı, yoksa Galatasaray’ın size duyduğu ihtiyaç mıydı?
İhtiyaç demeyeceğim ama bu karşılıklı. İhtiyaç oluyor tabi, yetişen elemanlara daima Galatasaray’da ihtiyaç oluyor. Nasıl sporcu yetişiyorsa, yöneticinin de yetişmesi lazım. Benim 12 yaşından beri Galatasaray’ın içinde yetişmem hem oranın havasını, etiğini iyi bilmem, tecrübeli olmam, sporcu olmam sonra herhalde ahlakımla, tahsilimle, mevkiimle, iş hayatındaki pozisyonumla falan Galatasaray’da yönetici olarak aranan bir tip hale geldim. Mesela Ali Uras’a karşı bir seçim yapmıştım, 4 oyla kaybetmiştim. Ondan sonra bir seçime daha girdim, orada da maalesef kaybettim ama orada üyelerimizin büyük büyük teveccühüne mazhar oldum. Şu an da öyle bir inanç içindeyim ki, Galatasaraylılar şahsıma karşı saygı duyuyorlar. Bizim Galasataray’da çok önemli bir şey var, küçükler büyüklere karşı çok saygı duyarlar, hep ‘Ağabey’ derler. Bayağı büyük, onları çok etkiler. Hele de Galatasaray camiasında tutulan bir tipse, o oldukça saygı görür.
“GALATASARAY’DAKİ EN BÜYÜK BAŞARISIZLIK, YÖNECİLERİN KADİR ŞİNAS DAVRANMAMASI”
Ama yine de şu dönem Galatasaray’ın üzerindeki Ağabeyler etkisi kalkmış görünüyor. Bazı forum sitelerinde “Eskiden 'G.Saraylıyım' diyerek maçları kazananlar vardı. Takımı ateşlerdi. O ağabeyler gönderildi, yerleri dolmadı" diye yazıyor… Galatasaray’a ağabeylerini kaybettiren nedir? Gençlik ateşi mi?
Doğru. Aktüel olarak basının yazdığı, Galatasaray’ın başarısızlığı üzerine yapılan analizlerin yorumları var. O yorumlardan bir tanesi ki, ben paylaşıyorum. Eskiden “Biz Galatasaraylıyız, Galatasaray ruhu takımı ateşliyor, sporcu kritik anlarda kendinden fazlasını ortaya koyuyor, o şekilde başarıya gidiliyor, çünkü camialarını çok seviyorlar, o onları motive ediyor” denir idi. Son zamanlarda biraz kaybedilmiş havası var ve benim şahsıma göre de şu andaki başarısızlığın en büyük sebebi, camiaya iyi hizmet etmiş, uzun süre hizmet etmiş ve camianın takdirini kazanmış olan bazı isimlere maalesef, Galatasaray’ın bu etik durumundan eğitim almamış, oralarda yetiştirilmemiş, sporcu duygusunu bilmeyen yöneticiler tarafından kadir şinas davranılmadığı kanaatindeyim. Bunun ilahi adalet olarak etkisi oluyor çünkü siz onların hak ettiği muameleyi yapmamışsınız, onlara haksızlık yapmışsınız, tam benzeri olmuyor ama bir yerde kul hakkı yemişsiniz, o zaman sizin işleriniz rast gitmez. Bir faktör bu. İkincisi, mevcut olan oyuncular için, öyle anlar olur ki oyunlarda, oyuncu kendinden artı bir şeyler ortaya koyması lazım, ama oyuncu düşünüyor;”falana filana bunlar nasıl muamele yaptılar, taktir ettiler mi?” ‘Mesela sakatlanma pahasına veya hafif sakatlığının artması pahasına niye kendimden bir şeyler veriyim’ diye düşünüyor oyuncu. “Bu yönetim, falana filana bunu yaptığına göre, bana da aynısını yapacak, yarın bir gün bana da kapıyı gösterecek.” Hani bir piyes vardır: “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” Nedir vazifem, topu ona vermek, tempo oynamak. Yok ama maçı kazanmak için icap ederse fedakarlıklar yapacaksınız ama adam görüyor, vaktiyle bu fedakarlıkları yapmış, Galatasaray’a senelerce hizmet etmiş bazı sporcuları kapının yanına koymuşlar. Sanki o, dışarıdan gelip de, milyonlarca euro alıp hiçbir şey oynamayan yabancılar gibi…Bu ikinci demotivasyon vaziyeti. Bugün artık Anadolu kulüpleri o kadar çok kuvvetlendiler ki, onları yenmek için onlardan daha üst performans göstermeniz lazım, burada maneviyatın girmesi lazım, camiaya aşkın girmesi lazım, Galatasaray ruhu yok. Ama bunun da sebebi, bu yönetim tarzıdır, yönetim düşüncesidir.
“GALATASARAY’IN EN BÜYÜK DERDİ, VEFA SORUNU”
Caner Erkin’in ayrıldıktan sonra “Zaten Fenerbahçeli’ydim demesi, hoşunuza gitmemişti. “İşte Galatasaraylılık duygusunu yaratmak burada başlar.” diyerek, yönetimin futbolculara veremediği aidiyetlik duygusundan söz etmiştiniz.
Tabi. Adam diyecek ki:”Ben öyle vazifeler yaptım, beni koyacak yer bırakmıyor, camiada iyi bir yerim var” Sen almışsın adamı, kapının dışına koymuşlar. Vefa artık İstanbul’un bir semti derler, Galatasaray’ın en büyük derdi bu.
“KULÜPLERE ÇOK SİYASET GİRİYOR.”
Peki o gelenekselliğe dönmek için ne yapmak lazım. Bazen tereddütle katıldığınız hatta uzun süre katılmadığınız için tüzük gereği üyeliğinizin düşürülmesi isteğiyle karşılaştığınız toplantılar sonrası, sıkça sarf ettiğiniz şey, Galatasaray örf ve adetlerine yakışır biçimde görüşlerinizi aktardığınızdı.
İkinci Başkandım o sırada. Kulüplere çok siyaset giriyor. Orada da seçim var, ayak oyunları var, orada da var oğlu var. Esas politikacılar bu konuda çok daha kurtlar. Çok daha tecrübeliler ama bizde de bir sürü şeyler oluyor. Orada bazı şeylere gücenmiştim ama rahmetli Canaydın, ben istifa mektubunu noterden yolladıktan sonra onu heyete koymayıp sakladı, sonra muhtelif ricaları oldu. Şahsıma karşı saygılıydı, dolayısıyla geri döndüm. Toplantılara girmedim, tüzük gereği, iki toplantıya girmedin mi üyelik biter ama ben kaç toplantıya girmedim, yine de resmiyete koymadı.
“SEÇİMLERE KATILABİLMEK İÇİN İKLİM MÜSAİT OLACAK”
Peki kulüplere siyaset giriyor dediniz de, bazı dönemlerde seçimlere katılmayacağınızı açıklamanızın ardından son dakika kararı olarak, yarı yolda bırakmak istemediğiniz arkadaşlarınız için aday olmuştunuz. Bu durum, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başkanlığı sırasında yaşadığı tereddüde benziyor olabilir mi?
Bazen seçimlere girmek için, vazifeye talip olmak için hem kendinizde bir güç göreceksiniz, hem de etrafınızdaki iklim müsait olacak. Bazen yüzde yüz seçileceğiniz zaman girmiyorsunuz seçime ama bazen başkalarının arzusuyla, onları kırmamak için, iklim müsait olmasa da, onları temsil ediyorsunuz. Mesela benim Alp Yalman’a karşı ikinci seçimim olmuştu, o zamanlar futbol takımı çok başarılıydı, yönetim güçlü pozisyondaydı, ama bazı amatör şubelerin istekleri yapılmıyordu, bunların sesini duyurmak üzere, onların da baskısıyla çok ümitli olmadığım bir seçime girmiştim aslında girmemek lazım. Siyasi olarak Halk Partisi kuvvetli olduğu zaman, onun namzeti kazanıyor, Ak Parti kuvvetli olduğu zaman onun namzeti kazanıyor. Yani sizin çıkarttığınız namzet ne kadar kuvvetli olursa olsun, eğer etrafındaki pozisyon, partinin potansiyeli orada müsait değilse orada kazanamıyor. Ama bazen sırf ses getirsin diye, muayyen istekleri dile getirmek üzere bir görev olarak, problemleri anlatabilmek için kazanıp kazanmamaya bakmadan böyle bir mücadeleye girilebiliyor, ben mazimde yaptım öyle şeyler.
“ÖZHAN CANAYDIN, GALATASARAY’A BAŞKAN SEÇİLMESEYDİ, PANKREAS KANSERİ OLMAYACAKTI.”
Başkanlık seçimlerinde, üyelerin kime oy vereceği değil, kime oy vermeyeceği daha çok bilinir durumda. Siz kağıt üzerinde ismi geçen ama seçilme şansı zayıf olan isimler arasında çok telaffuz edildiniz. Bu neyin ısrarıydı?
Bakın öyle zamanlar oldu ki, bu görevi almakta başka mesuliyetleri almayı gerektiriyor. Görüyorsunuz bizim Başkanın saçları simsiyahtı, şimdi bembeyaz oldu. Şu anda da çok sıkıntılı durumda, hiç rahat olduğunu zannetmiyorum. Sonra rahmetli Özhan Canaydın. Öyle sıkıntılar geçirdi ki, sonunda kanser oldu. Galatasaray’a Başkan seçilmeseydi, pankreas kanseri olmayacaktı. Bu iş oldukça zor bir iş. İşler her zaman da doğru dürüst gitmiyor. Tersine döndüğü zaman bütün hedef Başbakanın üzerine oluyor. Sonra kulüplerin bilhassa Galatasaray’ın mali açıdan epeyi sorunları oluyor. Borçlar ödenemiyor. Bütün bu sıkıntıları taşımak kolay değil. Çok vurdumduymaz olmanız lazım. Benim öyle zamanlarım oldu ki, koltuk orada duruyor, o kadar popüler durumdaydım ama oraya oturduktan sonraki ertesi günü düşünmeye başlıyor insan, ne gibi problemler üstüne gelecek? Bir takım sesleri, gurupları temsil içinde o seçimlerde bulunmak bazen çok faydalı oluyor, kazanan taraf, bunlara dikkat ediyor. “Benim şu şu eksiklerim var, onları tamamlayım” diyor.
“CANAYDIN, ADNAN POLAT İLE BANA AYNI ANDA SÖZ VERMİŞ”
Faruk süren “Özhan Canaydın hayatını kaybetmeseydi, Adnan Polat, Galatasaray Başkanlığı'nı rüyasında bile göremezdi “demişti. Adnan Polat ise Başkanlığa nasıl aday olduğunu anlatırken, Canaydın’ın odasına girdiğini ve Canaydın ikinize de ikinci başkanlık sözü verdiği için sizi aradığını ve size,“Siz benden büyüksünüz, ben sizin altınızda çalışırım” dediğini anlatmıştı, ve Canaydın ile sizin ağladığınızı belirtmişti. Şimdi neye ağlıyorsunuz?
Öyle durumlar olmuştu. İkinci başkanlık söz konusuydu, normal olarak kıdem olarak, yaş olarak, Galatasaray’daki mazisi olarak benim hakkımdı, sonra Canaydın, listeye alabilmek için ikimize de söz vermiş tabi. Kazandık. Bunun üzerine işittim ki, Adnan ikinci başkan olacakmış. Ben dedim ki: “Biz böyle konuştuk, o zaman beni unut”Onu da riske edemediler. Sonra bir ara Adnan telefon etti bana, iltifatkâr laflar söyledi bana. Zaman zaman insanlar hisleniyor tabi. Onun toleranslı davranmasına ben hislendim. “Adnan beni mahcup ettin, çok kötü duruma düştüm” dedim. Zaman zaman bazı terslikler olduğu gibi böyle hoş şeyler de oluyor tabi.
"STADYUMUN ADI ALİ SAMİ YEN OLMALIYDI"
Adnan Polat yönetimini, eleştirdiğiniz noktalar; futbol şubesi ve Adnan Sezgin konusu…Sizce son tablo, onun Başkanlığını ne kadar elzem kılıyor?
Beraber aynı masayı paylaştık, yan yana oturduk, mesai arkadaşımız sayılır. Dolayısıyla eleştirirken dikkatli oluyorum, zaten çok tenkit ediliyor şu anda. Bir baskı altında. Meselelerin de kolay olmadığını da biliyorum. Ama bir takım hatalar üst üste yapılıyor ki, netice kötü oluyor. Bir de Galatasaray’ın bir takım etik değerleri var…Mesela stadyum meselesi... Türk Telekom Arena. Tabi ki ‘Ali Sami Yen’ bizim için çok kutsal bir laftır. Ali Sami Yen, Galatasaray’ın kurucusudur. Ve yüzyıldır hep Ali Sami Yen…Ali Sami Yen. Şimdi 'Türk Telekom Arena' oldu, ‘Galatasaray’ın mabedi’ diyorlar. Ama tabi burada şu var, Türk Telekom iyi para vermiş, bir tarafta iyi bir para, bir tarafta bir manevi isim. Galatasaraylılar bu konuda çok hassaslar, tenkit ediyorlar, 'Ali Sami Yen ismini unutturamazsın' diye. Oraya yazdılar: ‘Ali Sami Yen kompleksi’ diye ama orada bir kompleks yok, uydurma bir laf. Esasında Ali Sami Yen stadyumu olması lazım oranın ama bir yerde Galatasaray’ın para bakımından problemleri olduğu için, Adnan Polat mecburen o ismi aldı, para aldı çünkü. Adnan Polat bizden sonra yeniden yapılanma diye Galatasaray’da bir sürü kıyım yaptı, bir sürü arkadaşı yerinden etti. Onun yerine yeni yeni tipler getirdi. Bu yaptığı değişiklikler, henüz müspet bir netice vermedi, bir takım yerler daha da kötü oldu, bozuldu, bir taraftan futbol takımı da kötü gidince, maneviyatta kötü yaralar aldı, bir taraftan futbol takımına milyonlarca euro harcanıyor, bir sürü oyuncu alınıyor, başarılı olunamıyor. Adnan Sezgin’e karşı nedense bizim camiada nedense büyük bir antipati var. Adnan Sezgin’in ismi geçince millet ayağa kalkıyor.
"BAŞBAKAN’A VE TOKİ BAŞKANI’NA YAPILAN PROTESTOLARIN ALTINDA, ADNAN POLAT’A YAPILAN PROTESTO VAR."
Liseliler ve liseli olmayanlar şeklinde ayrılan takımda adeta siyah beyaz adamlar ayrılığı var ve bazıları zenci konumunda.
Adnan Sezgin’i hiç tutmuyorlar. Adnan Polat’ta iyice yapışmış, ‘Adnan Sezgin’ diyor, başka bir şey demiyor. Sonunda o da onu götürecek. Yeni bir seçim olursa ki ne zaman olur bilemiyorum, normal olarak seçim 2012’nin Mayıs ayında ama şimdi bir seçim için imza kampanyaları yapılıyor, yönetimi değiştirmek üzere. Mart ayında bizim mali kongremiz var fakat Yönetim Kurulu ibra ediliyor. Hem mali bakımdan ibra ediliyor, hem idari bakımdan. Orada ibra etmemek üzere bir takım çalışmalar var. Yönetim ibra edilmezse, ne demek ibra edilmemesi, Genel Kurul tarafından?’Ben sana güvenmiyorum, istemiyorum’ demek. O zaman yönetimin orada kalması mümkün değil. Dolayısıyla yeni bir seçimde Adnan Polat tekrar girme durumu olduğunda o zaman üyeler, Adnan Polat artı Adnan Sezgin’i reyleyecekler. Bu büyük bir handikap. İstemiyorlar. Ve bu son Arena’daki Başbakan’a ve TOKİ Başkanı’na yapılan protestoların altında, aynı zamanda Adnan Polat’a yapılan protesto var. Çünkü Ali Sami Yen’in kapanışında; Selahattin Beyazıt konuşma yaptı, ondan sonra Adnan Polat konuşma yaptı. Adnan Polat konuşma yaparken, türübünlerde epeyi protesto vardı. Bir yönetici bu durumlara düştüğü zaman işi zor demektir. Bütün bu zorluklar için bizim de kalkıp tenkit etmemiz fazla olur.
"ORASI PROTESTO YERİ DEĞİLDİ"
Siz, zaten “Son skandalın üzerini örtmek öyle kolay değil.” demiştiniz. Bu skandalı protestocular açısından nasıl yorumlarsınız? Protestocular gibi düşünebiliyor musunuz?
Ben onlar gibi düşünmüyorum. Bir kere bu stadyumun yapılışında Başbakan’ın çok rolü var. Umumetle açılışlarda, adamın rolü olsun olmasın devlet büyüklerine ‘teşekkür’ edilir, aman onlardan kötü bir şey gelmesin diye. Fakat burada böyle değil. Bu stadyumu kurmak için, Türkiye’de bürokrasi çok karışık, orası çok karışık bir yerde, normal mecraaına bıraksanız 10 senede orası temizlenemezdi; Maliye Bakanlığı, Milli Savunma, Hazine, Beden terbiyesi, Bayındırlık Bakanlığı işin içinde. Belediye işin içinde…Bunların arasındaki o bürokrasiyi, formaliteyi geçmek, emin olun 5 seneyi geçerdi. Fakat Başbakan bizatihi müdahale etti, hepsini çağırdı, ‘Sen şuraya, sen buraya’ diyerek, olayı müthiş süratlendirdi. Sonra ne zaman inşaatta problem olduğu zaman, ne zaman çeşitli Bakanlıklar arasında itilaf olduğu zaman, derhal müdahale edip olayı çözdü. Dolayısıyla Başbakan’ın büyük rolü var, o stadyumun meydana çıkmasında. Bu kadar hissesi olan bir insanı bir de o gün açılışta Başbakan misafir sayılır, sizin evinize gelmiş. Sizin orada siyasi sebeplerden dolayı da olabilir, tutmayabilirsiniz, ben de Başbakan’ın görüşlerini pek paylaşıyor değilim ama orada evinde senin. Bir de bu kadar faydalı olmuş bir adam. Orası protesto yeri değildi bana göre. Herkes diyor ki, “Politikacılar protesto edilir, gayet normaldir” Bir de Ak Partisine karşı olanlar çok memnunlar, ağzı kulaklarına varıyor. Ben de reyimi vermeyebilirim Ak Parti'ye amao olay başka bir olay. Hepimizin mutlu bir günü, bir eser kazandırılmış oraya ve misafir. Bu şekilde yapmamaları lazımdı. Başbakan’ı tuttuğumdan değil, bazı fikirlerini paylaşmıyorum. Çalışmalarını takdir ediyorum ama. Çok iyi çalışıyorlar. Mesela Erdoğan Teziç, YÖK Başkanı, Galatasaraylıdır. Ben onunla voleybol takımında oynadım, bizim Galatasaray takımının kaptanıydı ve milli takım kaptanıydı. Ona baktım, o yanımdaydı, o ‘pes!Bu da olacak şey mi?’ anlamı taşıyan bir hareket yaptı. Ki o da Başbakanla arası iyi olmayan biriydi. Ama gördüm onun yüzünden, bu işi tasvip etmediğini. Yani bu biraz toplum psikolojisi oldu. Ve protestoyu yapan arkadaşlar, doğru hareket etmediler bence.
"TÜRK TELEKOM ARENA, DEVLETİN MALI"
Sonra sporseverler Taksim'den Galatasaray'a dek yaptıkları yürüyüşle AK Parti'i ıslıkla protesto ettiler. Onların yaptığı da bir tür siyaseti, spora karıştırmak değil miydi? Başbakan’ın mülkü olamaz dediler..
Ne demek mülkü? Orası devletin malı. Yarın bir gün gidecekleri Özal devri vardı, bir vakitler muhteşemdi, gitti, Demirel durumu vardı, şu anki Başbakan gibi gayet forsluydu, gitti. Bir ara Ecevit çok popülerdi, devri geçti. Onun da geçecek devri. Ama o eser, devletin malı ve devamlı Türk sporuna hizmet edecek bir eser. Dolayısıyla mülkü dememek lazım.
“FARUK SÜREN HALA HİSSE SATIŞLARININ MÜDAFAASINI YAPIYOR”
Faruk Süren yönetimi, UEFA ve Süper Kupa’yı getirse de size göre, AIG’ye hisse satılmasına ve bir takım yanlış projelere onay verildi, Canaydın ise bir takım başarısızlıklar nedeniyle Riva projesinde cezalandırıldı. Peki tarihinde ilk kez bir teknik direktörün gidişini yaşayan Galatasaray’da tek hata yönetimlerin miydi?
Galatasaray yönetimi sırasında, icra makamı yönetim kurulu ve başkanlık sistemi olduğu için başkanın çok büyük rolü var. Çünkü o seçiyor arkadaşlarını. Başkanın fikri, kendisi seçtiği için umumiyetle tasvip ediliyor. Bir takım şeyler söylediniz, bunlar doğru olan şeyler. Bunlar Başkanın iradesinden çıkmış. Mecburdu ya da değildi ama seçtiği yol Galatasaray’a çok pahalıya mal olmuş, demek ki yanlışmış o yol. Mesela şu hisse satışı. Dün Faruk Süren ile yemekte beraberdik, bu konu açılır açılmaz, savunmaya geçti, artık geçmiş, ben onu uzatmam. Faruk bey, onun hala müdafaasını yapıyor. O hisse satışı, 20 Milyon Galatasaray’a kazandırdı ve onunla Vakıfbank’taki borçlarını ödediler fakat biz o hisseyi geri alırken, 90 milyon para ödedik ve arada bir sürü kar payını haybeye verdik. Sportif A.Ş. ile Futbol A.Ş’nin birleşme meselesi Özhan Canaydın zamanında başladı, bu yönetim bitirdi o işi, bu bir başarıdır. Çünkü eskiden bu hisse satışı sırasında, Gelir= Kâr oluyordu. Yani kemiksiz pirzola gibi. Yani bir şeyi 10 liraya satıyorsunuz, yaptığınız bütün masraflar başka şirkete, bu şirkete sadece kârı kalıyor, ve bu kâr dağıtılıyor dışarıya. Bu birleşme meselesi Gelir-Maliyet: Kâr oldu yani normal bir mecraya oturdu. Faruk bey de kendine göre savunma yapıyor, geçmiş artık. Her yönetimin başarılı, başarısız olduğu kısımlar var. Yönetimler hep iyi yapamıyorlar. Zaman zaman insandır, hata da yapılıyor. Ama yeter ki bu yanlışlar önemli olmasın. Bütün yönetimler, Galatasaray daha iyi olsun diye mücadele ediyorlar. Ama arada yaptığım şeyler yanlış olacaktı, zarar olacaktı, normaldir yani.
“GİDENE PARA GELENE PARA…BU CAN YAKICI BİR OLAY”. “TRANSFER EDİLEN FUTBOLCUNUN AHLAKI VE AİLEVİ DURUMU İÇİN İNCELEME EKİBİ KURULMALIDIR”
Borç sarmalından kurtulmak için yapılması beklenen stada bir türlü kavuşulamamıştı, Avrupa Kart projesi zarar ettirmişti. Siz gelir getirecek yeni bir oluşum meydana getirme inancı taşımıştınız. Divan Başkanı olduğunuz için kulübün sorunlarını iyi biliyorsunuz. Önem derecesine göre Galatasaray’ın şimdiki ciddi sorunları nelerdir?
Bu futbol takımı, Galatasaray’ın %80 gelirini getiriyor, %90 giderine sebep oluyor. Bu giderin de büyü payı, transferlerde. Transferlerde yapılan isabetsizlikler size çok büyük paralara sebep oluyor. Bugün iyi futbolcu için kulüpler birbirleriyle yarışıyorlar çünkü kafalarında Avrupa’da başarılı olmak yatıyor. Siz istediğiniz kadar apartmanlar, binalar dikin, stadyumlar yapın, eğer futbolda başarılı değilseniz, orada kalmanız mümkün değil ama futbol başarılı olduğu taktirde efsanevi oluyorsunuz. Bu takımı mecbursunuz ‘iyi’ yapmaya. Çünkü 100 senedir birinciliğe oynamış, Fener de aynı, Beşiktaş da…Dolayısıyla bu takımı iyi yapmanız lazım. Ama bu takımı iyi yaparken de para harcıyorsunuz, artık bu paralar çok büyük meblağlarda. Çok büyük araştırma yapmanız lazım, bu paraları harcarken. Bakın bir futbolcuyu çok beğeniyorsunuz, transfer ediyorsunuz ama bakıyorsunuz ki, onun; etik anlayışı, ahlakı, çalışma disiplini iyi değil. 4 sene için 3 milyon euro’dan anlaşma yapmışsınız. 12 milyon kulübü taahhüt altına sokmuşsunuz. Adam işe yaramıyor. O para gidiyor. Şimdi Misimoviç vaziyeti. 3 Milyon euro ödendi, kulübüne de dünya kadar para verildi, boş oturuyor. Siz satmaya çalışıyorsunuz. Avrupa kulüpleri sizin aldığınız paraya onu vermiyorlar. Ama bunun mukavelesi var. Lincoln da öyle oldu, şimdi Elano var. Bunların anlaşmaları var. Adam gelir, antremanını yapar, sen ister oynat, ister oynatma parasını ödemek mecburiyetindesin. Ödemediğin taktire UEFA seni cezalandırır, Avrupa kupalarından seni atar. Elano’nun iki sene daha mukavelesi var. Anlaşıyorsun, sen iki sene de 6 milyon euro alacaksın, ben sana bir üç vereyim de sen git” diyorsun, o da, evet diyor, çünkü o başka bir kulübe gidiyor, oradan da para alıyor, bir kere gidene bir para ödüyorsun. Onun yerine iyi bir futbolcu bulmaya çalışıyorsun, 4 senelik mukaveleler oluyor, oraya ödüyorsun. “Gidene para gelene para….”Bu can yakıcı bir olay, bir ateş bu. Onun için çok güzel bir düzen kurman lazım ve çok çalışman lazım, inceleme ekibin olması lazım. Oyuncuya baktığın zaman, oyuncuya bakacaksın, 30 maçtan kaçını bu adam iyi oynuyor, sonra ahlakı nasıldır, ailevi durumu nasıldır? Kulübün parasını veriyor, cebinden versen, kolay. Bir değil, beş adama masraflar yapıyorsun, onun için bu konuda çok çalışmak lazım. Maalesef bizimkiler bu çalışmayı yapmıyorlar. Bazı çocuklar vardır, Avrupa’ya giderler adapte olurlar, bazı çocuklar vardır, ev hasreti çekerler. Oyuncular da var böyle. Biraz da şans var, burada. Bir sürü faktör var, çok iyi incelemezsen çok para kaybedersin. İnanılmaz bir israf var. Bir de antrenör sorunu var tabi.
“BÜYÜK KULÜPLER KENDİNDEN OYUNCU ÇIKARTAMIYOR”
“Zamanında iyi bir futbolcu olan, iyi bir antrenör olmayı da bilir” anlayışı hakim. Ki siz Rijkard’ın gelişi ile ilgili böyle bir yanılgıdan söz ediyorsunuz?
Rijkard çok bir futbolcuydu.Barcelona’da çok iyi antrenör gözüktü. Bizimkiler o zamanın şartlarında büyük bir isim getirdiler, Rijkard. Onlar da iyi paralar alıyor, o alıyor, yardımcısı da alıyor, ekibini getiriyor. Bunlar çok tuzlu paralara sebep oluyor ve tutmuyor, bakıyorsun adam gamsız, oynamış oynamamış fark etmiyor. Bu işlerde çok çalışmak lazım, çok iyi ekip kurmak lazım. Sonra alt yapı meselesi var. Alt yapıyı da çok iyi organize etmek lazım. Ama bugün parayı al, yarın nema al olmaz. Belki de 5-10 sene çalıştırıyorsun ve 2-3 futbolcu çıkartıyorsun. Kendinden oyuncular çıkartmak sana ucuza mal oluyor ama o düzeni de iyi kurmak lazım. Maalesef büyük kulüplerde o düzen eksikliği var.
“BEN BAŞKANDAN KIDEMLİYİM”
Peki organizasyon zayıflığı yada eksikliği nereden doğuyor? Bir tanıtım toplantısında Adnan Polat otururken, ayakta bırakıldığınız için ortamı terk etmiştiniz. Sizi ayakta bırakan bir organizasyondan söz ediyoruz.
Orada şöyle bir olay olmuştu, Başkan telefon edip, ısrarla ben basın toplantısı yapacağım, muhakkak senin de bulunman lazım diye. Ben de gittim. Baktım, bu arkadaşlar dizilmişler; Başkan, antrenör, Adnan Polat…biz de konu mankeni gibi Galatasaray ikinci başkanı ayakta duruyor. Olmaz! O zaman Galatasaray ikinci başkanlığı önemli bir mevki. Ben o yeri dolduruyorsam, benim orada önemli bir yerim olması gerekir. Konu mankeni gibi ikinci başkan ayakta tutuluyorsa, bu bana büyük bir saygısızlık, bu Galatasaray’ın ananesinde yok. Konu mankeni gibi ayakta bekliyorum. Ben yaşımla, başımla, mazimle oradakilerin hepsinden kıdemliyim, başkan da dahil. Ben çektim gittim, sonradan fark edildi, hır gür oldu.
“AVRUPA’DA FİNAL OYNAYACAĞIZ” DİYENLERİN KENDİLERİNDEN HABERİ YOK, MİLLETİ UYUTUYORLAR”
Siz dereden geçilirken pek at değiştirmek taraftarı değilsiniz ama teknik kadro ve yönetim bakımından yolların kimlerle ayrılması, kimlerle devam edilmesi kanaatini taşıyorsunuz şimdi?
Bu atasözü eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a aittir. O zamanlar Adnan Menderes çok reaksiyon görüyor, onu değiştirelim” dediklerinde, Celal Bayar: "Dereyi geçerken at değiştirilmez" Ben de öyleyim. Sezona başlıyorsunuz, kolay değil taşların yerine oturması. Biraz fedakar, biraz ısrarcı olmak lazım. Siz eğer bir adamı iyi inceleyip getirmişsiniz, kariyeri de var, onunla bir müddet ısrar etmek lazım. Manchester United’ın başında, Ferguson diye bir adam var. 17 senedir. Ama adam ehlini ispat etmiş vaziyette. Zaman zaman Manchester iyi oynamıyor, yeniliyor, hiçbir şey fark etmiyor. Hele bir tane Arsen Venger var, Arsenal’ın başında. 2000 yılında, Galatasaray, Arsenal’ı eleyip de finalde şampiyon olduğu zaman Arsen Venger, Arsenal’ın başındaydı. Düşünün bir İngiliz takımı, bir Türk takımına eleniyor, düşünün bir Türk takımı, böyle bir maçta Afganistan takımına yeniliyor! Antrenörü hemen uçururlar, İngiltere’ye gidemezdi,. Ama ne yaptı İngilizler? Adamı tuttular. Ve Arsenal birkaç defa İngiltere şampiyonu oldu ve şu anda da antrenör. 2011. Yani eğer iyi incelemiş, iyi çalışmış, konuyu iyi inceleyerek tayin etmiş iseniz, ısrar edeceksiniz. Başarısızlar arada olacak, taşlar oturasıya, takım meydana gelesiye kadar oturacak. Bizim 2000’de UEFA şampiyonu olan takımımız 3-4 yıllık bir çalışmanın neticesi. Yine de hasbelkader bir takım çıktı meydana ve o takım başarılı oldu. Şans da lazım tabi. Top direkten dönüyor, adam taca atıyor vs…ama siz o şansı kullanacak hale gelmek için muayyen bir performans harcamanız lazımdır yoksa bugün ben basarım parayı, ertesi günü şampiyon olurum. Bizim futbol takımını görüyorsunuz, biraz transferden sonra, “Efendim Avrupa’da final oynayacağız!.” Palavra. Bu iki sebepten kaynaklanıyor, bir, kendileri dünyadan habersizler. İki, popülizm yapıyorlar, milleti uyutuyorlar. Çünkü sizin getirdiğiniz 3-4 futbolcudan Avrupa’nın bir çok takımında, daha iyilerden 11 tane var. İstikrarlı başarılı olmak için; memleket olarak iktisaden ve sportif olarak tümden kalkınmamız lazım. Bir başka kota gelmemiz lazım ki, bizim takımlarımız Avrupa’da başarılı olsun. Bugün 3-4 tane dışarıdan aldığınız oyuncuyla başarı gelirse bile o hasbelkadar gelen, şansına gelen ve geçici gelen bir başarıdır.
“KULÜBÜN İHTİYAÇ DUYDUĞU PARA ŞAHISLARIN CEPLERİNİ ÇOKTAN GEÇTİ, BUNU BİR TEK BEŞİKTAŞ’IN BAŞKANI YAPAR”
Ünal Aysal için, AIG hisselerinin geri alınması gibi büyük, son futbolcu ödemelerinin yapılması gibi küçük ödemeleri yaptığı söylenmişti. Demek ki bir kulübün zenginliği bir yere kadar, önemli olan onu kullanabilmesi, belki de para ile satın alınabilecek şeyler değil.
Artık kulüplerin ihtiyaç duydukları paralar, şahısların ceplerini çoktan geçti. Bugün bir futbolcu alıyorsa, 3-4 milyon euro alıyor. Bugün bu parayı cebinden verecek yönetici bir tane bulursunuz, o da Beşiktaş’ın başkanı. Bulamazsınız artık. Artık rakamlar büyüdü. Artık kulüpler gelirleri ile giderlerini öyle şekilde planlayacaklar ve paralarını en iyi şekilde kullanacaklar ki başarıyı yakalayacaklar. Yoksa sırf paraya güvenerek, git Avrupa’ya, orada Avrupa’da oynayamayan, artık devri geçmiş, son tekaüdiyesi diye 3 milyon euro vurmaya getirirseniz buraya ‘belki’ o sene başarılı olursunuz ama dışarıda mümkün değil başarılı olmak.
“ARTIK CEBİNDE PARASI OLAN YÖNETİCİ, İKİNCİ PLANA DÜŞMEYE BAŞLADI. “
Peki camianın beklentisi konusunda ne diyeceksiniz, beklentiler hep çok mu yüksek tutuluyor? Başkanlık seçimlerinde, Ünal Aysal'a camianın çok güvenmediği konuşulurken, Alp Yalman'ı sevmeyeni olmadığı halde dönemini doldurduğu inancı yayılırdı.
Olayın denk gelmesi lazım. Mesela ilk seçimde Adnan Polat’ın karşısına kimse çıkmadı. Kimse bu mesuliyetli görevi almaya niyetlenmedi. Ve çıka çıka estetikçi bir doktor çıktı, hiç alakasız. İki sene geçirdi, tekrar seçime girdi, bu sefer karşısına camianın çok tanımadığı Adnan Öztürk çıktı, camia çok tanımamasına rağmen 2200 oy aldı. Adnan Polat 2700 gibi bir şey aldı. Yani 2200 kişi, Adnan Polat’a ‘Hayır ben seni istemiyorum’ dedi. Dolayısıyla zeminler müsait olacak, seçimleri kazanabilmek için. Bazen siz çok popülersiniz, çok seviliyorsunuz fakat öbür alternatif şu anda iyi durumda. Ama tabi camia size güvenecek, çalışkanlığınıza güvenecek, namusunuza güvenecek. Artık cebinde parası olan yönetici, ikinci plana düşmeye başladı. Ama bundan 10 sene evvel öyle değildi. İş hayatında başarılı olacaksınız, iş hayatında başarılı ise burada başarılı olur denecek, cemiyette bir pozisyonunuz olacak, dürüst tanınacaksınız.
Ben 4 defa yönetim kurulunda bulundum, 2 devre Divan Başkanlığı yaptım, bu arada seçim mücadelesi geçirdim, Ali Uras’a karşı 4 oyla kaybettim, ve enterasandır Ali Uras’ın beş tane çocuğu geldi, rey verdi o zaman, herkes onu söylüyor. Ben o seçimi rahatça kazanmak istiyordum ki, bis rürü şanssızlık oldu, o seçimi ben almıştım ki Ali Uras son derece popüler, hayatını Galatasaray’a vermiş, herkesi ameliyat yapmış, hem doktor, çok insanlığı sokunmuş kuvvetli bir kişiydi, ona karşı verdiğim mücadelede böyle bir durum oldu. Ondan sonra Alp Yalman ile verdiğimiz mücadelede Galatasaray, Avrupa şampiyon kulüplerde çok iyi gidiyordu. Şampiyon olma havasında yönetimi değiştirmek istemediler.
“UEFA’YI BELKİ YAKALARIZ”
Peki Galatasaray’ın ligdeki durumundan umutlu musunuz?
Galatasaray’ın ligdeki durumunun ne olacağı önümüzdeki üç maçta belli olacak. Bilhassa Bursa maçı çok önemli gösterge bakımından. Ama tabi Avrupa kupalarına, bilhassa şampiyonlar ligine şansımız yok. UEFA’yı belki yakalarız, çok iyi bir performans gösterirsek. Ama tabi bu kadar yatırım yapıp, bu kadar büyük paralar harcayıp da Galatasaray takımının bu vaziyette olması çok düşündürücü. Bence bazen aynı oyuncularla, iyi motive edildiği, yönetildiği taktirde çok daha büyük başarılar elde edilebilir. Zannederim Galatasaray’da eksik olan bu moral vaziyeti ve motivasyon eksikliği.