Siz ünlü bir film yönetmeni olmakla birlikte pek çok deniz bilimcisinden daha fazla okyanus tabanı ile ilgili araştırmalar yaptınız. Niçin sadece bir bilim adamı olmadınız?
- Kendimi bildim bileli bilime ilgi duydum. Çocukken ormanda yürüyüşlere çıktığımı, kurbağa ve yılanları avlayıp incelediğimi hatırlıyorum. Bir teleskobum vardı ve astronomiye de ilgi duyuyordum. Ailem teleskop veya mikroskop gibi eğitici donanımlarla bu ilgimi canlı tutmaya çabalıyorlardı. Sıradan bir 10 yaşındaki çocuğa göre göl kıyısında daha uzun süre kalıyor ve suyun dibinde neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Liseyi bitirdiğim zaman edebiyat mı, yoksa fen mi okuyacağıma henüz karar verememiştim. Bu benim için çok zor bir karardı. İki tarafa da ilgim 50:50 idi. Fiziği seviyordum, ama matematiğim çok iyi değildi. Dolayısıyla sanatla ilgilenmeye karar verdim.
Peki, niçin okyanus araştırmaları?
- Bilim kurgu ilgimi çekiyordu. Aynı nedenlerle deniz dibi araştırmalarına da ilgi duyuyordum. Kısaca, sanal ya da gerçek, başka dünyaları keşfetmek beni heyecanlandırmaya yetiyor. Başka bir gezegene ayak basma şansımın çok düşük olduğunu bildiğim için buna en yakın heyecanı denizaltı araştırmalarında yaşayacağımı düşünerek dalış dersleri almaya başladım.
Bana göre denizler, kendi özel kuralları olan çok farklı bir dünya. 1969 yılında skuba dalışlarına başladım ve bu yeni dünya beni büyüledi.Giderek okyanuslara aşık oldum. O zamandan bu yana suyun içinde binlerce saat geçirdim.
Tüm yaşantımı denizaltı araştırmalarına vakfettiğimi iddia edemem. Bu işi yapıyorum çünkü beni mutlu ediyor. Ne var ki sualtı araştırmaları faturaları ödeyemiyor ve ayrıca büyük Hollywood filmleri için yeterli kaynağı yaratmıyor. Bu ikisi arasında gidip gelmek zorundayım.
Sonuçta yine de ciddi miktarda bilimsel araştırma yapıyorsunuz?
- Titanic’i çekerken, görüntü kalitesi ve gerçeğe uyması açısından gerçek deniz araştırmaları yaptık. Bu arada filmi çekimi sırasında, derin denizlerin altında neler olup bittiği ile ilgili bulgularımızı sokaktaki adamla paylaşmanın yarattığı mutluluk beni fazlasıyla tatmin etti. İşte bu nedenle görüntü kalitesini en yüksek düzeye çıkartmak için elimizden geleni yaptık.
Titanic ve Bismarck gibi gemi enkazları ile ilgili çalışmalarımızın yanı sıra hidrotermal delikler de ilgimi çekmeye başladı. Atlantik’te bu gibi menfezlerin olduğu noktalara Ğorta Atlantik sırtı- seferler yaptık. Bundan sonra da Doğu Pasifik tümseğine gitmeyi planlıyoruz. Bu bölgelere gerçek bilim yapmak amacıyla değil de film yapmak için gitmek bence çok trajik.
Bilim adamları da sizin çalışmalarınıza katıldı mı?
- Bazı Amerikan enstitülerine
haber vererek, bizim çalışmalarımıza katılıp katılmayacaklarını sorduk. Pek çoğu, planlarını ve mali destek arayışlarını çok önceden yaptıkları için bu çağrımıza olumlu yanıt veremedi. Çok azı zamanlama doğru olduğu için katılabildi. Astrobiyoloji topluluğundan, NASA’nın Ames Araştırma, Johnson Uzay Merkezi ve Jet Propulsion Laboratory gibi kurumlarında görevli bilim adamlarından çok olumlu tepkiler aldık Aynı zamanda maddi destek de gördük.
Sonuçta hidrotermal delikler ile ilgili yüksek çözünürlüklü görüntüler elde ettik. Bu görüntüleri filmdeki senaryolar ile birleştirince ortaya çok inandırıcı öyküler çıkıyor.
Bütün bu derin deniz film teknolojisinin kaynağı nedir?
- 1995 yılında Titanic’in enkazının filmini çekmeye niyetlendik. Bu amaçla aralarında Rusların da bulunduğu mürettebat ve iki adet denizaltı aracı ile yola çıktık. Bu arada filmde kullanacağımız bir sualtı aracı yapmayı düşündük. Bu tümüyle Hollywood mantığına uygun bir araç olacaktı. Bununla gerçekten Titanic’in içine girmeyi planlamıyorduk. Yalnızca enkazın çevresinde dolanmak bize yetecekti. Ne var ki sonuçta ortaya çıkan sualtı aracı aptal bir uzaktan kumandalı ĞROV- nesne oldu. Zar zor kımıldıyordu, ancak içindeki kameralar çok güzel görüntüler alabildi. Dolayısıyla işe yaradı. Ancak bu beni tatmin etmedi, enkazın içine de girmek istiyordum.
Bu araçlara daha sonra ne oldu?
- Titanic gösterime girince çok büyük bir gişe hasılatı yaptı. Bir gün dalış yaptığım bir grupla böyle bir ROV’u nasıl geliştirebileceğimizi tartışıyorduk. Amacımız ROV’un bir gemi enkazının içine girmesiydi. ROV’un Titanic’in penceresinden içeriye girmesi bizi tatmin edecekti. Bu da 43 cm’den büyük olmayan bir araç olmalıydı. Üç yıl sonra ve 2 milyon dolarlık bir harcamadan sonra iki adet ROV geliştirdik. Sonuçta bunların yardımıyla Titanic’in içine girip ‘Ghosts of the Abyss’ filmini çekebildik.
Denizin derinliklerine inmek nasıl bir duygu?
- Her dalış yepyeni deneyimler kazanmanıza yol açıyor. Bazı dalışlarda kimsenin daha önce görmediği şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bu inanılmaz bir haz veriyor. Sanki yaşantınızın tek amacı buymuş gibi geliyor. Sözgelimi Mir denizatlısı ile daldığım zaman genellikle aracın penceresinden bakmak istemem; kameranın objektifinden bakmak daha doyurucu bir görüntü veriyor. Objektifin özelliklerinden yararlanarak sözgelimi 270 derecelik bir açıdan bakabiliyorsunuz. Oysa pilotun görüş açısı daha kısıtlıdır.
Üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?
- Şu anda 11.000 metrelik bir araç üzerinde çalışıyoruz. Ayrıca üzerinde çalıştığımız başka derin deniz projeleri de var. Midway Savaşı ĞPasifik’te yapılmış önemli bir savaş- üzerine yapmayı düşündüğümüz filmde, Japonların hızlı tankerlerinin izini bulmamız gerekiyor. Yorktown’ın konumu halihazırda biliniyor. Çok derinlerde. Bunlar denizin 6-7 kilometre altında.
Bu enkazların özelliği ne?
- Her enkazın bir öyküsü var. Burada yapmanız gereken yıllar sonra deniz tabanında gördüklerinizle o dönemde olanları birleştirmek. Gemideki insanların spesifik öyküleri ile geminin batmadan önceki son saatleri arasında bir paralellik kurabiliyorsunuz.
Örnek verebilir misiniz?
- Bismarck’ı ele alırsak, gemiden sağ kurtulanların anlattığı öyküler ile enkaz üzerinde gördüklerimizi birbiriyle bağdaştırabiliyoruz. Enkazlar üzerinde sürdürdüğümüz araştırmalar, eğer gemi son yıllara ait ise -2.Dünya Savaşı veya daha sonrası gibi- çok heyecan verici sonuçlar doğuruyor.
Özel efektler ve yeni teknolojilerin kullanılmasının yanı sıra sizin filmleriniz öykü anlatımı açısından da çok başarılı bulunuyor. Bilimin bir öyküsü olabilir mi?
- Bilim bir dedektiflik öyküsüdür ve bu açıdan heyecan vericidir. Bilimsel araştırmaların içinde bir canlı, duygusal, çarpıcı olaylar dizisi saklıdır. Bilimin itici gücü entelektüel meraktır.
İnsanlar bilim adamlarını anlayabilir mi?
- Hayır. İnsanlar bilim adamlarını stereotipler olarak algılar; bunlar beyaz gömlek giyer ve didaktik bir dille konuşurlar. Bilim adamlarını aileleri olan, espri yapabilen insanlar olarak düşünmezler. Aslında bilim adamlarının çoğu ilginç, dinamik insanlardır.
Bilimi sizin için özel kılan nedir?
- İnsanların çoğunun amacı para kazanmaktır. Ne yazık ki bizim toplumumuzda böyle bir amacınız yoksa, sizi tuhaf karşılarlar. Benim ilgimi, hayatta para kazanmaktan başka amaçları olan insanlar çekiyor. Bunlar sanatçı, káşif, yazar, bilim adamı veya daha anlamlı hedeflerin peşinde olan insanlar olabilir. Fakat Batı toplumları yanlış insanları dikkate değer buluyor ve yüceltiyor. Benim bu insanlarla bir alıp veremediğim yok. Yalnızca bunları yüceltmenin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Eğer hayattaki amacınız keşif yapmaksa, bunu geniş bir izleyici kitlesinin dikkatine sunmak niçin bu kadar önemli oluyor?
- İnsanlar teknoloji sayesinde oldukça iyi bir yaşam sürüyor, çünkü teknolojiden olağanüstü şeyleri yapmak için yararlandık. Bu olağanüstü şeylere örnek olarak Ay’a gitmeyi, okyanusların derinliklerini keşfetmeyi, insan genomunu ortaya çıkartmayı, süper bilgisayarlar tasarlamayı gösterebiliriz. Çevresini araştıran ve anlayan kültürler hayatta kalmayı başarır. Kendilerini çevrelerinden koparan ve ayrıştıran kültürler yok olmaya mahkümdur. Dolayısıyla kültür olarak bu keşif ülküsünü nasıl canlı tutarız? İşte bunu araştırmalıyız.
Üzerinde çalıştığınız son filminiz ile ilgili bir ön bilgi verebilir misiniz?
- Şu anda bu filmin adının ‘Aliens of the Deep’ olacağını düşünüyoruz. Bence bu son derece uygun bir isim, çünkü bilimsel olmayan bir göz için dünyanın derinliklerinde gördüklerimiz başka bir gezegeni çağrıştırabilir. Dünya üzerinde öyle yerler var ki, bunların yeryüzünde olduğuna inanmak zor. İşte biz bu filmde bunu yapmak istiyoruz. Ayrıca bu gibi yerlerde dünya-dışı yaratıkların olabileceğini söylüyoruz.
Elimizdeki kısıtlı olanaklarla, güneş sistemimizde dünya dışı yaratıklar bulabilirsek, derin denizlerde yaşayan hayvanlara benzeyen fosil kayıtlarında bunların izini sürebilme olasılığı da yüksektir. Dolayısıyla kayalardaki biyo-imzaların ne olduğunu iyice anlamalıyız ki, bunları Mars’ta veya başka yerlerde gördüğümüz zaman tanıyabilelim.