Ayşe Şule BİLGİÇ
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 2005 00:00
Bu hafta motosiklet değil dört tekerlek yazacağım. Bildiğiniz üzere bu yıl başında motosiklet yetmiyormuş gibi bir de otomobil yarışlarına merak sardım. Ancak motosikletimin gönlümdeki yeri her daim ayrıdır, onu da söylemeden geçemem.
Şimdi 17 bayan düşünün... Gözü kara, cesur ve hızlı... Görüntüleri hem cinslerini ne kadar andırıyor olsa da onların yeri hem pek çok kişinin gözünde, hem de Türk otomobil sporları tarihinde çok ayrı... Çünkü onlar Türkiye’nin ilk bayan kupasının pilotları, çünkü onlar dünyada ilk dizel yarış otomobilinin pilotları, çünkü onlar Formula 1 Türkiye Grand Prix’inde, DTM Almanya ve İstanbul ayaklarında 100 binlerin önünde yarışan Polo pilotları, çünkü onlar Polo Ladies Cup’un ilk göz ağrıları...
‘Sen yarışmadın mı sanki de onlar onlar diyosun?’ dediğinizi duyar gibi oldum. Evet, o 17 şanslı bayandan biri olarak ‘BİZ’ demeliyim aslında... Türkiye’de pek çok ilke imza atan Polo Ladies Cup’un 5 yarışlık ilk sezonu bitti. İstedim ki, pek çoğu ömründe ilk kez yarış otomobiline oturan bu 17 bayanın Polo Ladies Cup macerasına okuyarak da olsa ortak olun. Anlatacaklarım yaşananların benim gözümde kayıtlı olan kısmı... Düşünün ki böyle 16 hikaye daha var.
Hımmmm... İtiraf etmeliyim ki, ilk antrenman günlerinde hepimizin gözleri etrafa milyonlarca soru işareti ile bakıyordu. Dedim ya aramızda 3-5 kişi hariç hepimiz için çok yeni ve önemli bir tecrübe olacaktı. Hemen hemen hiç birimiz birbirimizi tanımıyorduk. Ama ortak bir duygu, yarışma hırsı, hız tutkusu ve lastik kokusu bizi biraraya getirmişti. Ben motosikletten sonra dört tekerin bana fazla gelip gelmeyeceğini kara kara düşünüyordum.
İlk antrenmanHeyecan ve merak bir aradaNisan ayıydı. Hepimiz okul yıllarımıza geri dönmüş çocuklar gibi şendik. Ancak neler yapacağımız konusunda da fena halde meraktaydık. Seat Cup pilotlarından aldığımız teorik eğitimin ardından, ilk kez İzmit Körfez Pisti’nde antrenman otomobilimizin koltuğuna oturduk. Otomobile oldukça kısa sürede alıştık. Birbirimize de öyle... Öyle ki İzmit Körfez Pisti’nde ilk zamanlar 1.10 dakikaya çıkan tur zamanlarını 57 saniyeye kadar düşürdük. Tuhaf duygular içindeydik aslına bakarsanız. Bir yanda kurulan tatlı bir dostluk bir yanda ciddi bir rekabet! ‘Bu bazılarımızın dengesini bozmadı’ desem yalan söylemiş olur muyum? Olurum! Antrenmanlar sırasında herkes diğer 16 pilotun nasıl kullandığına, kimin kime rakip olabileceğine, kimin pistte korku yaratabileceğine bakıyordu. Antrenmanlar sırasında doğal olarak; çiçeği burnunda birer pilot olmamızdan mı yoksa, otomobilin limitlerini görmek istememizden mi bilmem, pist ve çizgi dışına çıkmalarla pek çok hadise yaşandı. Antrenman günlerinin en ‘saykosu’ kuşkusuz antrenman otomobilimizi yarı pert hale getiren Burcu’ydu. Bu durum diğerlerimizi korkuttu mu? Eh biraz!
21-22 Mayıs ilk yarışİlkler unutulmaz yaİlk seeding günü hepimizde fena bir telaş vardı. Kimse hiçbir şeyden emin değildi, tek bir şey dışında. Eğlence. Kim
ne yapar, kim en iyi zamanı yapar, yarın kim kaçıncı kalkar? soruları herkesin dilinde anlamsızca dolaşıyordu. Gerçek cevaplar ise kimsede yoktu. Ben de karmakarışıktım açıkçası. Aramızda daha önce defalarca yarışmış hatunlar var. Onların karşısında şansımın ne olacağını kestiremiyordum, tıpkı diğer 16 arkadaşım gibi. Seeding saati başladığında tam tabiriyle ‘Allah ne verdiyse, hepimiz bastık!’ Pole pozisyonunu takım arkadaşım Nuray Esener almıştı. Otomobilden indiğimde ertesi gün ve diğer yarışlarda başıma geleceklerden habersiz en iyi ikinci zamanı yapmış olmanın tatlı ve haklı mutluluğu ile gülümsedim.
Yarış günü, hayatımızın ilk startında eminim pek çoğumuzun gaza basan yerleri titriyordu. Yani en azından benimki titriyordu. Körfez pistindeki ilk yarışımızda temiz bir startın ardından kaza konusundaki açılışı sevgili arkadaşım Güneş’le bir güzel gerçekleştirdik. Sezonun ilk yarışının ilk kazası yarışın ilk turunda Güneş’in fazla geç frenajla arkadan bendenize çarpması ve ikimizin de pist dışına uçması suretiyle gerçekleşmiş oldu. Ama bu ne ilk yarışta ne de diğer yarışlardaki son kaza olmayacaktı. Mesela bu yarışın en unutulmaz anlarından biri ki, sezon sonunda da oy birliği ile kabul ettik, sezonun en şık görüntüsü sevgili Canan’ın Seçilay’ın yardımları ile attığı takladır. Bir de söylemeden geçemeyeceğim sevgili Münire’nin dıştan atak denemelerinin her seferinde olumlu sonuç vermesi bu yarışın en kayda değer özelliklerinden biriydi. ‘O ne?’ diyenler için; yarış esnasında bir viraja iki otomobilin yan yana girdiğini düşünün. Virajın içindeki avantajlıdır ve normalde, yani tüm dünyada içerdeki viraj çıkışında öne geçer. Bu yüzden önünüzdekini bir virajda içerden geçebilirsiniz. Oysa Münire bu yarışta en az 2-3 kişiyi dışardan atak yaparak geçti. Nasıl yaptı hala hiçbirimiz kavramış değiliz. ‘Meslek sırrı söylemem’ diyor. Yarışın ilk üçü Ann, Nuray ve Melis oldu. Ancak sarı civcivimize 30 saniye cezayı uygun bulan komiserler Melis’in dördüncülüğüne karar verdiler.
25-26 Haziran ikinci yarışŞanssızlık yakamı bırakır mısınYarış için evden çıktığımda bir önceki yarışta başıma gelen tüm bahtsızlıkları unutmaya ve bu sefer her şeyin yolunda gideceğine kendimi inandırmaya çabalıyordum. Başarılı da oluyordum, aslına bakarsanız. Bir önceki gün yaptığımız seedingde pole posizyonu yani en iyi zamanı Ann yapmıştı. Hemen arkasında takım arkadaşım Nuray Esener, arkasındaysa beklenmedik bir çıkış yapan Demet vardı. Ben bu yarışa 6’ncı sırada başlayacaktım. Hepimiz start düzlüğüne dizildiğimizde hepimizin yüreklerinde aynı tempo güp güp güp birbirine eşlik ediyordu. İçimden şanssızlıkla tatlı bir anlaşma yapmaya çalışıyordum. Ona en kibar halimle; ‘Lütfen yakamı bırakır mısın? İzin verirsen yarışmak istiyorum’ diyordum. Bu yarış ne olursa olsun ilk amacım o meşhur damalı bayrağı görmekti. Ama ne kısmet? Şanssızlık cevabını yarış başlar başlamaz vermişti; ‘Kusura bakma güzelim sende bu yaka varken biraz zor bırakırım vallaha...!’ Starttan hemen sonra ilk virajda sevgili Sanem’in Melis tararından sıkıştırılarak yol dışına çıkması, otomobilinin kontrolünü kaybetmesine sebep oldu. O kontrolsüz otomobilin bilin bakalım kime patladı? Evet, yanılmadınız tam da bana. Tek tesellim benimle beraber VDF Tüketici Finansmanı sponsorluğunda yarışan takım arkadaşım, tecrübeli pilot Nuray’ın aldığı birincilik kupası oldu. İkinci Ann, üçüncü Melis’ti.
19-20-21 Ağustos üçüncü yarışF1’le aynı gün pistte
İşte bu en heyecan verici yarıştı. Dünya standartlarında bir pistte, hem de bu pist kendi ülkemizde, 100 binlerin hatta dünyanın izleyeceği bir organizasyonda yarışacak olmak inanılmazdı. Normalde otomobillerimize bindiğimizde kanımıza karışan adrenalin bu sefer sadece bu düşünceyle bile harekete geçiyordu. Bense ilk iki yarışta kanatları ıslanmış kuş gibi kalakalmış bir pilot olarak, acaba bu yarışta başıma neler gelecek diye, biraz motivasyonu düşmüş bir şekilde pistteki yerimi aldım. Tabii ki seeding için. İşte dedim ya kanatlarım ıslanmış kuş modundayım diye, yarım saatin sonunda, diğer arkadaşlarımın da başarısıyla ancak 8’inci sırada start alabilecek zamanı yapabildim. Kendime kızmam mı? Baştan beri herşey zaten ters gidiyordu. O gün piste çıkarken orada yalnız olduğumu, ben ve otomobilim dışında hiçbir şeyin ve tanıdığım hiç kimsenin olmadığını, diğer otomobillerin de bilgisayar oyunundaki rakipler gibi sanal olduklarını düşledim. İşe yaradı mı? Bence yaradı. 8’inci başladığım yarışı her şeyden önce bitirdim. Bu benim için şeytanın bacağını kırmaktı. Bu yarışta Melis birinci olarak İstanbul Park Pisti’nde kupa alan ilk pilot olarak tarihe geçti.
16-17-18 Eylül dördüncü yarışŞeytan etrafta dolaşıyor
Dördüncü yarış yurdum sınırlarının dışında Almanya’da gerçekleşti. Bu da bizim için yine yeni bir tecrübeydi, aynı zamanda Doğuş Otomotiv’in Polo Ladies Cup başarısının önemli bir sonucuydu orada olmak. Bu arada yarışlar dışında da Polo Ladies Cup’un hayatımıza çok etkisi oldu. Arkamızda bıraktığımız 3 yarış süresince hem pilot arkadaşlarla hem de organizasyonda bizi hiç yalnız bırakmaya ekiple aramızdaki bağlar güçlenmiş, birbirimize de otomobillerimiz kadar kaynaşmıştık. Akşam kahvelerine gitmeler, yemeklerde buluşmalar, düğünlerde göbek atmalar mı dersiniz... Yarış dışında da birbirimizin hayatlarına giren güzel dostlukları çoktan kurmuştuk bile. Gelelim 4’üncü yarışa; Almanya ‘da DTM’in ön yarışı olarak çıkmak da en az Formula 1’de yarışmak kadar heyecanlıydı. Ama benim için yarış yine hüsrandı. Aşırı sis ve ıslak zemin elbette hepimiz için geçerliydi, ancak çok iyi başlayıp üç turda 4 otomobil geçmiş giderken, yolun dışına çıkmam, sonra piste dönmeye çalışırken sis yüzünden görüşümün sıfıra indiği anda bariyerlere çarparak durmam şeytanın bacağını henüz kıramadığımı gösteriyordu. Demek ki şeytan hala etrafta dolanıyordu ve bacağı macağı kırılmamıştı.
30 Eylül 1-2 Ekim son yarışSonlar hep buruk mu biter
Doğruyu söylemek gerekirse bu yarış sezonun en tuhaf yarışı oldu. Hani benim baştan beri basiretim bağlanmış durumdaydı da, bu sefer bu basiret durumu hepimiz için geçerliydi. Formasyon turunu yarış sanıp basıp gidenler mi dersiniz, kırmızı bayrakta pite girdiği için ceza verenler mi dersiniz... Hatta öyle tuhaf bir yarıştı ki, dereceye giden bir arkadaşımın mavi bayrağı yanlış yorumlayıp önünde tur bindirdiği yavaş otomobili geçmemesi, ‘Herhalde o yavaşladıysa bir bildiği vardır’ deyip arkasındakilerin de onu ve birbirini geçmemesi yarışın en garip sahnelerinden biriydi. Neyse sonuç birileri çok üzüldü, birileri çok sevindi... Bense kendi adıma üzülen gruptaydım. Çünkü sezonun kapanış yarışında da aynı bahtsızlık yakamı bırakmadı. Dokuzuncu kalktığım yarışta üçüncülüğe kadar çıkmışken, üzgün değildim elbette. Ancak son turda yine arkamdan gelen darbe, ben ve geçmiş yarışlarda başıma gelenleri bilen herkese aynı lafı söyletmiş; ‘Bu kadar da olmaz ki canım!’ Oysa ben sevgili Yasemin’in istemeyerek yaptığı dalış denemesi sonucunda yarışı 6’ncı sırada bitirebildim. Napalım en azından kapanışta bir yarış daha bitirmiş oldum. Seneye Rüzgarın Kızı’nın hak ettiği yerde olacağına yemin ederek ayrıldım pistten.