Güncelleme Tarihi:
Öylesine sıkıntılı bir hafta geçirdim ki, hangisinden başlayacağımı ben de bilemiyorum. Ancak sağlık en önemlisi olduğu için, isterseniz önce ondan başlayalım...
Olaylı Trabzonspor-Fenerbahçe maçı akşamı, yatağa düştük. Öylesine şiddetli bir grip kapmışız ki, dayanılacak gibi değil. Etkili ilaçlara rağmen bir türlü toparlanamadık. Derken, bu kez Beşiktaş maçı geldi. Önce kendimi bir yokladım ama, faydasız. Bırakınız maça gitmeyi, ayağa kalkacak halim bile yoktu...
Kısacası maçı, TV'den izlemek zorunda kaldım. Tüm bunları anlatmamın bir nedeni var. Hafızam beni yanıltmıyorsa, on beş yılı aşan zaman dilimi içerisinde ve de hiç aksatmadan, yine bugün bulunduğum gazetemde Trabzonspor'u takip edip yorumladım. Bu az bir zaman değil. Sevenimiz, sevmeyenimiz de olsa, onlar, yani okurlarımız bizim her şeyimiz...
Nitekim, maçın oynandığı akşam, sabaha karşı hastaneye kaldırıldığımda bunu çok daha iyi anladım. Gazetemde yorumumu göremeyenlerin, merak edip açtıkları telefonlar, bana kolumdaki serumların, yediğim iğnelerin acısını unutturdu. Sakın ukalalık yaptığımı sanmayınız. Benimki, hiç tanımadığım ve konuşma imkanı bile bulamadığım o kişilere, buradan bir teşekkür göndermekti, hepsi o kadar.
İşte böylesine sıkıntılı günler geçirirken, istemeseniz de, karşınızdaki TV'ye yöneliyorsunuz. Olaylı maç, ana haber bültenlerinin ilk sırasında. Biz o anda maçta olduğumuzdan, sonradan öğreniyoruz... Hele birinci olduğunu her zaman iddia eden bir TV'nin ünlü sunucusu(!), ama bana göre felaket habercisi olan bir zat var ki, doğrusu bu kadarına da pes... Adam ana haberleri okurken, Trabzon'a bağlantı kurmuş... Sorduğu ilk soru neymiş biliyor musunuz?
Orada kaç ölü, kaç yaralı var?
Yuh be... Peki; Trabzonspor-Beşiktaş maçı oynanırken, binlerce kişinin sana, üstelik senin ekranlarına kadar taşan küfüründen, hiç mi utanmadın be adam! Gerçekten orada ölü ve yaralı olsaydı, çok mu mutlu olurdun?
Ve daha sonra günlerce diğerlerini izliyoruz. Açık oturumlar, yorumlar, hem savcı; hem de yargıç olanlar.
Allah aşkına bırakalım bunları. Ben, Galatasaray-Fenerebahçe maçında, ne Okocha'nın kafasına yağan pet şişelerden, ne de yangın alanına dönen stattan, ya da ele geçirilen kebap bıçaklarından bahsedeceğim. Baksanıza, sonunda Erman hoca bile insafa gelip, bu olayların sadece Trabzon'da değil, her yerde olduğunu, toplu bir çözüm getirilmek zorunluluğundan bahsetti.
Ama aynı zorunluluk, bizim için de geçerlidir. Taraflı olmayıp, olaylara objektif bakabilirsek, bilgilendirme görevimizi daha iyi yapmış olmaz mıyız? Açıkçası, bir FAİR-PLAY çağrısı da, kendimiz için yapsak; acaba kabul görür mü? Ne dersiniz?