Güncelleme Tarihi:
Sağımızda, solumuzda; okulda, iş yerinde, sokakta patlamaya hazır, öfke dolu insanlar…
'Bu ne öfke!'
Çoğunuzun aklından geçen cümle bu değil mi?
Akıllarda, havada asılı kalan hep bu soru işareti.
Olayları ve insanları anlamaya çalışarak, biraz da empati yaparak, bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz kendi içimizde. Ama öfkeyi haklı çıkaracak mantıklı bir cevap bulunmuyor hiçbir zaman.
Çünkü ne olursa olsun öfke, eninde sonunda; yanlışa, zarara, pişmanlığa çıkarıyor insanın yolunu!
***
Bir olaya, bir kişiye çok sinirlendiğimizde, öfkelendiğimizde, tepkimizi en sert bir şekilde ortaya koyarız genellikle. Bu hakkı bularak kendimizde, hak vererek bu öfkemize!
Çoğu zaman en acı veren kelimelerle karşımızdaki kişiyi ateşleriz. Hem de mermileri andıran kelimelerle…
İçimizdekileri, söylemek istediklerimizi nasıl da tetikler öfke denen duygu. Namludan fırlayan mermiler gibi çıkar ağzımızdan sözcükler. Hatırlayın en öfkeli halinizi. Öfkeden deliye döndüğünüz o anlar gözünüzün önüne geldi mi? O, siz olamazsınız değil mi? Ama oluyor işte.
Öfke, bildiğimizden başka biri yapıyor bizi. Kontrolden çıkarak, benliğimizi ele geçiriyor.
Karşımızdakini kırıp üzerek rahatlayan, daha doğrusu rahatladığını sanan biz gibi görünüyoruz. Ama o an kazanan tek şey var aslında.
Ne mi?
E tabii ki öfke.
Kontrolümüzü ele alıp, bizi yönetiyor!
Gazetelerin üçüncü sayfalarında okuduğumuz, insanların kendilerine hâkim olamayıp da işledikleri cinayetlerin nedeni nedir sizce?
Evet bildiniz.
Öfke!
Bizi kızdıran bir olay karşısında avazımız çıktığı kadar bağırıp, çağırarak deşarj olmak istiyoruz. Hatta bunu yapıyoruz da bazen. Sayıp, sıraladıktan sonra çok da rahatlıyoruz. İçimize sular serpiliyor.
Öfkemizi kusup, hıncımızı alarak, karşımızdakini sindirip, hiddetlendiriyoruz ya…
Oohhhh!
Peki ya sonra?
Hayır, kendimizi suçlamamız için sormuyorum bunu.
Ama düşünelim bir.
Ne geçiyor elimize; öfkemizi saçarak rahatlayıp, daha sonra pişman olmaktan başka?
Ama haklısınız tabii. Çünkü çocukluğumuzdan başlayarak böyle öğretiliyor bize!
Aile bireylerimizde, örnek aldığımız insanlarda da bunu görüyoruz maalesef.
Nedir bize öğretilen, bilinçaltımıza iletilen…
Karşımızdaki kişileri kıracağız. Sevgisiz ve katı olacağız. Yapılan güzel şeyleri, başarıları köstekleyeceğiz. Ki öfkemiz; gerçek yüzümüzü, gücümüzü ortaya çıkarsın.
'Pişman olacağın konuşmayı öfkeli anında yap' diye boşuna dememişler!
Aynen öyle…
Öfkeyle söylenen her incitici söz; söylenen kişinin bundan kırılması, yaralanması kadar, söyleyenin vicdanında azap haline dönüşüyor, bir süre sonra.
Ki vicdan azabınız, hayatınızda alacağınız en büyük cezadır diye düşünüyorum.
Üstelik kolay kolay temize de çıkmaz bu ceza.
Hani geçtiğimiz günlerde Cem Uzan'a verilen "öfke kontrolü programına katılma' cezası gibi bir durumla hallolacak bir şey olsa…
Ohooo!
İş kolay o zaman!
Öfkelen, hırsını al, dağıt, karşındakini kır, sonra 'öfke kontrol programına' katıl.
Hiçbir şey olmamış gibi başa dön.
Ruhun rahatlasın.
Olsun bitsin!
Bu kadar kolay mı Allah aşkına?
'Öfke kontrol programları'na katılmakla olacak şey mi bu?
Değil tabii.
Ne yapmak lazım peki?
Öfkelenmeye başladığında kendini tutmalı insan.
Tutabilmeli! Tutmak zorunda!
Yoksa bir zaman sonra hayat tutar bizi!
Evet kolay değil biliyorum, o sinir harbinde.
Hem de hiç kolay değil, o anlarda sakin kalabilmek.
Ne varsa kırıp dökmeliyiz ki ancak o zaman amacımıza ulaşalım.
Üstünlüğümüzü gösterelim bu sayede.
Kırıp dökme, esip geçme hırsı bürümüşken o an benliğimizi…
Dünyayı görmez gözümüz öfkeliyken, ama sonra öfkemiz dinince dünya bizi görür!
O yüzden…
Öfkelenince karşımızdaki kişiye, içimizdeki en acıtıcı sözleri kusmak yerine, bulunduğumuz o durum ve ortamdan uzaklaşıp, saymalı 10'a kadar!
1, 2, 3…
Bilinmeli ki, kırılan kalbin onarılması çok güç!
Öfkenin hedefi vurduğu kalp kırılıyor hem de çok.
Hem de ne yazık ki geri gelmiyor yaydan çıkan ok!