Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2006 00:00
Kısa bir süre önce arkadaşlarıyla birlikte televizyon izlerken ansızın garip bir duyguya kapıldığını açıklıyor genç araştırmacı: "Bir ara ekrandaki kişiler bana çok tanıdık geldi. O anda bu duygunun yalnızca gördüklerimle sınırlı kalmayıp, yaşadığım her şey için geçerli olduğunu fark ettim... Her şey sanki daha önce yaşadığım bir şeyin tıpa tıp aynısıydı" diyor.
Bu olayı yaşayan Akira O’Connor Leeds Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi. Göz açıp kapayıncaya dek geçen o kısacık sürede, ruhbilimcilerin bir zamanlar sistemli bir araştırmayı olası kılamayacak denli kestirimi olanaksız ve gelip geçici olduğuna inandıkları bir görmüşlük duygusuna, bir başka deyişle "dja vu" duygusuna kapıldı.
O’Connor görmüşlük (dja vu) duygusunu yeniden gözden geçirmekte olan küçük bir araştırmacı grubunun üyesi.
Son iki yıldır bu duyguyu laboratuvar ortamında oluşturmaya çalışan O’Connor, araştırması kapsamında, ses geçirmeyen minik bir odada topladığı deneklerine ipnoz uyguluyor. Denekler gözlerini yumar yummaz, kendilerine bir bilgisayar aracılığıyla 20 sözcükten oluşan bir liste dinletiliyor.
Bu listede "kuruş" gibi çok yaygın olarak kullanılan sözcüklerin yanı sıra, pek sık karşımıza çıkmadığı varsayılan sözcükler de yer alıyor. Birkaç dakika sonra O’Connor deneklerin esrime durumundan çıkmalarını sağlıyor ve onlara sunduğu, aralarında ipnoz durumunda dinledikleri kimi sözcüklerin de olduğu, yeni bir listedeki sözcüklerin kendilerine ne denli tanıdık geldiğini araştırıyor.
Bu aşamada genellikle çok şaşırtıcı bir durum yaşanıyor ve deneklerin yaklaşık %40’ı bir tür dja vu duygusuna kapıldıklarını belirtiyorlar.
Geçmişte yaşanmış duygusu
Discover bilim dergisindeki habere göre, Fransızca kökenli bir deyim olan "dja vu" teknik açıdan "şimdiki zamanda yaşanan bir deneyimin belirsiz bir geçmişte de yaşanıldığı duygusu" olarak tanımlanıyor.
Bu deyim genellikle yanlış bir biçimde iki kez yaşanmış bir olayı betimlemek amacıyla kullanılıyor. Ancak çoğu insan bunun bir şeyi daha önce yaşamış gibi bir duyguya kapılmak olduğunu biliyor. Geçmişte ruhbilimciler yalnızca görmüşlük duygusundan söz etmekle kalmayıp, duymuşluk (dja entendu), koklamışlık (dja senti), okumuşluk (dja lu) ve yaşanmışlık (dja vcu) duygularına da değinmişlerdi.
Freud bu duygunun köklerinin annenin cinsel organlarına uzandığına dikkat çekiyor, "Bireyin daha önce orada olduğuna bu denli yürekten inanabileceği başka bir yer olmasa gerek," diyordu.
Böylesi bir deneyimi hiç yaşamamış olanlar (son araştırmalara göre nüfusun yaklaşık üçte biri), dja vu olgusunu, tıpkı hortlak görmek gibi, garabet bir şey olarak yorumlayabilirler. Ne var ki, kimi araştırmacılar görmüşlük duygusunun anıların canlanması ve beynin aşinalığı nasıl saptadığı gibi temel konulara ışık tutabileceğine inanıyorlar.
Uzun süre dışlandı
19. yüzyılda görmüşlük duygusunu açıklamak amacıyla onlarca kuram ortaya atıldı ve onu betimlemek için farklı deyimler oluşturuldu. Ancak bu alandaki çalışmalar tırmanışa geçerken Pavlov ve köpeklerinin çıkagelmesiyle birlikte gözler davranışçılık kuramına çevrildi.
Dja vu araştırmacılara gözlemleyebilecekleri herhangi bir davranış sunmadığından, ana akım ruhbilimciler giderek ilgilerini yitirdiler. 1980’lere dek, dja vu ile ilgili makalelerin çoğu parapsikoloji dergilerinde yayımlandı.
"The Dja Vu Experience" adlı bir kitap yazan ruhbilim uzmanı Alan Brown, "Bu alan paranormal kuramlarla kirletildi. Dja vu bilim insanları tarafından tu kaka ilan edildi. Şimdi bizler bu kötü izlenimi yok edip onu yasal bir çerçeveye oturtmaya çalışıyoruz," diyor.
Beyindeki anormal bir davranışın bu organın normal davranışına ışık tutabileceğine inanan Brown, "Bu düzeneğin kavranması durumunda bir altın madenine kavuşmuş oluruz,"diye ekliyor.
Önce tek deney vardı
Kısa bir süre öncesine dek, dja vu ile ilgili olarak bildiklerimiz 1940’larda Morton Leeds adlı bir üniversite öğrencisi tarafından yapılan tek bir araştırmadan ibaretti. Leeds olağanüstü bir sıklıkta dja vu nöbetleri yaşadığından, deneyimlerinin ayrıntılı bir kaydını tutmaya karar vermişti.
Nöbetlerin zamanını, nöbet sırasındaki koşulları, her bir nöbetin süre ve yoğunluğunu en ince ayrıntılarıyla kaydeden Leeds bu kayıtları incelediğinde dja vu nöbetlerini genellikle sıradan ortamlarda yaşadığına tanık oldu. Dahası, nöbetler çoğunlukla bunalımlı olduğu ve bitkin düştüğü durumlarda ve genellikle günün geç saatlerinde ya da hafta sonlarında ortaya çıkıyordu.
Leeds’den sonra yapılan başka araştırmalar da dja vu duygusunu birtakım unsurların körüklediğini ortaya koymaktaydı. Daha eğitimli, çok gezen, varlıklı ve özgür kişilerde görmüşlük duygusuna daha çok tanık olunmaktaydı. Yaş ilerledikçe bu duygu da giderek yok olmaktaydı. Yirmili yaşlarındaki biri bu duyguyu yılda yaklaşık üç kez yaşarken, orta yaşlı bir kişide on yılda bir tanık olunmaktaydı.
İncelemek kolay değil
Dja vu olgusunun laboratuvar ortamında güçlükle incelenebileceğine dikkat çeken Brown, bunun ender yaşanan, önceden kestirilmesi olanaksız ve göz açıp kapayıncaya dek geçen bir durum olması nedeniyle, deneklerin başlarından geçen deneyimleri genellikle unuttuklarını belirtiyor. Bu da, geçmişe dönük incelemeleri güvenilir olmaktan çıkarıyor.
Şimdilerde Güney Metodist Üniversitesi’nde görevli olan Brown çalışmalarını Duke Üniversitesi ruhbilimcilerinden Elizabeth Marsh ile birlikte sürdürüyor. Her iki okuldan da öğrencilerin katıldığı bu araştırmada her bir uzman öğrencilerine öteki yerleşkenin kimi bölümlerini yansıtan resimler gösterip onlardan arka planda x işaretli yerleri hızla bulmalarını istiyorlar. Bu uygulamadan üç hafta sonra öğrencilere farklı bir fotoğraf dizisi gösteriliyor. Bu fotoğraflar arasında onlara daha önce gösterilen kimi resimler de yer alıyor.
Bu verileri değerlendiren Brown ve Marsh öğrencilerin %89’unun, öteki yerleşkeyi hiç ziyaret etmemiş olmalarına karşın, kesinlikle görmüş gibi bir tavır takındıklarına tanık oldular. Deneklerin hemen hemen yarısında dja vu’ye benzer bir duygu saptandı.
Epilepsi hastaları
Brown ile Marsh’ın araştırması görmüşlük duygusunun, çoğu ruhbilimcinin uzun süredir inandığının tersine, nöronların yanlış ateşlenmesi sonucunda ortaya çıkan sanrıdan farklı bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Elde edilen sonuçlar 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan "çifte algılama" kuramıyla açıklanabilir. Bu kurama göre, insanlar kimi zaman birtakım şeyleri hızlı bir ardıllıkla iki kez görebiliyorlar.
İlkinde gördükleri yüzeysel ve yapay oluyor. İkinci kez ise gördüklerinin tümden bilincinde oluyorlar. Söz gelimi cep telefonunuzla konuşurken gözünüz bir binaya ilişebilir, ama onu tam olarak algılamazsınız. Bir süre sonra telefonu kapatıp ona ikinci kez baktığınızda daha önce gördüklerinizi anımsamasanız bile, beyniniz onu bir biçimde kaydettiğinden birtakım görüntüler size tanıdık gelir.
Kimi epilepsi hastaları sürekli dja vu durumu yaşadıklarından yakınırlar. Genellikle nöbetten hemen önce beliren dja vu durumunun oldukça sıkıntılı geçtiğine dikkat çekerler.
Hiç görmedikleri kişiler
Sinirbilim uzmanları bu hastaların anlattıklarından yola çıkarak yaptıkları incelemeler sonucunda yaşananların temporal lob ve beynin bu bölgesini çevreleyen alandan kaynaklandığı görüşüne vardılar. Dahası, söz konusu bölgeleri elektrodlarla devinime geçirmeyi bile başardılar.
Epilepsi hastalarının yaşadıklarıyla çok yakın benzerlikler taşıyan dja vu olgusunun da aynı kaynaktan beslenip beslenmediğini ise zaman gösterecek.
Sürekli yinelenen dja vu nöbetleri bile insanları bu denli rahatsız ettiğine göre, bu durumun gün boyunca sürmesinin nasıl bir etki yaratacağını düşünün. Leeds Üniversitesi’nde O’Connor’un danışmanlığını yapan Christopher Moulin bir süredir temporal lobdaki hasara bağlı olarak sürekli dja vu durumu yaşayan dört hastayı araştırıyor.
Bu hastalar daha önce hiç görmedikleri kişileri yıllardır tanışıyorlarmış gibi karşılıyorlar.
Tam bir bilmece
Her şeyi önceden bildiklerine inandıkları için, televizyon izlemek ya da gazete okumak onları hiç ilgilendirmiyor. Henüz yaşanmamış olayları nasıl olup da önceden kestirebildikleri sorulduğunda, genellikle ustaca kotarılmış yalanlara sığınıyorlar.
Hastalardan bir tanesi geceleri gizlice sokağa çıkıp gazeteleri önceden okuduğunu öne sürüyor. Bir başka hastaya karısı televizyon programında daha sonra neler olacağını sorduğunda,"Nereden bilebilirim ki? Belleğimle ilgili bir sorunum var!" diye yanıtlıyor.
Tüm bunlar dja vu durumunun beynin aşinalık duygusunu yöneten temporal lobdaki ufak çapta bir zedelenmenin sonucu olabileceğini ortaya koyuyor.
Gelgelelim, gerçekten de böyle bir durum söz konusu olduğunda, Brown ve O’Connor’un dja vu olgusunu laboratuvar ortamına nasıl taşıyacakları sorusu gündeme geliyor.
Bu konuda pek emin olmadıklarını belirten Brown,"Tam anlamıyla bir bilmeceyle karşı karşıyayız. Ama bu yanılsamanın nasıl oluştuğu konusunda elde edilecek en ufak bir bilgi normal bellek süreçlerini de daha iyi kavramamıza olanak tanıyacak," diyor.