Bodrum The Marmara: Tek kelime ile süper!

Güncelleme Tarihi:

Bodrum The Marmara: Tek kelime ile süper
Oluşturulma Tarihi: Ocak 03, 2003 00:00

Ne zamandır Bodrum The Marmara Otel'in adını duyarım. Gitmek bu yılbaşında nasip oldu. Çok beğendim, her şey tek kelimeyle mükemmel. Tamam pahalı mahalı ama Türkiye'ye böyle turistik tesisler lazım. Bir kere otelin her köşesi çok iyi dekore edilmiş, ayrıntılar adama şapka çıkarttırıyor. Hem üst kattaki restoran kısmı hem de alt kattaki bar kısmı insanın içini açıyor. Bodrum The Marmara'da küçük otellerin sıkıcılığı, büyük otellerin karmaşası yok. Mutfağa daha çok Akdeniz havası hakim, yemeklerin sunumu da lezzeti de dört dörtlük. Hele kahvaltıya, hele irili ufaklı o güzel zeytinlere diyecek yok. Çalışanlar da her konuda yardımcı olmak için etrafınızda dört dönüyorlar. Bodrum The Marmara'nın en önemli ayırıcı özelliği spa'sı ve burada uygulanan tedavi edici masajları. Spa dediğiniz bizim eskiden ılıca ya da kaplıca dediğimiz şey. Onun biraz moderni işte! The Marmara'nın spa konusundaki ünü Türkiye sınırlarını aşmış durumda. Burada aroma terapisinden karaciğer terapisine kadar her türlü iyileştirici masaj iki yabancı masöz tarafından itinayla uygulanıyor. Her şey çok profesyonel, diyecek yok. Bir de içine girip Bodrum'a tepeden bakacağınız bir jakuzisi var ki, yani bu keyfi anlatmak mümkün değil, yaşamak lazım. Türkiye'ye kim böyle bir otel kazandırdıysa Allah ondan razı olsun desem yeri. The Marmara Bodrum bence Türkiye için yüzakı ve yurtdışında daha iyi tanıtılmalı. Bütçeniz elveriyorsa The Marmara'nın tadını çıkarın. Elvermiyorsa para biriktirip iki-üç günlüğüne de olsa (şekil 1'de görüldüğü gibi) gelin, kalın, bu deneyimi yaşayın. Bütçeniz hiç elvermiyorsa, Bodrum'a yolunuz düştüğünde hiç olmazsa bir La Stone terapi masajı yaptırmak için uğrayın, çünkü spa'sından yararlanmak için otelde kalmak gerekmiyor. Kalbi dinlendiren, vücudu toksinlerden arındıran, selülit azaltan ve kas ağrılarını gideren La Stone terapi masajının fiyatını söyleyeyim mi? Peki söyleyeyim. Doksan dakika sürüyor ve 130 Amerikan Doları. Daha basit bir hayat...Debbie masaja yeni başlamıştı ki 'Ne işin var senin buralarda?' diye sordum. 'Daha basit bir hayatı seçtim' dedi. O anlatmaya devam etti, ben kendime dönüp sorgulamaya devam ettim. 2002'nin son günlerinde de, 2003'ün ilk günlerinde de beynimi hep aynı cümle meşgul etti: 'Daha basit bir yaşamı seçtim..'Debbie (38) dokuz yıl önce Londra'dan Antalya'ya gelmiş. O sıralarda Londra'da, hem bir klinikte masöz olarak çalışıyor hem de grafik tasarım eğitimi alıyormuş. Debbie, o günlerden, 'hayallerim büyüktü ve çok çalışıyordum' diye söz ediyor. Antalya'da kendine kilim satmaya çalışan Aydınlı Ahmet'le tanışmış. Birbirlerini sevmişler ve evlenmişler. Debbie her şeyi ardında bırakıp Türkiye'ye yerleşmiş. Bir süre tahta oyuncak işiyle uğraşmışlar. Debbie'nin grafik eğitiminden yararlanıp tahtalara şekil veriyor daha sonra da onları değişik renklere boyayıp, satıyorlarmış. Debbie'de zaman zaman çıkan fırsatları değerlendirip çeşitli otellerde masözlük yapıyormuş. Ta ki Bodrum'daki The Marmara Otel'inin spa bölümünde masöz olarak çalışan Avustralyalı Leslie onu arayana kadar.Debbie ve Ahmet, Leslie'nin teklifine kulak verip iki yıl önce Bodrum'a yerleşmişler. Debbie burada daha önce aldığı masaj eğitimlerinin hakkını vermeye başlamış. The Marmara Oteli'nin desteğiyle zaman zaman yurtdışına gidip yeni terapi masaj teknikleri konusunda eğitim almış. Masaj işinin tekniğinden anlamam. Ama Türkiye'de de yurtdışında da birçok otelde masaj yaptırdım, Debbie kadar ellerini iyi kullanan masöz görmedim. Debbie bana doksan dakika süren bir 'Pure Relaxation' masajı yaptı, masaj sonunda az daha sevimli hayalet Casper gibi kapının altından süzülüp geçecektim. Debbie oyuncak işleri çok iyi gitmeyince kocası Ahmet'i de masaj işine sokmuş. Ona 'Indian kafa masajı' öğretmiş. Şimdi birlikte Bodrum The Marmara'da çalışıyorlar. Yazları yoğun geçiyor, kışlarıysa dinleniyorlar. Ahmet hamamda hem kese yapıyor, hem de isteyenlere kafa masajı. Debbie ve Ahmet'in üç çocukları var. Jake (Can, 7) Bodrum'daki Marmara Kolej'e gidiyor, Billy (Kubilay, 6) ve Georgia (Elif, 4) ise kreşe devam ediyor. Debbie kocasından 'Angel Ahmet' diye söz ediyor: 'O bir melek' diyor, 'Çocuklara bakıyor, yemek yapıyor, ev işlerine yardımcı oluyor, herkese yardım ediyor.'Debbie'nin 'Ben seçtim!' dediği basit yaşamı kısaca böyle. Yeni yıl gecesi, çocuklarını biraz sevip okşayıp, saat 22.00'de de yatağa girmeyi planlıyordu. Çünkü yeni yılın ilk günü mesai dokuzda başlıyordu ve masaj yaptırmak için yedi kişi randevu almıştı. Ne dersiniz 2003'ün şu ilk günlerinde yaşamak için bir o yana bir bu yana saldırmayı bırakıp bazı şeyleri yeniden düşünsek mi acaba? Daha basit bir yaşam neden olmasın? Neden? Bizi engelleyen ne?Bodrum'da motosiklet terörüYılın son günlerinde Bodrum'da hava çok da keyif verici değildi. Kimi zaman on dereceye kadar düştü, yağmur fırtına diz boyu oldu. Kimi zaman yirmi dereceye kadar çıktı, güneş limonata gibi, hava tadından yenmedi. Havanın iyi olduğu bir gün Bodrum'u yayan bir tavaf edelim dedik. Ama ne mümkün! Bodrum'da önün, arkan, sağın, solun motosiklet! Yayalara ayrılan yollarda bile üstüne üstüne çıkıyor, sessizce arkandan yaklaşıp 'zıssst' diye elbiseni yalarcasına yanından geçip, tam gaz yollarına devam ediyorlar. Her an bir motosikletin altında kalıp, 2003 yeni yıl şehidi olarak trafik istatistiklerini süslemek işten bile değildi. İlginç olan bir de, ne biliyor musunuz? Bir tane kask takan motosiklet sürücüsü bulun, dişimi kırayım. Fransız Rivierası Bodrum'a çok benzer. İklimi nedeniyle oralar da motosiklet cennetidir. Bir tane kasksız sürücü bulamadığınız gibi hiçbir sürücü de altındaki motoru yayaları taciz etmek için kullanmaz. Fark nerede? Fark ilçe trafik müdüründe. Sanırım Bodrum'da bir trafik örgütü yok. Eğer adam gibi bir ilçe trafik müdürü olsa, ortada ne kasksız motosiklet sürücüsü kalır ne de tacizci motosiklet!Gümüşlük'te ne insan kalmış ne de balıkBodrum'a yaz kış gidip de Gümüşlük'te balık yemeden gelirsen adamı tefe koyarlar. Biz de tefe konmamak için öyle yaptık. Yapmaz olaydık. Beş altı yıl önce yılbaşında Gümüşlük'e geldiğimizde sahilde en az yirmi beş, otuz masa kurulmuş olurdu, bu yıl in cin top oynuyor. Geçen sene restoran içlerinde hiç olmazsa beş altı masa vardı, bu sene bir iki masa. Derinden gelen bir yalnızlık duygusu içinde, geçtik, otelin önerdiği, Akvaryum Restoran'ın üst katına oturduk. Mezeler ve kalamar çok tazeydi. Hizmetse her zamanki Gümüşlük misafirperverliğinde. Ama balık tam bir fiyasko. Dil balığının da barbunyanın da ne tadı var ne de tuzu. Saman gibi. Söylüyorsun 'Artık balık çıkmıyor da, eskiden bir açılırlardı tonlarca balıkla dönerlerdi de. Bir sürü maval'. Biliyorsun kardeşim işte balığın bayat olduğunu ne veriyorsun! Balık mı yedik, dayak mı yedik anlamadık. Attık Akvaryum'dan kendimizi dışarı. Bir daha kışın Gümüşlük'te balık mı asla! Doğru Yalıkavak'a Hasan'ın yerine. Aynı bir gece önce yaptığımız gibi. Mehpare Yengem mutfakta birbirinden lezzetli favaları, kazyakları, radikaları, hardal otlarını yapsın, ev turşuları kursun, Hasan Amcam da ızgaranın başında birbirinden taze balıklarla birlikte kendi de pişsin, oğulları İbrahim de ortalık da fırfır dönsün. Şimdi bir de Birol var. İşe yeni girmiş. O da iyi çocuk. Biraz acemi ama alışır. Hasan Amcam dil balığını Türkbükü'nden almış, yeme de yanında yat. Bence Hasan hala Bodrum yöresinin en iyi balık restoranı. Şimdiden gelecek yıl Hasan Amcam'ın balıklarıyla Mehpare Yengem'in mezelerini hayal ediyorum. Kilo alıyorum, kilooo. Mide cephesi iyi ama vücut cephesinde işler hiç iyi gitmiyor. (Yazın Mehpare Yengem çok iyi patlıcan közleme, deniz börülcesi ve kabak çiçeği dolması yapar unutmayın. Bir de yaz kış fırında helvası var, mutlaka deneyin.) Direksiyondaki yaşam biçimine müdahale edin!AKP 'İlk hedefimiz üniversiteler' demeye devam etsin, Türkiye'nin diğer sorunları önlerinde dağ gibi birikmiş duruyor. İşte trafik sorunu. 2002'nin sonuna geldik hala elimizde 2000 yılı kaza istatistiklerinden başka bir istatistik yok. Düşünebiliyor musunuz, bir ülkede trafik kazalarında yılda binlerce kişi ölecek (Tam bilmiyoruz işte, sen de dört bin ben diyeyim altı bin. Hem bin kişi eksik, bin kişi fazla ne önemi var!) bir yıl boyunca kaç kaza oldu, kaç kişi yaralandı, kaç kişi öldü kimse bilemeyecek. Tam Türk işi yani! Eğer bunları bilemiyorsan neyi denetleyeceksin, neyi cezalandıracaksın, neyin araştırmasını yapacağını nereden bileceksin? Emniyet Genel Müdürlüğü 'Bilgi işlem sistemini değiştirdik, o yüzden gecikti' diyor ama sorunlar daha derinde. Sadece ceza artırmakla trafik kazalarını önleyemeyiz. Alkollü araç kullanana altı ay hapis cezası vermek tamamen ilkellik! Var mı elinizde alkollü araç kullanmaktan yakalanan ya da kazaya karışanların istatistikleri. Yok. Peki neye göre yasa çıkarıyorsunuz?Eğer AKP trafik kazalarını önlemek istiyorsa öncelikle gerçeklerle örtüşen, ayrıntılı trafik istatistiklerine en azından bir ay gecikmeyle sahip olmalı, bu bilgileri hemen araştırmacılara vermeli. 2000 yılında doğru yanlış 466.375 trafik kazası görünüyor. Yine bu kazalarda 3941 ölü ve 114.089'da yaralı var. Eğer kaza sonrasını takip edip, hastanelerdeki kazaya bağlı ölümleri de hesaba katarsak ölü sayısı 6000'den aşağı değildir. İşte AKP'ye dünyevi bir hedef: 2003 yılı sonunda bu rakamlarda en az % 15 azalma olmalı (2001 sonuçlarını bilmiyoruz, öğrendikten sonra bir düzeltme yapabiliriz). Hemen nasıl yapacağız diye heyecanlanmayın. Bu mümkün. Yeter ki Meclis'teki Trafik Yasası'nı bilimin ışığında doğru dürüst bir daha inceleyip, hemen çıkarın ve uygulamaya geçin. Şunu unutmayın her ülke insanı yaşadığı gibi araba kullanıyor. Türkiye'deki yaşam biçiminin faturası da belli; yılda 6000 ölü. Eğer yaşam biçimlerine müdahale edecekseniz, üniversiteleri, türbanı bırakın bir an önce direksiyondaki yaşam biçimine müdahale edin.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!