Güncelleme Tarihi:
Tbf.org.tr'deki habere göre: "1997 yılında yine İspanya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda bronz madalya alarak kürsüye çıkan Rusya, 10 yıllık hasretine yine İspanya’da bu sefer şampiyon olarak son verdi. Hiç şüphe yok ki bu önemli başarının en önemli mimarlarından birisi de Efes Pilsen’in yeni antrenörü David Blatt.
Antrenörlük kariyerine İsrail ekibi Hapoel Galil Elyon takımında başlayan Blatt, Pini Gherson’un yardımcı antrenörlüğünü yaptığı dönemde Maccabi Tel Aviv takımı ile Euroleague ve İsrail Ligi’nde şampiyonluklar yaşadı.
Daha sonra Rusya ekiplerinden Dinamo St. Petersburg’un başına geçen Blatt, 2004-05 sezonunda FIBA EuroCup şampiyonluğu sevincini yaşarken, aynı yıl Rusya’da “Yılın Antrenörü” ödülüne de layık görüldü.
Başarılı antrenörlük kariyerinin son halkasına Avrupa Şampiyonluğunu da katan Blatt, yeni takımı Efes Pilsen ile hem Beko Basketbol Ligi hem de Euroleague’de başarılı sonuçlar elde etmek istiyor.
İspanya’da tüm dünyayı büyüleyen bir Rus takımı sahada bulunuyordu. Bu takım bu seviyeye nasıl geldi?
Öncelikle biz takım olarak 2 sezondur birlikte çalışıyoruz. Geçtiğimiz yaz yine takım olarak bir aradaydık. Bildiğiniz gibi Avrupa Şampiyonası’na katılabilmek için eleme maçları oynamak zorundaydık ve yine bu takımla birlikte eleme grubu maçlarını yaptık. En büyük avantajımız da birlikte mücadele edebilmemizdi. Kirilenko dışında tam takım olarak mücadele ettik. Bu sene de yazın başında çalışmalarımıza yine hep birlikte başladık. Yavaş bir tempoda başladığımız çalışmalarımızı giderek hızlandırdık ve en iyisini ortaya koymaya çabaladık. Özellikle Kirilenko’nun takıma katılması ile birlikte takımımız bir çok yönden çok daha güçlü hale geldi. Kendisi pota altındaki üstün yetenekleri ile hücum gücümüze büyük katkı verdi. Tüm bunların yanında, şunu açıkça söyleyebilirim ki; takımın kimyasını oturtabilmek için çok çalıştık. Bunun için oldukça yoğun bir çaba harcadık. Takımdaki tüm oyuncularım, şampiyona boyunca ellerinden geleni yaptılar, fedakârlıkta bulundular ve tüm bunları yaparken de gerçekten çok eğlendik. Milli Takımların atmosferi çok farklıdır. Burada oynayan oyuncular para ya da başka bir şey için mücadele etmezler. Her biri kendi ülkesi için oynadığının farkındadır. Sahaya çıkıp ellerinden geleni yapmaları sadece ülkeleri içindir. Ama sizin de onlara, uğrunda sahaya çıkıp iyi oynayabilecekleri bir şeyler vermeniz gerekir. Milli Takım ortamı çok iyi olmalı, oyuncular sizden bir şeyler öğrendiklerini hissetmeli ve fedakârlık yapabilmelidirler. Bizim oyuncularımız da bunu yaptı. Onlara bir şeyler vermeye çabaladığımızın ve bir şeyler kazandıklarının farkına vardılar. Uzun bir süre ailelerinden, arkadaşlarından uzak kaldılar. Yapılabilecek tüm fedakârlıkları yaptılar. Siz de tüm bunlara karşılık, öylesine bir ortam oluşturmalısınız ki, oyuncular Milli Takım’da olmak istemeli. Bunun için çabalamalı ve gerçekten bu takımın bir parçası olduklarını hissetmeli. Biz de bunu başardık. Başarımızın en büyük nedeni bu atmosferi, bu isteği oyuncular arasında hissettirebilmemizdi.
Şampiyona öncesinde beklentileriniz neydi? Bu beklentilerin ışığında sonucu değerlendirir misiniz?
Dürüstçe söylemek gerekirse, Avrupa Şampiyonası’ndan önce şampiyon olabileceğimize inanmıyorduk. Hiçbirimiz bu derece iddialı değildik. Avrupa Şampiyonası başladığında, gerçekçi bir gözle baktığımızda, bu takımın olması gereken yerin, 5-8 arasında bir yer olduğunu itiraf edebilirim. Ancak şunu da açıkça ifade etmeliyim ki; çalışmalarımıza başladığımız ilk andan beri, ilk hedefimiz Olimpiyat Oyunları’na katılabilmekti. Her antrenmanda, her bir araya geldiğimizde bunu ifade ettik ve kendimizi hazırladık. Avrupa Şampiyonası’nda da her maça çıkarken yine hedefimiz bu oldu. Oyuncularımıza, Avrupa Şampiyonası’nda olmamamızın da asıl sebebinin bu olduğunu her maça çıkarken tekrarladık. Bu fikri, oyuncularımızın beynine kazıdık. Onlar da buna inandı. Tabi ki, Olimpiyat Oyunları için mücadele edebileceğimiz fikrine, oyuncularımızın inanması çok önemli. Bunu yapabilecek kapasitede bir takım olmamanız bile çok büyük bir başarı. Tüm bunların yanında, Avrupa Şampiyonası başladığında, Sırbistan’ı iyi bir oyunun sonunda mağlup eden oyuncularımın kendilerine olan güvenleri bir kat daha arttı. Eleme gruplarındaki başarılı oyunumuz devam ettikçe, oyuncularımız, potansiyellerinin farkına daha iyi vardılar. Kendilerine güvenleri arttı. Belki de turnuvadaki en iyi oyunumuzu Litvanya karşısında oynadıktan sonra, oyuncularım çok daha iyi şeyleri başarabileceklerine iyice inandılar. Final maçında, İspanya karşısında ise çok daha farklı bir strateji uygulamak zorunda olduğumuzu biliyorduk. Turnuva boyunca hızlı olduk, serbest bir basketbol oynadık. Koştuk, geri döndük. Ama İspanya karşısında daha farklı olmalıydık. Özellikle, maç öncesi en büyük hedefimiz aradaki skor farkının açılmamasını sağlamaktı. Bunun için çaba sarf ettik. Çünkü İspanya çok güçlü, kendine güveni olan ve kendi evinde oynayan bir ekipti. Böyle bir ekibe karşı, skor avantajını yitirdiğinizde ya da farkı açılmasına izin verdiğinizde maçı çevirmeniz mümkün olmaz. Hızlı bir oyun oynamak, İspanya karşısındaki şansımızı sıfırlardı. Bu yüzden de skoru dengede tutarak elimize geçireceğimiz tek şansı iyi kullanmak zorundaydık. Bu şansı da bulduk ve iyi değerlendirerek Avrupa Şampiyonu olduk.
Efes Pilsen’e gelmeden önce Dinamo Moskova, Benetton Treviso ve birçok NBA takımının gözdeleri arasındaydınız. Efes Pilsen’e geliş hikâyenizi anlatır mısınız?
Öncelikle Efes Pilsen uzun yıllardır iyi tanıdığım bir ekip. Yıllarca rakip olarak mücadele ettik. Çok kez İstanbul’da bulundum. Burada çok güzel günler geçirdim. Ben her zaman çalıştığım takımların iyi bir geleneğe sahip olmasını ve iyi bir yönetim anlayışı içinde olmasını kendim için ilk şart olarak koyarım. Bunun yanında, çalışacağım takımın da hedeflerinin olması benim için çok önemlidir. İstanbul’da ailemin de rahat edeceğine inanıyorum. Tüm bunları yan yana getirdiğimde, Efes Pilsen’in benim tüm beklentilerimi karşıladığını gördüm. Efes Pilsen karakteri olan, geleneği olan, iyi bir yönetime sahip, en üst noktayı hedefleyen bir takım. Tüm bunları gördüğümde seçim yapmak benim için zor olmadı. Maddi anlamda Efes Pilsen’in teklifinden çok daha iyi teklifler de aldım. Ama, benim beklentilerimi bu denli tam olarak karşılayabilecek başka bir takım olmadığı için seçimimi Efes Pilsen’den yana kullandım. Bu seçimi yaptığım için de çok mutluyum.
Efes Pilsen’deki oyuncuları nasıl buluyorsunuz?
İyi bir takım kurduğumuzu düşünüyorum. Belki çok büyük yıldızlara sahip değiliz ama takımdaki oyuncular birlikte oynamaktan hoşlanıyor, birbirleri için fedakârlık yapıyor. Aynen, bu yaz Rusya ile olduğu gibi. Elbette, takımın yıldız oyunculara da ihtiyacı vardır. Ama yıldız oyuncu demek, çok iyi bir takım olacaksınız demek değildir. Öncelikle takımı inşa etmelisiniz, oyun kurgunuzu oturtmalısınız. Siz ne kadar iyi bir takım olursanız, zaten yıldız oyuncularda bu takımın parçası olmak isteyeceklerdir. Takımın genel durumu hakkında elbette fikrim var. Zaten oyuncuların seçiminde de büyük rol oynadım ve takımdaki oyuncuları gayet iyi tanıyorum. Bazı oyuncuların performanslarını zaten Avrupa Şampiyonası sırasında gördüm. Bazı oyuncularımızı daha Efes Pilsen’e gelmeden önce tanıyordum. Zaten İstanbul’a da erken gelerek zaman kaybetmemeye çalıştım. Ben yokken de yardımcılarım takım ile ilgili sürekli bana raporlar verdiler. Bu yüzden takımı iyi tanıdığımı söyleyebilirim.
Efes Pilsen’de oyun anlayışınız nasıl olacak? Efes Pilsen Avrupa’da sert savunması ile tanınan bir takım. Sizin oyun felsefenizle birlikte Efes Pilsen bu görüntüsünü devam ettirebilecek mi ?
Elbette ben sistemi olan bir antrenörüm. Ama kendi sistemimi körü körüne takıma adapte etmeye çalışan bir antrenör değilim. Elimdeki oyunculara göre sistemimde değişiklikler yapabilirim. Avrupa Şampiyonası’nda elimde koşabilen, tempolu oynayabilen, atletik bir takım vardı. Oyun kurgumu buna göre yaptım. Elbette şampiyon olmak istiyorsanız iyi savunma yapmak zorundasınız. Rusya, Avrupa Şampiyonası’nda en iyi savunma yapan takımdı. Ama ondan önceki senede de Benetton Treviso en iyi hücum yapan ekiplerden birisiydi. Nasıl bir oyun oynayacağınıza karar vermek takımınızdaki oyunculara da bağlıdır. Önceki senelerde Benetton’da Bargnani, Nicholas ve Siskauskas gibi oyunculara sahiptim ve ofansif bir oyun tarzı benimsemiştim. Takımı bu yönde kurguluyordum. Ama geçtiğimiz sene bu oyuncular takımımda yoktu ve oyun tarzımda da değişiklik yapmak zorunda kaldım. Bu sene Efes Pilsen’de gerek ofansif, gerekse de defansif oynayabilecek bir çok oyuncuya sahibim. Bu yüzden de oynayabileceğimiz oyun tarzı çok daha çeşitli olacak diye düşünüyorum.
Geçen sezonun şampiyonu Fenerbahçe Ülker’in yanına bu sezon birçok şampiyonluk adayı eklendi. Türkiye Ligi’ni takip etme ve rakipleri görme fırsatını buldunuz mu?
Türkiye Ligleri’nin gün geçtikçe daha zorlu olduğunu görüyorum. Sadece bir ya da iki takım değil en azından 5-6 tane takımın şampiyonlukta şansı olduğuna inanıyorum. Son şampiyon Fenerbahçe Ülker dışında, Türk Telekom, Beşiktaş Cola Turka, Galatasaray Cafe Crown gibi bir çok güçlü ekip var. Bu ekiplerin hepsi de şampiyonlukta iddialı. Yeni kurallar ve düzenlemelerle, takımlar çok daha iyi kadrolar kurabiliyorlar. Bu sayede de ligdeki kalite seviyesi artıyor ve şampiyonluk mücadelesi de daha çetin bir hal alıyor. Bunun da Türk Basketbolu için çok olumlu bir gelişme olduğuna inanıyorum.
6 Ekim’de Minnesota Timberwolves ile maç oynayacaksınız. Bu maç sizin ve takımınız için ne ifade ediyor?
Efes Pilsen’in Timberwolves ile maç yapacak olması gerçekten birçok açıdan çok heyecan verici. Böyle bir maç, hem Türk Basketbolu, hem Efes Pilsenli taraftarlar hem de tüm basketbolseverler için çok önemli ve heyecan verici. Gerçekte, bu tip maçlar çok mücadeleci ya da mutlaka kazanılması gereken maçlar elbette değil. Bu tip organizasyonlarla hem ülke basketbolunun tanıtımına büyük katkı sağlanıyor hem de kendi takımınızın tanıtımını çok daha iyi yapabiliyorsunuz. Dünyanın dört bir yanındaki basketbolseverler ve otoriteler dikkatlerini ülkenize çeviriyor ve bu da çok olumlu bir gelişme. Bunun yanında taraftarlarınıza da bir nevi hediye vermiş oluyorsunuz. NBA ile, Efes Pilsen’in ya da Türk basketbolunun bir araya gelmesi bir çok yönden, kapıların açılmasını sağlıyor ve bunun da olumlu yönlerini göz ardı etmek mümkün değil.
Peki antrenörlük kariyerinizde en çok etkilendiğiniz isim kim oldu ?
Dürüstçe itiraf etmem gerekirse, basketbol kariyerimdeki en önemli insan lisedeki basketbol koçumdu. İsmi, Smokey Moorezi’ydi. Bana basketbol hakkında bildiğim çoğu şeyi öğretti diyebilirim. Ondan, iyi bir basketbol antrenörün nasıl bir kişiliğe sahip olması gerektiğini, basketbolun inceliklerini, temellerini ve fundementalini öğrendim. Ve belki de en önemlisi ondan, kazanma hırsını öğrendim. Hiçbir şekilde sorgulamadan, hayatımda basketbolla ilgili en önemli insan lise öğretmenim diyebilirim. Elbette çok büyük hocalarla birlikte çalıştım. Her birinden ayrı ayrı şeyler öğrendim, bunları daha iyi olabilmek için özümsedim. Bu yüzden de hepsine minnettarım. Hatta açık yüreklilikle şunu da söyleyebilirim ki; kendisinden en çok bir şeyler öğrendiğim antrenörler, her zaman rakip olduğum takımın antrenörleri olmuşlardır. Onların, maç sırasında neler yaptığını gözlemledim. Onlarla mücadele ettim. Korkmadım. Bütün bunlar bana her zaman büyük tecrübe oldu. En büyük avantajım ve şansım da Avrupa çapındaki bir çok iyi antrenöre karşı oynamam oldu. Tüm bunlar bana büyük bir deneyim sağladı. Her birinden bir şeyler öğrenerek daha iyi olmaya çalıştım.
Sizi sihirbaz ve kimyager gibi sıfatla da anıyorlar. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Evet. Ama bana tam olarak “Simyacı” diyorlar. Çünkü, simyacı, büyücü ve kimyacı arasında bir yerdedir. Ne her şeyi büyü ile yapar, ne de bilimle. İkisini bir araya karıştırarak bilimle ruhu bir araya getirir ve ortaya çok daha iyi bir şey çıkartır. Bu kulağa hoş geliyor. Bu sene Avrupa Şampiyonası’nda Rusya ile yaptığım da tam olarak buydu. Takım olarak büyülü bir başarı ortaya koyduk.