Oluşturulma Tarihi: Kasım 30, 2002 00:00
EUROSPORT'ta Halter Şampiyonası seyrediyorum. Niye böyle bir şey yapıyorum, aslında bilmiyorum. Fakat olur ya, insan takılır ya; işte öyle bir durum. Kadın haltercilerden biri dikkatimi çekti.Adını da not etmiştim, şuraya bir yere; dur bakayım... Hah! Ukraynalı halterci Olga Korobka, 140 kiloyu kaldırmayı deniyor. Obaaaa, nitekim kaldırıyor da. Bir bakıyorum tırnakları ojeli... ‘‘Hassas bir köşe yazarı olsaydım, kadın halterciden girip, Duman'ın Oje şarkısından çıkardım şimdi...’’ diye düşünürken telefon çaldı. Arayan Topesto. ‘‘Öksür usta’’ dedim.‘‘Star'ı açsana birader’’ dedi. Belli ki günün ilk cümlesini filan kuruyor. Sesi boru gibi. ‘‘Ne var Star'da?..’’ diye sordum.‘‘Bizim Aile başladı...’’ dedi.*‘‘Eyvallah güzel insan’’ deyip telefonu kapattım ve yekten Star'a bağlandım.Süper kadro, süper
film. ‘‘Hababam’’, ‘‘Süt Kardeşler’’, ‘‘Bizim Aile’’, böyle birkaç tane film var ki; ne zaman başlasa seyrediyoruz. Yani günde iki kere başlasın, iki kere seyredebiliyoruz.Topesto'nun bir kuzeni var. Böyle feminist olmaya filan çalışıyor. Bizim bu durumumuzu zeka yaşımızın 11'de sabitlenmiş olmasına bağlıyor. Terbiyesiz tabii canım...Her neyse.Açtım filmi, ooooh yayıldım iyice seyrediyorum.Münir Özkul, Adile Naşit, Tarık Akan, Ayşen Gruda, Şener Şen...Tam Münir Özkul'un Şener Şen'e ‘‘Sana kız bulduk...’’ konuşması sırasında hiçbir uyarı filan yapılmadan film zort diye kesildi ve Tarık Tarcan çıktı karşıma...Yarışma programının tanıtım filmidir diye düşünüyorum ama, yooo... Ciddi ciddi Tarık Tarcan'ın yarışma programı başladı.Adam ‘‘Çorba içerken kullanırız, nedir o şeyin adı?’’ gibi acayip sorular soruyor, yarışmacı da ‘‘Kaşık’’ diyerek 3 milyar lira kazanıyor. Böyle, benim diyen bilimkurgu filminde rastlayamayacağınız bir format...*Hemen Topesto'yu aradım ve ‘‘Eeee, usta, böyle kestiler filmi en güzel yerinde... N'oluyor?’’ dedim.Topesto ‘‘Bir saat filan sürüyor bu abukluk, sonra film yine başlıyor merak etme’’ dedi.‘‘Kardeşim neyi merak etmeyeyim; bu normal bir hadise mi?.. Sen biliyor muydun bu durumu bana 'Filmi aç derken’’ diye söylenmeye başladım.Topesto, ‘‘Bu akşam saatlerinde verdikleri filmlerde hep yaptıkları bir şey’’ dedi.Yahu olur mu böyle bir saygısızlık. İzleyici olarak bana yapılan saygısızlığı bir kenara bıraktım, filme saygısızlıktır bu be!Hayır, arada olan Tarık Tarcan'a oluyor onu da hemen söyleyeyim size.Ben 1980'li yıllarda oynadığı filmlerin anısına dilimi ısırdım, küfür etmedim ama bayağı bir sinirlendim.Olacak iş değil yahu...Herkes kendi Beyoğlu'nu yaşıyorADAM Yayıncılık, çok şık bir formatta ‘‘Adam Düzyazı Klasikleri’’ adında bir dizi kitap yayınlıyor. Her manada çok güzel kitaplar. İçerik zaten güzel. Minicik, sert kapaklı kitaplar görüntü olarak da güzel.Semih Gümüş'ün derlediği ‘‘Beyoğlu Öyküleri‘‘ni okudum en son. Bazıları daha önce okumuş olduğum öykülerdi. Sait Faik Abasıyanık, Ziya Osman Saba, Cihat Burak, Bilge Karasu, Demir Özlü, Oktay Akbal, Tezer Özlü, Hulki Aktunç, Nazlı Eray, Erendiz Atasü ve Naim Tirali'den birer Beyoğlu öyküsü.Kitap, her iyi kitap gibi insanda ‘‘iyi bir şey yapmış hissi’’ yaratıyor.Fakat dikkatimi bir şey çekti.Nostalji ile alakası olmayanlardanım. Ancak, kitaptaki bütün öykülerde eski Beyoğlu'na duyulan özlemi hissediyorsunuz. 1950'lerde yazılan öyküde de bu böyle, atıyorum 1970'te de...Eh, hangisini özleyeceğiz. Eski Beyoğlu yok işte. Bugünkünü sevin. Herkes kendi Beyoğlu'nu yaşıyor. Ben bugünkünü seviyorum, çocukken yaşadığım Beyoğlu'nu da seviyordum, babamın anlattığı Beyoğlu'nu da... Eskiye duyulan özlem sıkıcı...(Not: Bu arada Semih Gümüş'le ilgili bir şey söylemem gerekiyor. Radikal Futbol Eki'ndeki yazılarını çok seviyorum ben. Kapalı Tribün müdavimi olduğunu bildiğim bu kıymetli edebiyat adamı keşke
Galatasaray maçlarını düzenli yazsa...)Erkin Koray'ın Les Paul'üERKİN Baba'yı ilk seyrettiğimde tek tabancaydı sahnede. Yıllarca da öyle devam etti zaten.Bu sene Babylon'da, sahneye çıktığında yanında bir gitarist, bir de bas gitarist vardı. Belli ki bu durum hoşuna da gitmişti. O gece ‘‘trio’’ olarak sahneye çıkan Erkin Baba, ‘‘Davulcuyu da ısındırıyoruz, hazır olunca maça çıkacak’’ mesajını vermişti.Geçen hafta, idolümüzün Babylon'da çalacağını öğrenince direkt dayandık kapıya tabii.Bir de söylemesi ayıptır, Erkin Baba ile mail'leşmişliğimiz var. Mail'inde ‘‘Bir dahaki sefere gel, tanışalım’’ demişti.Bu cesaretle, kulise gittim. Vay be, hakikaten Erkin Baba ile oturduk laflıyoruz. Kendimi acayip şanslı hissediyorum.Yıllardır sormak istediğim birkaç şey vardı. Onları da sordum bu arada. Rica edeceğim hemen atlamayın... John Lennon'ın kulağına ne fısıldadığını sormadım. Zaten onu öğrenirsek, işin tadı kaçacak, öğrenmeyi değil merak etmeyi seviyoruz o hadiseyi.Bilmeyenler için söyleyeyim. John Lennon'ın en, en, en popüler olduğu dönemde Paris'te basın toplantısı var. Erkin Koray ve o zamanlar Hey için çalışan gazeteci Arda Uskan da toplantıda.Bırakın randevu almayı, kimse yanına bile yanaşamıyor John Lennon'ın. Fakat Erkin baba, bir punduna getiriyor, Lennon'ın yanına yanaşıyor ve kulağına birşeyler söyleyip işi bağlıyor.İşte orada Erkin Koray'ın ne söylediğini, kendisi ve artık ölmüş olan John Lennon dışında kimse bilmiyor. Arda Ustan bile bilmiyor, kızı Damla bile bilmiyor...Bence kimse bilmesin, böylesi en güzeli...Her neyse, kuliste Erkin baba'ya, uzun süredir kullanmadığı (Galiba banka kasasına kaldırmıştı), müthiş gitarını, Gibson'ın Les Paul modeli gitarını sordum.‘‘Hayret’’ dedi.Babayı şaşırtmış olmak beni daha fazla şaşırttı tabii.‘‘Yıllar sonra, ilk gez bu gece yanımda getirdim o gitarı. Bu gece onu çalacağım’’ dedi. Terbiyesizlik edip, ‘‘Bir kere dokunabilir miyim?...’’ demedim tabii.Neyse, vakti geldi ve baba sahneye çıktı. Hem de bu sefer Erkin Koray Quartet olarak. Davul, bas, gitar ve Erkin Koray... Bir eleman daha yolda, onu da benden duymuş olun: Objektif'ten Vecdi Yücalan da babayla çalmaya başlayacak...Bir de Erkin Baba, hatıralarını yazıyormuş, ‘‘Kitaba isim önereyim mi?’’ dedim, ‘‘Öner bakalım’’ dedi.‘‘Kitabın adı 'John Lennon'a Dedim Ki...' olsun’’ dedim.Artık bilemem...9 (Yazıyla Dokuz)ÜMİT Ünal'ın filmi ‘‘9’’, uzun süredir seyrettiğim en iyi filmlerden biri. Dikkatinizi çekmek isterim, ‘‘En iyi Türk filmlerinden biri’’ filan demiyorum...Hakiki manada iyi, çok iyi bir film. Normal şartlar altında biri bana ‘‘Tek mekanda geçen bir film... Bir cinayet soruşturması. Oyuncular, kamera karşısında oturuyor ve olayı anlatıyor...’’ dese, cümlesini tamamlamasına izin vermeden o ortamdan uzaklaşırım.Fakat, ben bu filme gittim ve çok iyi bir film izlemiş insan hissiyle dünyaya döndüm.O hepsi birbirinden idealist, hepsi birbirinden iyi kalpli, hepsi birbirinden milliyetçi, muhafazakár, dürüst, pırıl pırıl insanların filmin sonunda ne hale geldiklerini görmenizi isterim.Ümit Ünal, aslında sadece bu topluma ayna tutuyor. Aynaya bakacak cesareti olanlar muhakkak seyretmeli...Oscar için aday adayı olan film, zar zor kendine Pera Sineması'nda gösterilme şansı buldu. Büyük ihtimalle dün itibariyle kaldırılmış olacak. Ne yazık ki böyle... Biz yine -sadece- büyük bütçeli filmlerimizi seyredelim öyle değil mi?.. Vah, vah, vah!..
button