Güncelleme Tarihi:
Hürriyet Ankara Temsilci Yardımcısı Muharrem Sarıkaya
YÜZERKEN RÖPORTAJ
Özal, gazetecilerle oynamayı severdi. Faruk (Bildirici), Şükrü (Küçükşahin) ve ben, bir gün Kemer-Çamyuva'daydık. Onun denizde yüzdüğünü çok uzaktan gördük. Faruk koşup birinden palet aldı. 700 metre açıktaki Özal'a doğru yüzmeye başladı. Ben de birinden palet buldum. Faruk'a yetiştiğimde ‘‘Ben çok iyi yüzme bilmiyorum, öleceğim herhalde’’ demez mi? Şükrü de aynı şekilde geldi. Biz, denizin ortasında birbuçuk saat boyunca Özal'la röportaj yaptık güya. Ama hiçbir şey yok!
ÜÇ ÇEŞİT MİLLETVEKİLİ
Milletvekillerini üç kategoriye ayırabiliriz. Birinci kategoridekiler, entelektüel yaşayan ya da öyle davrananlar. Evsizler grubu. Bunlar, başka illerin milletvekili de olsa İstanbul'da yaşarlar. İkinci kategoride, Anadolulu milletvekilleri var. Bunlar da salı 10.00 gibi meclise gelirler, perşembe günü otomobilleriyle ayrılırlar. Köy köy dolaşırlar. Evleri hem seçim bölgesinde hem de meclis lojmanlarındadır. Üçüncü grubun seçmenle çok ilişkisi yoktur ama Türkiye için iyi düşünceler üretirler.
Ameliyat nedeniyle işten üç gün uzak kalmak dayanılır gibi değildir.
- Bir an önce olmak zorundaydım. İki aydır erteliyordum. Son ana kadar bekledim.
Özal'la bu kadar yakın olmak, Yavuz Gökmen'de olduğu gibi sizde de Özal sevgisi yarattı mı?
- İster istemez bazı sıcaklıklar yaratıyor. Ama Özal'ı en sert eleştirenlerden biriydim. Yalnız kendim için değil, Özal'ı takip eden bütün arkadaşlarım için söylüyorum. Faruk Bildirici, Şükrü Küçükşahin, Orhan Uğuroğlu, Süreyya Oral, Gülten Arslan, Hulki Cevizoğlu, Emin Varol. Biz bir ekiptik. Hiçbir zaman Özal'la barışık olmadık. Ama Özal'la aramızda bir sevgi bağının olduğunu bilirdik. En sert soruları sorabilirdik. Aramızda ahbap çavuş ilişkisi hiç olmadı. Sıcak ilişkileri, ölünceye dek sürdürdük. Bizi sevdiğini biliyorduk ama ‘‘Böyle soru mu sorulur, sen sormayı bilmiyorsun, böyle haber mi yazılır’’ diye çıkıştığı çok oldu.
MİLLETVEKİLİ TÜRLERİ
Özal'la anınız çoktur?
- İstanbul Ankara otoyolu yapılıyordu. Kendisine neden tren yoluna değil de otoyola ağırlık verdiğini sorduk. Bize, ‘‘Siz komünistsiniz’’ demişti. Ertesi gün bunu yazdığımız da, ‘‘Tabii komünist olduğunuzu ispat etmek için yazdınız’’ demişti. Özal, gazetecilerle oynamayı severdi. Türkiye'nin gündemine yeni bir olay atar ve devam ederdi. Faruk, Şükrü ve ben, bir gün Kemer-Çamyuva'daydık. Onun denizde yüzdüğünü çok uzaktan gördük. Faruk koşup birinden palet aldı. 700 metre açıktaki Özal'a doğru yüzmeye başladı. Ben de birinden palet buldum. Faruk'a yetiştiğimde ‘‘Ben çok iyi yüzme bilmiyorum, öleceğim herhalde’’ demez mi? Şükrü de aynı şekilde geldi. Biz, denizin ortasında birbuçuk saat boyunca Özal'la röportaj yaptık güya. Ama hiçbir şey yok! Duba gibiydi, hiç batmazdı. Çok hafif hareketlerle suyun yüzünde kalıyordu. Biz ise nefes nefese... Bize bir ara, ‘‘İnönü gider, başkası gelir ama Baykal kalıcı olacak’’ demişti...
Birçok vekille, Bakanla birlikte oluyorsunuz. Mecliste kıdemli olduktan sonra nasıl bir değişime uğruyorlar, davranışlarına neler siniyor?
- Örnek olacak iki kişi var. Biri, Türkiye'nin başka bir bölgesinden çıkıp gelmişti. İlk geldiğinde hedefleri, düşünceleri çok farklıydı. Çok yakın ilişkilerimiz oldu. Kendi bölgesine dönük düşünceleri, herkesin alkışlayabileceği türdendi. Ama aradan geçen süre içinde bulunduğu konum, ayrıcalık onda bir farklılaşma yarattı. Git gide bulunduğu bölgeden edinim sağlayan insan haline geldi. O zaman ilişkimiz koptu. Bir diğer milletvekili de bunun tam tersi. Anadolu insanıydı. Geldi, bir hedefi vardı. Kendi iline ilçesine önceden okullar yaptırmış bir insandı. Hiç bozulmadı. Çok sakin, sade kaldı.
Değişimle birlikte diyaloglarınız da değişir...
- Birincisiyle çok sıkı diyaloğum kalmadı. Artık gazeteci-milletvekili diyaloğu içerisinde gidiyor. İkincisiyle ailece sürekli görüşebildiğim bir insan. Hiçbir zaman şoför kullandığını görmedim. Çayını kendisi almaya gider. Biraz İnönü vari... Ama bu ikincisi, sekiz yıllık eğitim konusunda ret oyu verdi! Oysa, üç tane sekiz yıllık temel eğitim okulu yaptırmış biri... Neden dedim, ‘‘Partimin politikası bu. Değiştiremiyorum. Ben de uymak zorunda kaldım’’ dedi.
Diyaloglar yorucu olmalı. Ne kadar kendiniz olabiliyorsunuz?
- En zoru o zaten. Gazetecilikte bizi en çok yoran pozisyon. Gazetecilik ne zaman bitecek de kendiniz başlayacak? Ne zaman o gözlük düşecek de kendi görüşünüzle bakmaya başlayacaksınız? Bence haberde her zaman gazeteci olmak zorundasınız. Tarafsız, yorumsuz bir şekilde haberinizi koymalısınız. Kendiniz olacağınız zaman, yorumunuzu yazacağınız zamandır. Ayrı yazarsınız, not yazarsınız. Ama haberi berrak yazacaksınız. Hürriyet'in de yaptığı budur.
Hangi partiden olursa olsun, ortak davranış biçimleri neler?
- Milletvekillerini üç kategoriye ayırabiliriz. Birinci kategoridekiler, entelektüel yaşayan ya da öyle davrananlar. Evsizler grubu. Bunlar, başka illerin milletvekili de olsa İstanbul'da yaşarlar. Salı günü 11.00 uçağıyla gelip perşembe 19.00 uçağıyla İstanbul'a giderler. İkinci kategoride, Anadolulu milletvekilleri var. Bunlar da salı 10.00 gibi meclise gelirler. çünkü o gün grup toplantıları yapılır. Perşembe günü otomobilleriyle ayrılırlar. Köy köy dolaşırlar. Evleri hem seçim bölgesinde hem de meclis lojmanlarındadır. Üçüncü grubun seçmenle çok ilişkisi yoktur ama Türkiye için iyi düşünceler üretirler. Seçmenle içli dışlı değillerdir, çok fazla gezmezler. Ankara dışına çıkmazlar. Bu grup Ankara sosyetesine dahildir. Resepsiyonlarda, restoranlarda, tiyatro ya da konserlerde rastlayabilirsiniz. Bu üç grup hangi partiden olursa olsun, sadece kendi grubundan olanlarla birlikte hareket eder.
ÇİM YİYEN FARELER
Erkek grupları halinde hareket ederler herhalde?
- Tamamı erkek. Birinci grup, zevk ve sefaya düşkündür. Politikalar yemek masasında üretilir. Politikada da güçlüdürler. Anadolu grubu ise mecliste, telefonla temastadırlar. Seçmen üzerinde güçlüdürler, nabzını tutarlar. Üçüncü grup ise Türkiye'nin genel politikalarında güçlüdür. Global fikirler üretirler. Seçmenle ilişkileri yoktur. Çoğunlukla sistem üzerinde çalışırlar. Dördüncü ve azınlıkta olan bir grup daha var ki her üç grubun özelliklerini birden barındırır. Perşembe cumayı seçim bölgesinde, cumartesi pazarı İstanbul veya tatil yöresindeki teknede, pazartesiyi de kesinlikle Ankara'da geçirirler. İstanbul ile Anadolu grubu arasında çalışan bir ekip. Politikada baskındır.
Politika üretilen Ankara'dan çıkıp İstanbul'da gazetecilik yapmak, size cazip gelmez herhalde?
- Hayır, neden olmasın? Sadece Ankara'da mı gazetecilik yapıyorum? İstanbul'da da gazetecilik yapıyorum. Bana şimdi siyaseti takip etme görevi verilmiş. Bana magazin takip etme görevi verilebilirdi. O zaman da yine böyle çalışırdım.
Peki işin keyfi ne olacak?
- Ben gazetecilikten keyif alıyorum. Ben politikaya baktığım için zevk almıyorum. Yaptığım işten zevk alıyorum. İki gün uyumadım, stadyumda bekledim; bir kare fotoğraf çekebilmek için. Stadyumun çimleri, her haftasonu yok oluyordu. Niye yok oluyor diye iki gün bekledim. İnanılmaz büyüklükte 200-300 fare çıkıyordu çimlerin üstüne, kökünden yiyordu. Öğrendim ki, çimleri mezbahadan aldıkları kanla suluyorlarmış. Fare de bunu et sanıp yiyordu. Ekspres Gazetesi'nde çalışıyordum o zaman. Manşet olmuştu. Kana ilaç katmaya başladılar ve fareler gelmedi. Fareler iyi beslenmişti; böyle kallavi gibi...
İşinize tutkunsunuz...
- Belki bir gün önce yaşamak... Herkes bir gün sonra okuyor ama... Belki kamu görevi yapmak. Biz bu hizmeti sadece vatandaşlık için yapmıyoruz. Bütün dünya için yapıyoruz. Belki bizim mayamız böyle. Bizi yetiştirenler bunu aşıladı. Bu ilkelerde hep özen gösterdim.
24 saat boyunca gazetecilik, yaşama haksızlık mı, yaşamın ta kendisi mi?
- Eşim, çocuğum da alıştılar. Beni teşvik ediyorlar. Ama zaman zaman tepki gösterdikleri oluyor. Ertesi sabah, kahvaltıya misafir gelecekti. Ben geceyarısı Erzincan'dan telefon açtım. Deprem olmuştu ve gittim. Eğer gazete bobini dönüyorsa biz o bobinle yaşamak zorundayız.
İKİ KİTAP HAZIR
İşkoliklerin daha sağlıklı ve uzun yaşadığına ilişkin bir haber okudum.
- 24 saat boyu gazeteciliğim vardır, en az 12 saat çalışırım. Ama eve geldiğimde hobilerimle uğraşırım. Mesela bilgisayar. Eşimin dediği gibi eve gelen her aletin içi açılıp bakılır. Oğlum Can da öyle. Geçen gün, eve yeni bilgisayar geldiğinde gazetenin yazılım destek elemanı Mali'ye telefon açtı. ‘‘İçini açtık baktık, tamam mı?’’ dedi. Açıp kapattığımızın haberini veriyor. İnternet'te birkaç saat dolaşmak, beni dinlendiriyor. Çin'le ilgili haberleri izlemek çok keyifli. Çünkü onlar bizden bir gün ileride. Elektronikte iki devreyi biraraya getirmek, sonuçlarını algılamak çok zevkli. Mümtaz Hoca (Soysal), kendisine gelen bilgisayar dergilerini bana paslıyor. Can'ın da yardımı var. Bilgisayar dergileri alıyor. Okuyoruz birlikte.
Can sekiz yaşında. Anlayabiliyor mu?
- Can iyidir. Beşbuçuk yaşındaydı. Haberi yazıp göndereceğim ama bilgisayar kilitlendi. Mali telefonla talimat veriyor. Ama boş bir ekran, hiçbir fonksiyon çalışmıyor. Birbuçuk saat boyunca Can izliyor ve ‘‘Öyle olmaz’’ diyor. Ben uğraşmayı bıraktım. Can klavyeye bir şeyler yazdı. Ekran açıldı. Meğer hafıza çok yüklenmiş. ‘‘Hafızayı düzenle’’ yazmış. Anaokulunda bilgisayar oyunu oynadığında ağabeyler gelip böyle yazarmış çünkü.
Hacıbektaşlısınız ve bağlama çalıyorsunuz. Hatta Şeyh Bedrettin soyundan olduğunuza ilişkin tevatür de var?
- Kaygusuz Abdal'a dayanıyoruz. Annemin dedesi, Osmanlı'nın katibiydi. Kara Katip. Sazı küçük yaşta öğrendim. Ama fazla haşır neşir olmadım. Zaman zaman Hacıbektaş'a gelen sanatçılardan usûl öğrendim. Gitar da çalıyorum ama ‘‘Saz gibi çalıyor’’ derler. Şimdi Can gitar çalıyor.
Siyasilerle yıllardır diyalog halindesiniz. Haber yapmadığınız bu özel bilgileri kitap haline getirecek misiniz?
- İki kitap hazır aslında. Ama işten bir süre izin alıp düzenlemem lazım. 1983'ten bu yana, her gün önemli bilgileri kaydettim. Yayınlamadım. Bana güvenip bu bilgileri vermişlerdi. Kitapta da yer almayacak. Ama Özal'la ilgili herşeyi yazabilirim. Rahmetli oldu artık. Onunla ilgili yasak kalktı benim üzerimden. Özal'ın 1983-1993 dönemine ilişkin, ortaya çıkmayan, gizli kalmış ve kendisinin teybe konuştuklarını yazmak istiyorum. Daha sonra da 1993-1997 dönemini yazmak istiyorum. Çiller'in, DYP'nin iç mücadelesini yazmak istiyorum. Ama birçok insanın görüp unutmamı istediği, duyduğum, tanık olduğum şeyler var. Şimdi bunları yazarsam, o insanlara ihanet etmiş, haksızlık yapmış olurum. Bu nedenle bir süre bekletmek istiyorum. Hâlâ politikanın içinde olanlar, gelecekte de politikaya devam etmek isteyenler var. Bu yazı etkileyecek. Ama bizim de tarihe kalıcı bir şeyler bırakmamız gerekiyor. Bu insanlar böyleydi dememiz gerekiyor. Kamuoyuna haksızlık etmememiz gerekiyor. 70 yıl sonra bir genç, arşivde Hürriyet gazetesini açtığında, karanlık bir nokta kalmamalı.
İşletme diplomalı gazeteci
1981'den bu yana Hürriyet'te. Foto muhabiri olarak başladı. Hatta ‘‘Çömez’’ muamelesi görüp karanlık odada çalıştı bir süre. 1989'a kadar Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Muhabirliği yaptı. Turgut Özal'ı yıllarca kendi deyişiyle ‘‘Kene gibi’’ izledi.
Muharrem Sarıkaya'nın ortaya çıkardığı Örtülü Ödenek Skandalı hâlâ belleklerde. Politikacılarla diyalog kurmanın avantajları kadar dezavantajlarını da yaşıyor. Politikacı, teybe aktardığı bilgileri, ertesi gün inkâr edebiliyor çünkü. Muharrem Sarıkaya böyle durumlarda ne yapıyor dersiniz? Meclis kulisinde, herkesin içinde teybi açıp dinletiyor. DYP Grup Başkan Vekili Saffet Arıkan Bedük de partili arkadaşlarının yanında, ‘‘uydurma’’ dediği açıklamalarını, ‘‘kendi sesinden’’ dinlemek zorunda kaldı!
Her ne kadar ‘‘işkolik’’, ‘‘24 saat gazeteci’’ dense de meraklarına zaman ayırıyor. Kendi elyapımı olan iki radyosu var. Hürriyet Ankara Bürosu'nda arızalanan mikroteypleri, telefonları tamir ediyor. Müzik yeteneği gibi tamircilik de aileden kalma. Çocukluğunda, evdeki otomobiller ve motosikletler, tamirciye hiç gitmemiş. Makina mühendisi olacakken son anda yoldan çevrilmiş. Hoş, işletme diploması almış ama gazeteciliği seçmiş sonunda.
Süper oğul Can'la gurur duyuyor. Haklı da. Öyle zeki ve şirin ki. Can, sınıf atladı. Sekiz yaşında olmasına karşılık dördüncü sınıf öğrencisi.
Sarıkaya'yla laparoskopi yöntemiyle olduğu safra kesesi ameliyatının ertesinde görüştük...