Bir’de yukarı bak iki’de gözlerini yum üç’te soluk al dört’te uzayda yüz...

Güncelleme Tarihi:

Bir’de yukarı bak iki’de gözlerini yum üç’te soluk al dört’te uzayda yüz...
Oluşturulma Tarihi: Şubat 18, 2005 22:03

Hipnozla ‘uyutularak’ doğum yapan 850 kadından yalnızca % 4’ü ağrı kesicilere gerek duydu. Başka bir araştırma, hipnozlu deneklerin şiddetli ağrılara, hipnozlu olmayanlardan bir dakika daha uzun bir süre dayanabildiklerini ortaya koydu.

Hipnoz.. Ülkemizde de ilgi çeken ve kimi doktorlar tarafından da çeşitli amaçlar için uygulanan hipnoz, ciddi bilimsel araştırmaların da konusu durumunda. Tabii, ciddi bilimsel araştırmalar derken, özellikle ABD’de yapılan araştırmaları kastediyoruz..

ABD’de hipnoz, ameliyatlarda da deneysel amaçlı olarak uygulanıyor ve ilginç sonuçlar elde ediliyor. Şimdi size, hipnoz konusunda hem uygulama hem de teorik çalışmalarda yapılan ciddi gelişmeleri anlatan ilginç bir yazı sunuyoruz..

80 yaşındaki hasta Harvard Beth, Israel Tıp Merkezi’nin ışıklarla aydınlatılmış ameliyat odasında yatıyor.

Radyoloji uzmanı Elvira Lang, yaşlı kadının atardamarlarına bir kateter sokmaya hazırlanıyor. Minik tüp, hastanın böbreklerinden birine ulaşıp organa giden kan akışını durduracak. Ertesi gün de bir cerrah bu böbreği alacak.

Kan akışının durdurulması ameliyatın daha güvenli ve başarılı geçmesine olanak tanıyacak. Ancak hastanın ateşi yükseldiği için, böbrekte bir iltihaplanma söz konusu olabilir. Gün içinde yemek yediğinden kendisine bir yatıştırıcı verilemiyor. Bu nedenle aslında sıradan olması gereken işlem, uzmanları epey uğraştırıyor.

Lang’ın yardımcılarından biri elindeki kartı yüksek sesle hastaya okuyor:

‘Burası sizin için güvenli ve hoş bir ortam. Bundan yararlanıp, bir bakıma doktorlarla dalga geçebilirsiniz. Bedeniniz burada olmak zorunda, ancak siz burada olmak zorunda değilsiniz.’

Bu, tahmin ettiğiniz gibi, bir hipnoz uygulaması...

Kısa süreli ameliyat

Elvira Lang, anestezinin yanı sıra hipnozdan da yararlanan ve sayıları giderek artan doktorlardan bir tanesi.

Stanford Üniversitesi psikiyatri profesörü David Spiegel ile birlikte hipnozla ilgili kapsamlı araştırmalara imza atan Lang, bu konuda çarpıcı sonuçlara tanık oldu.

Hipnoz ve radyolojik müdahale aynı nedenden ötürü Lang’in ilgisini çekiyor: Her ikisi de hastaneye yatmanın hastada yarattığı dehşete kapılma duygusunu hafifletmeye yarıyor. Bunun için yalnızca minik bir ensizyon, ya da yarma gerekiyor.

Söz gelimi, atardamara incecik bir tüp sokmak suretiyle Lang hastaların çok daha ciddi bir cerrahi işlemden geçmelerine engel olabiliyor.

‘Hastanın tıbbi tesisatçısıyım ben,’ diyen Lang hipnozun da yardımıyla ameliyatın çok daha kısa sürede tamamlanmasına, hastanın daha az acı çekmesine ve ilaca daha az bağımlı olmasına katkıda bulunuyor.

Gelgelelim, işin en güç yanı öteki doktorları da buna razı etmek.

Hipnoz ağrıyı azaltıyor

Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir dizi araştırma, hipnozun ağrıyı hafiflettiğini, kan basıncını denetlediğini ve hatta yaraları iyileştirdiğini ortaya koydu.

Ne var ki, hipnozun işlevini nasıl yerine getirdiği konusunda elimizde yeterince veri bulunmadığı için, bilim insanlarının büyük bir bölümü yönteme kuşkuyla yaklaşıyor. Yöntemi eleştirenler hipnozun plasebo (etkisiz ilaç) etkisinden bir farkı olmadığını, her ikisinde de telkin yoluyla bedenin iyileştirildiğini, hiçbirinin tıbbın yerini tutamayacağını öne sürüyorlar.

Spiegel ve başka araştırmacılar, işte bu kuşkuyla, hipnoz sırasında beyinde neler olup bittiğini incelemeye koyuldular. İncelemeler sonucunda trans, ya da kendinden geçme durumunun imgelemin doğasına bir pencere açtığına tanık oldular. Böylelikle, beynin düşlerle gerçeği nasıl ayırt ettiğini kavramaya başlamış olduk.

David Spiegel, ikinci kuşak hipnozculardan. Babası Herbert Spiegel hipnozu ilk kez II. Dünya Savaşı sırasında uygulayanlardan bir ruhbilimci. 1943’te Tunus’ta Almanlar tarafından açılan havan topu ateşinde yaralanınca bu yöntemi kendisine de uyguladı. Bileğinden fırlayan çelik parçasına karşın, baba Spiegel bu yöntemle ağrısını dindirmeyi başardı.

Doğum yapan kadınlar

Ülkesine döndükten hemen sonra baba Spiegel, New York’taki Manson Genel Hastanesi Askeri Psikiyatri Bölümü’nde profesör olarak göreve atandı. Orada savaşta yaralanan yüzlerce askeri hipnoz yoluyla tedavi etti ve bu yöntemin yararlı olduğuna giderek inanmaya başladı.

Bu sırada hipnozla ilgili ilk klinik araştırmaların sonuçları da alınmaya başlamıştı. 1961’de ruhbilimci Ralph August, hipnoz durumunda doğum yapan 850 kadın üzerinde yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını yayımladı.

Buna göre, kadınların yalnızca %4’ü ağrı kesicilere gerek duymuştu. Başka bir araştırma da hipnozlu deneklerin şiddetli ağrılara hipnozlu olmayanlardan bir dakika, plasebo uygulananlardan ise 30 saniye daha uzun bir süre dayanabildiklerini ortaya koymaktaydı.

1960 yılında Spiegel Columbia Üniversitesi’nde klinik hipnoz eğitimi veriyordu. Öğrencileri arasında oğlu David Spiegel de vardı. David Spiegel daha sonra Harvard Tıp Fakültesi’nde psikiyatri ve klinik hipnoz eğitimi aldı. 1978’de baba-oğul bu konuda temel ders kitaplarından biri olan ‘Trans ve Tedavi: Hipnozun Klinik Uygulamaları’ başlıklı yapıtı kaleme aldı.

İki farklı görüş

Şimdi 58 yaşında olan David Spiegel,’Hipnoz başından beri ateşli tartışmalara neden oldu, ama asla gündemden düşmedi. Hipnozu ilginç kılan bir yığın özelliği var,’ diyor ve çalışmalarını bu alanda sürdüren araştırmacıların iki gruba ayrıldıklarına, aralarındaki görüş farklılıklarının her geçen gün daha da arttığına dikkat çekiyor.

Bu düşünce grubundan

Biri, hipnozun deneğin zihinsel durumunu tümden değiştirdiğini öne sürerken,

ikincisi bunun yalnızca basit bir telkin ve gevşemeden ibaret olduğuna inanıyor.

İlk gruba bağlı olan Spiegel ile Connecticut Üniversitesi’nden Irving Kirsch ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Kosslyn adlı öteki gruptan iki ruhbilimci arasındaki tartışma yıllardır sürüyor.

Köstekli saat deneyi

Mesleğinde sık sık hipnoza başvuran ve bunun etkili olabileceğini yadsımayan Kirsch, ’Hipnozla insanlarda farklı zihinsel durumlar yaratabilirsiniz, ancak bunun için transa geçilmesine gerek yok,’ diyor.

Bunu kanıtlamak için de hipnoz geleneğinin eskilerden kalma bir tılsımı olan köstekli saat örneğini veriyor.

Köstekli bir saati baş parmağınızla işaret parmağınız arasında tutup dirseğinizi masaya dayayın ve saatin serbestçe salınmasını sağlayın. Sonra elinizi olabildiğince hareket ettirerek sarkacın göğsünüze paralel olarak öne arkaya sallandığını düşünün.

‘Yalnızca onun bu doğrultuda hareket ettiği düşüncesine odaklanın,’ diyen Kirsch, bunun bir rastlantı olmadığını kanıtlamak için, ‘Saat o yönde hareket etmeye başladığında bu kez de ters yönde hareket ettiğini düşünün ki, bunun bir rastlantı olmadığını görün. Ağırlık yine beyninize boyun eğecektir,’ diye ekliyor.

Kirsch bu küçük oyunun en kuşkulu ve hipnoza en dirençli kişilerde bile etkili olduğuna, bedenle beynin bu telkine tepki vermesi için trans durumuna geçilmesine gerek olmadığına dikkat çekiyor.

Spiegel bu görüşe katılmıyor. Hipnoz konusunda en çok yankı uyandıran araştırmalarından bir tanesi, hipnoz durumunda deneklerin beyin dalgalarının değiştiğini ortaya koyuyordu.

Spiegel, telkinin başlı başına etkili olduğunu kabul etmekle birlikte, hipnozun bu etkiyi daha da güçlendirdiğine inanıyor. Spiegel’in bir başka araştırması da, kollarının uyuştuğu söylenen hipnozlu deneklerin hafif elektro şoklar verildiğinde hiçbir tepki göstermediklerini, ancak beyin dalgalarının çok daha hafif şok uygulanan deneklerden pek de farklı olmadığını ortaya koyuyordu.

Ortak çalışma

Kirsch için tüm bunlar, transın gücünü kanıtlamaya yine de yetmiyordu. Kosslyn ise inanmaya hazırdı.

Beyin dalgalarıyla ilgili araştırmanın verilerine göz attığında, hipnoz durumunda beyinde gerçekten de bir şeyler olup olmadığını merak etti. Konuyu aydınlığa kavuşturmak amacıyla Spiegel ile birlikte çalışmaya ve beynin en çok bilinen iğ devresini incelemeye karar verdi.

Başın arka lobunda yer alan bu bölge, renklerin algılanmasından sorumluydu. Spiegel ile Kosslyn deneklerin hipnoz durumunda da aynı işlevi yerine getirip getirmeyeceklerini anlamak istiyorlardı.

Araştırmanın ilk basamağı, doğru deneklerin bulunmasıydı. Nüfusun hipnoza en yatkın olan yalnızca küçük bir bölümü transa geçebilirken, yine çok azı hipnozdan hiç etkilenmiyordu. Gerisi iki uç arasındaki tayfta yer alıyordu.

Araştırmacılar yaklaşık 120 denekten sekizini seçtiler. PET tarama aygıtına yerleştirilen ve kendilerine renkli dikdörtgenler içeren saydam bir resim gösterilen deneklerin beyin etkinliği saptandı. Ardından aynı işlem siyah-beyaz bir saydam gösterilip deneklerden bunun renkli olduğunu düşünmeleri istendiğinde yinelendi. Her iki işlem de denekler hipnoz durumundayken uygulandı.

Şaşırtıcı sonuç

Araştırmanın 2000 yılında yayımlanan sonuçları bir hayli şaşırtıcıydı. Denekler renkli dikdörtgenleri gerçekten gördüklerinde iğ devresi beynin her iki yanında da aydınlanırken, rengi kafalarında canlandırmak zorunda kaldıklarında yalnızca sağ yarıkürede bir aydınlanma olmaktaydı.

Ancak denekler hipnozdayken, tıpkı normal görmede olduğu gibi, her iki yan da etkin duruma geliyordu. Hipnoz durumunda imgelem sanki sanrısal bir niteliğe bürünüyordu.

Bu deneyin ardından Kosslyn ilk kez kaşlarını çatmaktan vazgeçerek, ‘Artık hipnozun beyinde tıpkı zihinsel bir imge etkisi yarattığından eminim,’ diyordu.

Ama Kirsch olaya yine kuşkuyla yaklaşıyor ve renkle ilgili deneylerin insanların gerçekte hipnotik telkinin etkilerini yaşadıklarını ortaya koyduğuna, ancak onların mutlaka transa geçtiklerini kanıtlamadığına dikkat çekiyordu.

Kosslyn’e göre Kirsch teknik açıdan haklıydı. Ancak araştırma, beynin imgelemle algılama arasındaki farkı nasıl ayırt ettiğini ortaya koymaktaydı. Beynin sağ yanı birtakım şeylerin belli örneklerini işlerken, sol yanı çok daha genel kavram ve sınıfların işlenmesinden sorumluydu.

Söz gelimi, sol yanı Benek’in bir köpek olduğunu bilirken, sağ yanı köpeğin Benek olduğunu biliyordu. Bu yüzden de belli bir rengi kafamızda canlandırdığımızda beynin sağ yanı aydınlanıyor, ama sol yanında hiç bir değişiklik olmuyordu.

241 ameliyat sonucu

Spiegel imgelemle algılamanın tümden farklı alanlar olmadığını, gerçek kabul ettiğimiz şeylerin işlemden geçirilmiş algısal girdiler olduğunu belirtiyor. Algıyı edilgen bir biçimde kabullenmek yerine, imgelemle algı arasında bir çekişmenin yaşandığına dikkat çeken Spiegel, ‘Imgelem algıda değişikliğe yol açabilir- bir bakıma da hep açıyor, ama bizler ayırdında olmuyoruz,’diyor.

Spiegel, bilim insanı olmaktan çok öncelikle bir klinik tedavi uzmanı olduğundan, onun için hipnozun gücünü kavramak ve yöntemi uygulamaya sokmak çok daha önemli. Bunun için de Lang ile birlikte yıllardır hipnozun ameliyatlarda ne denli etkili olduğunu araştırıyor.

Spiegel ve Lang yedi yıl önce yaptıkları bir araştırmada damar ya da böbrek ameliyatı öngörülen 241 hastayı üç gruba ayırdılar.

Gruplardan birine standart tedavi, ötekine ‘yoğun bakım destekli’ standart tedavi, üçüncüsüne de standart tedavinin yanı sıra, yoğun bakım desteği ve hipnoz uygulandı.

Ameliyat sırasında hastalar başları ses ve ışığı geçirmeyen bir korkuluğun arkasında yatmaktaydılar. Öyle ki, cerrahlar onların ne tür bir tedaviden geçtiklerini bilmiyorlardı.

Her 15 dakikada bir hastaların ağrı ve korkularıyla ilgili görüşleri alınıyordu. Ayrıca, serum bağlanan hastalara diledikleri kadar ağrı kesici veriliyordu.

Hipnozlu hastalar şanslı

‘The Lancet’ dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, hipnozlu hastalar daha az ilaç kullandıkları gibi, ağrı ve korku düzeyleri de öteki iki gruba kıyasla çok daha düşüktü.

Hipnozlu hastaların ameliyat süresi ortalama 17 dakika daha kısaydı ve bunlara uygulanan standart radyolojik işlemlerin maliyeti de 638 dolardan 300 dolara düşmüştü.

Lang’ın o tarihten sonra 330’u aşkın denek üzerinde yaptığı iki başka araştırma da bu verileri destekliyor, hipnozun ilaç kullanımını azalttığını, daha hızlı iyileşmeye olanak tanıdığını ve hastanede kalma süresini kısalttığını ortaya koyuyordu.

Lang hastalarının hipnoza aşırı duyarlı olup olmadıklarını anlamak için onları herhangi bir sınmadan geçirmiyor. Ancak, kendilerine uygulanacak herhangi bir işlemden en çok kaygı duyanların bir olasılıkla hipnozdan daha çok yarar sağlayacak kişiler olduğuna dikkat çekiyor.

Araştırmalar korkuları olan ‘fobik’ kişilerin hipnoza aşırı duyarlı olduklarını gösteriyor.

İnanç değil veri

Lang insanların sık sık kendilerini dünyadan tümden kopartıp söylenenleri duymadıkları anlık trans durumlarına sıklıkla tanık olunduğuna inanıyor ve bu durumun özellikle evli çiftler arasında yaygın olduğuna parmak basıyor. Böylesi bir kendinden geçme durumunun nasıl dizginlenebileceğini bilmek ağrının denetlenmesine olanak tanıyor.

Lang’ın o gün Harvard’da hastasına uyguladığı cerrahi işlem iyi bir örnekti.

80 yaşındaki hasta bir ara kendine gelerek, ‘Şu deniz kıyısı saçmalığı da neyin nesi?’ diye sordu.

Ancak doktorlar,’Kafanızın içi buna izin vermediği sürece gözleriniz kapanmayacak,’ diyerek onu hipnozla yeniden uyuşturdular.

Discover dergisinde yayımlanan makalenin sonuçlarına göre: Eğer hipnoz günün birinde tıp yaşamında yaygın bir yer tutacaksa, doktorların da insana biraz gizemliymiş gibi gelen birtakım şeylerin ardında somut bir bilimin yattığını bilerek bu konudaki gönülsüzlüklerini bir yana atmayı da öğrenmeleri gerekiyor.

Spiegel, ‘Bence tüm bunlar inançtan çok, somut verilere dayanmalı,’ diyor. Nihayetinde, hipnozun neden işe yaradığını bilip bilmemek pek de fark etmiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!