Oluşturulma Tarihi: Nisan 18, 1998 00:00
Ayşe ARMAN Türkün BayramıBüyük Britanya'yı (küçüğü beni ilgilendirmiyor) Avrupa'ya bağlayan tünel 20 dakika sürüyor.O, 20 dakikada iki şey yaptım:1) Dilek tuttum. Size söyleyecek halim yok. Yani şimdilik. Gerçekleştiğinde yazarım. Nasıl olsa, siz de bunu benden beklersiniz. Alacağınız olsun. Gerçi, sizin de alacağınız çok. Çünkü dileğim gerçekleşmese de, ‘‘Lanet olsun çok istediğim bir şey vardı, kahpe kader, olmadı!’’ diye yazarım. İki türlü de dileğimi içimde tutmam, dayanamam, anlıyorsunuz değil mi, size havale ederim. Havaleyi bankadan aldıktan sonra ne yapacağınız beni zerre kadar ilgilendirmez, sizindir, benim dileğimle ilişkim kesilmiştir.2) İlk 10 dakikanın şaşkınlığı geçtikten sonra diğer on dakikayı yeryüzünde ‘‘törensel olarak’’ değerlendirilebilecek en iyi şekilde değerlendirdim.Daha doğrusu değerlerdik(dik).Manş Denizi'nin altında, dışı sarı, içi bej olan bir trenin içinde ne yaptığımızı yazmıyorum. İleride bir gün inşallah onu da anlatırım, çünkü biliyorsunuz ben dayanamıyorum. Gerçi belli bir ‘‘dayanma sürem’’ var, o sürede her şeyi kendime saklıyorum ama sonra Allah ne verdiyse...Dileklerim gibi yaşadıklarımı da başkalarına havale ediyorum.Kişilik bozukluğu işte...Hoş görün.***Ama şu kadarını söyleyebilirim.Ben kendimi hoş görüyorum.Zaten kendimi Londra'dan trenle Paris'e geçerken çok da iyi hissettim. Önemli olan da bu değil mi? ‘‘Türkün bayramı’’nda, diğer Türkleri düşünecek halim yok, kendimi düşüneceğim tabii. Sanki, diğer 50 bin Türk akın akın ülkeyi terkederken beni düşündü mü?‘‘Euro-tunnel’’a dair hayıflandığım tek şey, yüzüm cama dayanmış dışarıya bakarken suyu görememekti. İnsan, tüneli akvaryum hissi veren duvar kağıtlarıyla kaplar değil mi? Yazık, akıllarına gelmemiş.Yine de...Benim de artık Manş'ın dibine dair anlatabileceğim hoş bir hatıram var. İçi beni yakar, dışı sizi. Bir tarafı soyut, bir tarafı somut. Ya da şöyle demeliyim: İçi somut, dışı soyut.***Ama Paris ve Londra'da ‘‘Türkün bayramı’’nı kutlayanların kesinlikle soyut olmadıklarını söylebilirim.Hatta yemin bile edebilirim.Ediyorum:İki gözüm önüme aksın, onlar kanlı canlıydı, adım başı elinizde tuttuğunuz alışveriş poşeti bir başka Türk'ünküne çarpıyordu. Sokaklarda rastlaşıyordunuz, gülümseyerek bayramlaşıyordunuz. Gözlerim hala yerinde durduğuna göre yalan söylemiyorum.Ama siz bunları zaten ‘‘Türkün medyası’’ndan izlediniz, olsun Türkün canlı tanığı olarak hazır Avrupa havası almışken, bir de benden dinleyin istedim.‘‘Azınlıklar’’ değil, ‘‘gerçek Türkler’’ geçtiğimiz bayram, pasaportları bir yerlerinde, ama kesinlikle dövizleri ceplerinde, ellerinde boş valizleri (dönerken patlamak üzere dolu olacak, hatta bir valiz de ekstra alınacak) Paris ve Londra'daydı. Mümkün değil onları fark etmemek, onlarla birlikte gerçek bir Türk olarak ‘‘Türkün bayramı’’nın keyfini sürmemek...***Oh be her şey ne güzeldi!Müslümanlar'ın, Hırıstiyanlar'ın ve Yahudiler'in bayramı aynı haftaya denk gelmişti. Üç dini bayram, üst üste, düşünsenize! Tanrı mı istemişti neydi, bir de hava da güzeldi. Gerçi bütün günü La Fayette'in içinde geçirirsek Paris havasından nasibimizi alamayacaktık, cafelerde oturup espresso'larımızı içip, güneşi ısıramayacaktık...Olsun, bir Türk nelere bedeldi...Biz her şeyi yapardık.Louvre'u da gezerdik, Champs Elysee'yi de keşfederdik, biz metro canavarı olmuştuk nasıl olsa, her yere girerdik, istiridyeleri de mideye indirirdik, güzel şaraplar da içerdik, akşam da aklımız otelde bıraktığımız poşetlerde, şık şıkıdım giyinir Bayram Türkleri tarafından Paris'in ‘‘en in’’ mekanı ilan edilen Budha'ya giderdik...Zaten dil sorunu da yoktu.Otellerin asansörlerindeki panolarda bile, Kurban bayramımızın Türkçe ‘‘kutlu olması’’ temenni ediliyordu. Türküm dediğiniz zaman size itibar gösteriliyordu. Bir dolu alışveriş merkezinde ‘‘Türk Danışman’’lar vardı, sizin gücünüzün yetmediği yerde onlar devreye giriyordu. Anonslar bile Türkçe yapılıyordu. Daha ne isterdik? KDV'yi bilmezdik ama Tax Free konusundaki uzmanlığımıza laf ettirtmezdik...Formlar dolduruldu.Polo Ralph Lauren'leri ucuz satan yerler bulundu.Tek canımı sıkan kendini bilmez bir tezgahtar kızın, üzerinde dana gibi Polo Ralph Lauren yazılı sweet shirtleri burnuma sokması oldu. Neymiş, bunlara en çok Türkler rağbet ediyormuş, zannetmiş ki biz de severmişiz, benim neden sevmediğimi anlayamamış...Ben de.***Anlayacağınız üzere bu bayram coğrafi zorunluluklar yüzünden sevgili oğlumuz kedimizi evimizde bırakarak, ben ve sevgilimden oluşan (ayçiceği) çekirdek ailemiz Kartal-Pendik yapamadığımız için, Paris-Londra yaptık.Beş yıldızlı bir bayram Türkü olarak yapılması gereken her şeyi yaptık.O yüzden içimiz rahat.Hele benim iyice rahat.Bayram seferimin ganimetlerini sayıyorum: Altı Ti Şört, üç pantolon, sekiz far, yedi ruj, otuzüç kutu kedi maması, bir taklit kürk, kediye yağmurluk, Japon icadı bir çift ayakkabı şemsiyesi, bir sandık iç çamaşırı, bazı mumlar, bazı tütsüler, yanlış mevsimde (ucuzluktan) alınmış kar yağarsa diye kalın bir kaban ve bu arada yazılarını araklamayı (taammüden) planladığım bazı kitaplar...İşte böyle.Bir bayram Türkü olarak bu bayram seferini de layığını vererek değerlendirdiğimi düşünüyorum.Bakalım Allah benim layığımı ne zaman verecek!
button