Arkeologların bugüne kadar spatula, mala, fırça ve cımbız gibi aletlerle büyük zahmetlerle aydınlatmaya çalıştıklarını, şimdi genetik arkeologlar, moleküler genetikle ayrıntılı bir biçimde çözüyor. Binlerce yıl önce ölen canlılardan kalıtım malzemesi (genetik özellik) ayıklamak pek kolay değil ve bu henüz yeni ve gelişmekte olan bir yöntem.
Bu konu üzerinde çalışan araştırma kurumları sayılı. Bunlardan biri Almanya’nın Mainz kentinde "ancient DNA lab" olarak tabir edilen gen laboratuvarı. Alman antropolog Joachim Burger, burada "Paleogenetics Group" ekibiyle, Avrupa’nın ilk çiftçilerinin ve hayvanlarının genlerini inceleyerek, insanlık tarihindeki en önemli dönemi aydınlatmaya çalışıyor.
Neolitik devrim
Bu insanların ve hayvanların kemiklerindeki kalıtım malzemeleri, onların kökenleri ve akıbetleri hakkında bize ayrıntılı bilgiler vermeye aday.
Aşağı yukarı 10.000 yıl önce keşfedilen tarımla birlikte insanlık, yerleşik düzene geçerek yeni bir mimarlık geleneğini de başlattı.
Avustralyalı arkeolog Gordon Childe’ın "Neolitik devrim" olarak nitelemiş olduğu bu dönem, insanlığın, günümüz teknolojilerine giden yolda atmış olduğu çok önemli bir adımdır. Dünyamızın yüzü ilk kez değişmiştir.
Arkeolojik buluntulardan bilindiği gibi, Neolitik dönemin başlangıcındaki ilk tarımcılık, Yakındoğu’da Fırat, Dicle ve Ürdün vadisi arasında kalan ve "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan verimli bölgedeki uygarlıkların tohumunu atmıştı.
İnsanları günlük besin arayışından kurtaran neolitik devrim sayesinde ilk kez zanatkarlar, yapı işçileri, bürokratlar ve askerler yetişmeye başlamış ve tarım birkaç yıl içinde Asya’ya yayılmıştı.
Tarımın Avrupa’ya girişi Anadolu ve Balkanlar üzerinden gerçekleşmiştir. Güney Fransa’daki tarım kültürünün ise Akdeniz kıyıları boyunca yayıldığı bilinmekte. Orta Avrupa’da aşağı yukarı 7500 yıl önce tarımcılığa başlayan ilk topluluklar şeritli bant çanak çömlek kültürünün kurucularıydı.
19 bin yıl önce
İşte Paleogenetic Group olarak Mainz’deki bir genetik laboratuvarında bir araya gelen bilim adamları bu insanların ve onların hayvanlarının kemiklerini inceliyor. Eksi 20 derecede saklanan kemiklerin içindeki kalıtım malzemesiyle, Neolitik devrimle ilgili henüz cevap arayan soruların yanıtlarını bulmaya çalışıyor uzmanlar.
Tarımın Yakındoğu’da keşfedildiği kesin gibi. Bölgedeki insanlar 19.000 yıl önce başaklarını yabani otlar arasından toplamaya başlamışlardı. Yabani Emmer ve Einkorn buğdayları Doğu Anadolu ve Suriye’de bugün bile hala yetişmekte.
Kültüre alınmış ilk buğday kalıntılarını arkeologlar 9250 yıllık Nevali Çori yerleşmesinin erken Neolitik tabakalarında buldular. Doğu Toroslarda, Fırat’ın bir nehir terasında yabani buğday dışında kültüre alınmış buğday da yetiştiren çiftçiler yaşıyordu.
Suriye’de Ramad veya Kosak-Shamali gibi yaklaşık olarak 8000 yıl önceki yerleşmelerde bulunan tahıl kalıntılarının üçte ikisi kültüre alınmış buğdaydır.
1000 yıllık uğraşKen-ichi Tanno ve George Willcox’un geçen ilkbaharda Science dergisinde yayımladıkları araştırma yazılarına göre, aynı tarihlerde bugünkü Suriye topraklarında yaşayan ilk çiftçiler arpayı da tarıma almaya başarmıştı.
Buluntular, insanların tahıl tarımını gerkçekleştirebilmek için 1000 yıldan fazla uğraştıklarını göstermekte. Aşağı yukarı aynı tarihlerde keçi, koyun ve domuz gibi hayvanlar da evcilleştirilmiş, avcılık eski önemini yitirmişti.
Tanno ve Willcox, insanların, yabani otları ekip yetiştirerek yüz yıllar boyu tarım deneyimi edindiklerini tahmin ediyorlar. Tahılın tarıma alınmasından sonra sıra baklagillere gelmişti.
İsrailli bilim adamları kısa bir süre önce yeni araştırma sonuçlarını açıkladı. Ofer Bar-Josef ve arkadaşları, tarımın ilk olarak on iki bin yıl önce Levante bölgesinde başladığını söylüyor.
Bu araştırmacılara göre ilk çiftçiler Ürdün vadisinin daha güneyinde yaşamış ve aslında tahıl değil meyve yetiştirmişlerdi.
Erken neolitik döneme ait olan Gilgal yerleşmesinde tatlı incir kalıntıları bulan arkeologlar, incirlerin 11.4000 yıl önce konserve edilmek üzere kurutulduğunu tahmin ediyorlar.
Devrimin itici gücü ne
Benzer kalıntılar Eriha’daki erken neolitik döneme ait Tell es-Sultan yerleşmesinde de bulunmuş. Bu bölgelerde bulunan incir ender görülen bir türdür ve olgunlaşma sırasında yere düşmediği için yumuşak ve çok tatlı olur.
Bar- Josef, insanların bu tür bitkilerle meyve bahçeleri yetiştirdiklerini düşünüyor ki bu hiç de zor değildi. Bunun için birkaç dalı kesip toprağa dikmek yeterliydi diyor araştırmacı.
İşte bu ve buna benzer ilginç kazı buluntular, bilim adamlarını neolitik devrimin gizini çözmeye itti. Bu olağanüstü entelektüel, kültürel ve ekonomik değişimi, harekete geçiren ne olmuştu?
İnsanları güvenli bir besin kaynağı yaratmaya zorlayan, köklü iklim değişimi miydi?
Vahşi doğa, artan nüfusun besin ihtiyacını karşılayamayacak duruma mı gelmişti?
Görüşbirliği yok
Bu tür senaryoları doğrulayacak kanıtlar hemen hemen yok gibi. Ve bu konuda yapılan açıklama çalışmaları da henüz spekülasyonlardan ibaret.
"Bu soruyu on yıllardan beri tartışıyoruz ama ortada hala bir görüş birliği yok" diyor mesela Çatalhöyük kazı başkanı Ian Hodder. Son buz devrindeki hızlı iklim değişimini neden olarak görmeyen İngiliz arkeologa göre, tarım başladığında bu iklimsel değişimler çoktan bitmişti.
Ama bu köklü değişimi tetikleyen bir gücün olması gerek. Sonuçta tarımın insanlara daha iyi bir yaşam sunmuş olduğu biraz kuşkulu. Gerçi tarım sayesinde daha fazla insanın doyması mümkündü ama iş ilk başlarda o kadar kolay değildi.
Nitekim, ilk çiftçilerin iskeletlerinde vitamin /protein eksikliğine bağlı yetersiz beslenmenin ve açlığın izleri okunmakta.
Mesela Max-Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü paleoantropologu Jean-Jaques Hublin de beden boyunda önemli bir kısalmanın görüldüğünü ve insanların geçiş döneminde kötü beslenmiş olduğunu söylüyor.
Hayvancılık ve salgın
Hayvancılığın sonuçları ise çok daha kötü olmuştu. İnsanlar ilk kez salgının ne olduğunu gördüler. İskoç epidemiyoloji uzmanı Mark Woodhouse’a göre, insanda görülen patonjenlerin yarısından fazlası bir zamanlar sadece hayvanlarda görülen hastalık etkenleriydi ve insanlık en tehlikeli mikroplardan bazılarını neolitik dönemde "kapmıştı".
Hayvanlarla daha fazla haşır neşir olmaya başlayan insanların hayvanlardan aldıkları mikroplar, daha sonra kızamık, çiçek, tüberküloz ve insanda görülen grip virüslerine dönüşmüştü diyor uzman.
O halde insanları çiftçiliğe sürükleyen neydi? Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü araştırmacısı Klaus Schmidt şimdi ilginç bir teori attı ortaya. Schmidt, tarıma geçişin nedenini yerleşik düzene bağlıyor.
İlk yerleşik mimari
Yakındoğu’daki Natuf kültürü insanları bundan 13.000 yıl önce ilk yerleşik mimariyi kurmuşlardı. Bunlardan biri olan Tell es-Sultan (Ürdün vadisi) daha sonra İncil’de geçen Eriha’ya dönüşmüştü.
Bunun dışında Yukarı Mezopotamya’da da avcı toplayıcı kültürlerin gelişkin mimarileri vardı. Schmidt’in ekibi yıllardan bu yana muazzam bir yapının yedi metre yüksekliğinde ve 50 ton ağırlığındaki taş direklerini gün ışığına çıkarıyor.
Urfa yakınındaki Göbekli Tepe yerleşmesindeki bu yapı büyük bir olasılıkla bir tapınaktı. Dokuz hektar büyüklüğündeki kutsal alanın yapımına 11.600 yıl önce başlandığı tahmin edilmekte.
Sosyal neden arayışı
Bu yapıyı inşa eden ustalar daha o zamanlar avcı ve toplayıcı kültürden uzaklaşmış ve anıtsal yapıyı tamamlayabilmek için yüz yıllar boyu çalışmak zorunda kalmışlardı. Ve tüm bu insanların en iyi şekilde beslenmeleri gerekiyordu.
Ayrıca dönemin dini törenlerinde de insanların doyurulması için bol miktarda besin lazımdı. "İşte bu insanlar kısa bir süre sonra tarımı keşfetmişlerdi" diyor Schmidt.
Peki o zaman ilk uygarlıkların kurulmasındaki tetikleyici güç tarihöncesi dini etkinlikler miydi?
Doğrusu, neolitik devrimi harekete geçirenin, farklı güçlerin karşılıklı etkisi olma ihtimali daha büyük. Nüfus artışı, yerleşik düzen, kentleşmenin başlangıcı, kültürel ve dinsel istikrarsızlık, bir olasılıkla kendi kendine güçlenen bir dolaşımı hızlandırarak, insanları avcılık ve toplayıcılıktan uzaklaştırmıştı.
Sosyal açıklamalar bulmalıyız diyen Hodder, çeşitli grupların dini törenlerle birbirleriyle rekabet yapmış olabileceklerini düşünüyor. Stanford Üniversitesi profesörü, Çatalhöyük yerleşmesinde muazzam kutlamalarla ilgili kanıtlar bulmuş ve kim bilir belki de insanlar komşularını dini törenlerle etkilemek için hayvanları ve bitkileri ehlileştirmişlerdi diyor.
Sığır dini sembolÇatalhöyük insanları için sığır dini bir semboldü ve sığır kültürü Avrupa’nın neolitik dönem yerleşmelerinde de görülmekte.
Mainz’deki gen laboratuvarında sığır kemiklerini Ruth Bollongino inceliyor.
Yan laboratuvarda, mineraloji uzmanlarının taşları öğüttükleri bir değirmenle, genetik arkeologlar çiftçilerin ve sığırların kemiklerini toz haline getiriyor ve bu tozun içinde de kalıtım malzemesini ayıklıyorlar.
Buldukları ilk sonuçlar: Neolitik çiftçi kültürünün yayılması belli oldu gibi. Yakındoğu’daki ilk çiftçiler keçiyi, koyunu ve domuzu evcilleştirdikten sonra yaklaşık 9000 yıl önce sığırı da ehlileştirmeye başarmışlardı. O dönemde evcilleştirilen ve artık soyu tükenmiş olan hayvan, Bos primigenius yaban öküzüydü.
Tarımcılık Yakındoğu’dan sonra Anadolu’ya, Yunanistan’a ve Balkanlar’ın güneyine yayıldıktan sonra yaklaşık olarak 7500 yıl önce de Orta Avrupa’daki şeritli çanak çömlek kültürüne ulaşmıştı.
Sığırlar Asyalı
Sadece üç kuşak gibi kısa bir süre içinde çiftçilik kültürü Ukrayna’ya, Ren bölgesine ve Paris havzasına kadar neredeyse bir milyon kilometrekarelik bir alana yayılmıştı.
Bu nasıl mümkün olmuştu? Avrupa’nın ilk çiftçileri de sığır yetiştiriyordu. Peki bu hayvanlar nereden gelmişti? Bunları, "Önasya’dan" diye yanıtlıyor Bollongino. Günümüz Avrupa’sındaki evcil sığırların genleri tıpatıp Asya’daki yabani öküzlerinkiyle örtüşmekte.
Ve uzmanın görüşüne göre Avrupa’nın tüm sığırları Asya kökenli. Anlaşıldığı üzere Avrupa’nın ilk çiftçileri, Avrupa’daki yabani sığırı evcilleştirme zahmetinde bulunmamışlardı bile.
Peki o zaman bu kadar çok sığır bu kadar kısa zamanda Avrupa’ya nasıl geldi? Bir olasılıkla, Anadolulu ve Avrupalı çiftçiler arasında organize bir büyükbaş hayvan ticareti vardı.
O halde 8000 yıl önceki Anadolu kovboyları tüm sığırları Avrupa’ya mı sürüyorlardı? Bu tür senaryolar sadece uzmanlarca yapılan spekülasyonlar. Ayrıca 7500 yıl önceki Avrupa’da gerçekte ne kadar çiftçinin yaşadığı bile bilinmiyor".
Yoksa çiftçiler de mi Anadolulu?
Ve çiftçiler de başlı başına bir sorun zaten. Çünkü hayvanların nereden geldiği sorusundan çok çiftçilerin nereden geldikleri sorusunun yanıtlanması daha zor.
Bunlar, Avrupalı avcı ve toplayıcıları yerlerinden eden Anadolulu çiftçiler miydi?
Yoksa çiftçi kültürü ilk çiftlikten komşudaki avcı toplayıcı topluluklara yayılarak Avrupa’ya kadar mı yayılmıştı?
Burger’in ekibi Cambridge Üniversitesi genetikçisi Peter Foster ilk Avrupalı çiftçilere ait 24 kemikte bu soruların yanıtlarını ararken, şu sıralar kimsenin doğru dürüst açıklayamadığı bir sonuç çıkardı.
Avusturya, Macaristan ve Almanya’daki 16 buluntu yerinden toplanan kemiklerin dörtte biri, özel bir genetik ize sahip: mitokondriyal haplotip N1a.
Fakat bu gen tipi günümüz Avrupalılarda neredeyse tamamen yok olmuş ve dünya genelinde çok enderdir. Yoksa Avrupa’da çok özel bir grup mu egemendi? Kimi gruplar sadece çiftçi kültürünü değil yeni bir dini de mi yaymışlardı?
Görüldüğü gibi ilk çiftçilerin kökeni hala bir sır, hatta kaderleri de. Kim bilir belki soyları tükendi ya da yerel avcı topluluklarıyla kaynaşarak, geriye tarım ve hayvancılık kültürünün izlerini bıraktılar sadece.
Die Zeit 30/2006’da yayımlanan yazı özetle şöyle bitiyor: Ancak anlaşıldığı kadarıyla genetik mirasları da onları kurtaramamıştı. Burger, geçen yıl Science’da yayımlamış olduğu araştırma yazısında, günümüz Avrupalıların, çiftçi kültürlerle ilgileri olmadığını, soylarının avcı toplayıcı topluluklara uzandığını söylüyordu...