Atom çağı 100 yıl önce E=mc2 formülüyle başladı

Güncelleme Tarihi:

Atom çağı 100 yıl önce E=mc2 formülüyle başladı
Oluşturulma Tarihi: Mart 22, 2005 21:51

Su sözü Einstein kendisi söyledi: ‘Nasıl oluyor da, beni kimse anlamıyor, ama buna rağmen herkes seviyor?’ Evet, rölativite kuramını ortaya attığında, bilim dünyası dahil teorisini anlayan çok azdı. Hele bilimle ilgisi olmayan halkın sevgilisi olması neyle açıklanabilirdi? Belki de sadece sevimliliği ve anlamasak bile büyük bir iş başarmış olması ile.

Öğrenciler Einstein’a sorsa, a) Rölativite (görelilik) nedir? B) matematik niye bu kadar zor?

Ünlü fizikçi ne yanıt verirdi? Belki bütün öğrencilerin şıp diye anlayacağı basit bir örnek anlatırdı: Sevgilinizle geçirdiğiniz bir saatle, mesela çok sevmediğiniz veya sıkılarak yanında kaldığınız anneanneniz ile geçirdiğiniz bir saat, size aynı mı gelir?

Şüphesiz sevgilinizle geçen zaman şıp diye geçer, ama diğer örnekte zaman saatler sürer! İşte görelilik!

Peki ikinci soruya? ‘Sizi garanti veririm ki matematik benim için de sizinki kadar zor!’

Fizikçi, dağınık profesör olarak hafızalarda yer aldı. Büyük dahi, fiziği yerinden kaldıran, hatırşinas bir filozof, sanat, aşk ve din de dahil olmak üzere her türlü konuda hazır cevap bir kahraman olarak görülmekte.

Medya starı

Fiziğin yenileyicisi daha sonra kuantum teorisinin geliştirilmesi için büyük bir çaba harcadı; pasifist olarak atom bombasına karşı çıktı.. Ama, o iyi niyetli insan dostunun, arkadaşlarını ve yakınlarını derinden yaralamak için tuhaf bir yetisi de vardı.

O, toplum üzerindeki etkisinden yararlanmasını bilen, bilimin ilk medya starıydı, fakat aynı zamanda da medya gürültüsünden yakındı: ‘Gücüm ve yeteneklerim konusunda yapılan tahmin ile gerçekler arasında muazzam bir fark var’ diyordu

Einstein’ın kişiliği eşsiz bir şekilde 20.yy’ın en büyük atılımlarını yansıtmakta:

bilimsel gelişme ve nükleer korku,

nasyonal sosyalist zulüm ve Yahudi diasporası,

bilimin acizliği ve sorumluluğu.

Einstein yılı nedeniyle dahiyle daha yakından ilgilenenler, biyografi veya mektuplar okuyanlar, tıpkı henüz Princeton’da öğrenciyken Einstein’la tanışan tarihçi Fritz Stern gibi hissedeceklerdir: ‘Bize yansıyan kişilik fevkalade insanca, ama yine de anlaşılmaz ve gizemli.’

Olağanüstü yetenek

Genç Einstein’la ilgili yazılıp çizilenler efsanevi fizikçiye hiç uymuyor. Acınası yeteneklere sahip olmasına rağmen bir dáhi olan Einstein’ın kötü bir öğrenci olduğu söylenir örneğin. Bir ilkokul öğretmeni de hiçbir zaman başarılı olamayacağını söylemişti.

Fakat lisede olağanüstü matematik ve fizik yetisiyle dikkat çekti. Gençliğinde Kant okuyarak kendi kendine diferansiyal ve entegral hesaplamayı öğrendi.

Son sınıf karnesi İsviçre lisesinde ‘iyi’ ve ‘pek iyi’ notlarına denk gelen beşler ve altılarla doluydu.

Sadece spordan nefret eden Albert, olsa olsa popo kaslarını çalıştırmıştır. Zihinsel serüvenlere daldığında gözü başka hiçbir şeyi görmüyordu. Bu nedenledir ki günümüzde bazı bilim adamları genç dahinin otistik olduğunu düşünürler.

Bu tahmin, Einstein’nın daha sonraları kendisi hakkında yazdıklarıyla da örtüşmekte:


‘Kayıtsızlığa dönüştürülen hiper duyarlılık. Gençlikte içine kapanık ve dünyadan uzak. Diğer insanlarla arada camdan bir duvar. Motivasyondan uzak kuruntular. Kağıtlardan oluşan bir dünya. Geçici hevesler.’

Kötü aile babası!

Yoksa Einstein’ın duyarsızlığından, içinde bulunduğu bu duygu karmaşası mı sorumluydu. Bu durumdan en çok da ilk karısı Mileva Maric yakınmıştır.

Albert, fiziği her zaman sevgiden daha fazla önemser. Ve Maric 1902 yılında henüz evlenmeden önce çocuğunu doğurmak için Sırbistan’daki memleketine gittiğinde, teorik fizikçi Bern’deki yazı masasının başında kalır. Evlilik dışı dünyaya gelen ilk kızı Lieserl’iyi fizikçi hiçbir zaman görmez. Meşru çocukları Albert ve Eduard da baba şefkatinden uzak büyürler.

Şizofreniye eğimli Eduard, 1932 yılında Burghölzli Nöroloji Hastanesi’ne yattıktan sonra ünlü fizikçi oğlunu sadece bir kez ziyaret etmiştir. Ve daha sonraları da ‘Ortada benim analiz edemeyeceğim bir engel var’ diyerek mektuplaşmayı da keser.

Fizikçi psikanalizcilerin çalışmalarını kuşkuyla izlemiştir. Örneğin 1932 yılında ‘Neden Savaş’ üzerine yazıştığı Sigmund Freud’un terapilerini hiç beğenmez. Fakat ölümünden kısa bir süre sonra ilginç bir teşhis konulur: Yaratıcı dahi, gelişiminin önemli bir anında bilinçsiz olarak yaşam saatini durdurmuştu. Harvard psikoloğu Howard Gardner bu yüzden ‘O hep çocuktu’ der.

Geç olgunlaştı

Bu yakıştırmaya Einstein’ın kendi sözlerinde de rastlıyoruz: ‘O kadar geç geliştim ki Uzay ve Zaman’a hayranlık duymaya başladığımda çoktan yetişkin olmuştum. Doğal olarak bu sorunun içine sıradan bir çocuktan çok daha farklı bir şekilde daldım.’

Bu tür naiflikler, başarısının gizini açıklamakla kalmayıp onu daha sonraki Einstein trajedisine de taşıyacaktı. Sağduyulu ve adil bir siyaset idealiyle etrafında birçok kişi toplanır, ama o her seferinde git gide artan ilişikleriyle bocalar.

1914 yılı sürprizlerle doludur. Einstein, Kaiser-Wilhelm Birliği Fizik Enstitüsü’nde yeni müdür olmuştu ki Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Tüm Almanya gibi çalışma arkadaşları da nasyonal sosyalist rüzgara kapıldılar. Kimyacı Fritz Haber, zehirli gaz araştırmasını Alman savaş makinesinin hizmetine sundu.

Ya Einstein ne yaptı? İlk kez pasifist olduğunu açıkladı.

Eğri ışıklar

İronik bir biçimde bu karşıt tavrı onu savaştan sonra Almanya’nın en iyi elçisi haline getirdi. Bir İngiliz araştırma ekibi, Kasım 1919’daki bir güneş tutulması sırasında görelilik kuramını kanıtladı: Güneşin yakınından geçen ışınlar, kütle çekiminin etkisiyle bükülür.

Gazeteler, bilimde devrim, gökyüzündeki ışıklar eğri başlıklarıyla Einstein’ı bir medya kahramanı haline getirirler.

Yahudi kökenli Alman fizikçi, Reichs hükümeti için de birdenbire memnun edici bir ‘etiket’ olmuştur. Paris’te büyük bir coşkuyla ağırlanır, Amerika gezisi adeta bir zafer turuna dönüşür. Dağınık saçlı sevimli profesörü herkes sevmiştir, görelilik kuramı moda olur.

Tüm bunlar yaşanırken anavatanında Yahudi düşmanlığı yeniden hortlar. Nasyonal Alman bilim adamları, fiziğin, ‘Yahudi Einstein kuramıyla’, ‘görelileştirilmesi’ konusunda uyarınca, Nobel ödüllü fizikçi 1932 yılında Amerika’ya göç etti ve bir süre sonra da yeniden siyasi cephelerin arasında kaldı.

Atom programına destek

Mart 1939 yılında Almanların atom bombası hazırlıklarına değindiği ve buna uygun bir Amerikan programını teşvik ettiği o ünlü mektubu başkan Roosevelt’e gönderdi. İdealist pasifistlerin gözünde o artık bir dönekti.

Ve 1954 yılında gerçekten de Ğ Einstein’ın üretimlerinde katkısı bulunmadığı- ilk atom bombaları Hiroşima ve Nagasaki’ye düştüğünde, trajik bir biçimde bilimin gücünü ve acizliğini aynı anda yaşamak zorunda kalmıştır.

İsrail devletinin kuruluşundaki katkısı da karışıktır. Yahudi sorunun sözcüsü olarak yirmili yıllarda Chaim Weizmann ile birlikte Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi için para toplamaya başlamıştır.

İsrail terörüne karşı

Ne var ki sonra Yahudilerin ve Arapların Filistin’deki şiddetli çarpışmaları karşısında şoke olur.

Avrupa’da Yahudi halkına karşı soykırım başlatılırken, Einstein, İsrail’de ‘Nationalisme … la prusienne’ (Prusya usulü Nasyonalizm) uyarısında bulundu. Böylece Weizmann ile arasında büyük tartışmalar başladı. Daha sonra İsrail’in ilk başkanı olan pragmatik siyasetçi, Filistin’deki zor durum için anlayış göstermesini istemişse de Einstein ilkelerine sadık kalmıştır.

Hatta 1948 yılında New York Times gazetesine yazdığı açık mektupta da Menachem Begin gibi ‘faşist elementleri’, ‘Özgürlük Partisi’ ile Arap köylerinde terör estirmekle suçlamaktan çekinmeyecektir.

Her ne kadar bu uyarı bugün de güncelliğini koruyor olsa da Einstein’ın bundan sonraki gelişmeler üzerindeki etkisi çok azdır. "Fikirleri ve önerileri mantıklı ve iyi niyetliydi ama belli bir gerçeklik taşıyordu’ diyor Fritz Stern.

Einstein, siyaseti asla olasılıkların sanatı olarak görmemiştir. Bu, 1952 yılına ait bir anekdotla da anlaşılmakta: Chaim Weizmann ölünce, Einstein’ın onun yerine geçmesi istenir. Teklif ve retle geçen birkaç günün ardından o zamanki başkan vekili Ben Gurion bir arkadaşına şöyle der: ‘Einstein kabul ederse ne yaparız? O zaman çok daha büyük sorunlarla baş başa kalırız.’

FBI, Einstein’ın peşinde

Bu haftadan itibaren, ileriki sayılarımızda Einstein ve fizik ile ilgili olarak sunacağımız makalelerden ilki olan ve Die Zeit’da Ulrich Schnabel taarfından yazılan bu makalede, ABD’de antikomünist histerinin büyük dahiyi nasıl rahatsız ettiği şöyle belirtiliyor: Einstein, Amerika’ya da rahatsızlık vermiştir aslında. Barışı teşvik eden bir ‘dünya hükümetine’ ayak basması McCarthy çevresinde huzurluk yaratmıştı mesela.

FBI, fizikçinin casus, komünist ve soyguncu olduğunu açıklayan 1500 sayfalık belge toplamıştı. Ayrıca ‘Tüm olaylarda nedensellik ilkesinin etkisinde kalan biri için, dünya gerçeğini kavramaya yarayan bir kişinin fikri tamamen imkansızdır’ gibi dini görüşleri de iyi karşılanmıyordu.

Einstein’ın dilini çıkararak poz verdiği o ünlü fotoğrafı sadece büyük tabu yıkıcıyı, bilim savaşçısı ve moralisti değil, gelecek dünyaya ironik ve umutsuz seslenişini de yansıtmakta:

‘Eğer bizden daha adil, barışçıl ve daha sorumlu olmazsanız sizi şeytan alsın.’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!