Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 2005 21:53
Almanya’da bulunan erotik heykelcikler atalarımızın seks yaşamı hakkında yeni ipuçları verdi. Bilim adamları taş devrindeki insanların cinsel hayatını tartışıyor.
İlk önce Almanya’nın Leipzig kentinde 7200 yıllık bir çöp çukurunda Avrupa’nın ilk çiftçi kültürü olan şeritli seramik kültürüne ait çarpıcı bir heykelcik çıktı ortaya. Bacakları, karnı ve kafa eksik olan 8,2 santim boyundaki heykel parçası, çok iyi biçimlendirilmiş art kısım ve önünde bir penisten oluşuyordu. Ayrıca kasları ve penis başı da çok abartılı ve belirgindi.
‘Zschernitz Adonis’i’ olarak adlandırılan heykelcik Orta Avrupa’da bugüne kadar bulunan en eski erkek heykelciği. Bu dönemden bilinen çok küçük heykelcikler genelde memeleri ve art kısımları abartılı olan kadın tasvirlerinden ibaret ve genelde törenlerde kullanılan bereket idolleri olarak tanımlanır.
İ.Ö.5.500-4500 yılları arasındaki o döneme ait tek bir erkek heykelciği bulunmamıştı. Bu nedenle de önemliydi. Ertesi yıl başka heykelcik parçaları da bulundu. Sol baldırdan kalçaya kadar uzanan bir parça büyük bir olasılıkla bir kadın heykelciği idi. Arkeologlar bu heykelciklerin bereket sembolü olduğuna inanıyor.
Heykelciklerdeki diğer önemli bir özellik de duruşları. Bu türdeki heykelcikler genelde dik bir vaziyette biçimlenir, ama Adonisin bedeni hafif öne doğru eğikti.
Yeni sorular
Arkeologlar, Neolitik dönemde çömlekçiliğin kadınlar tarafından yapıldığını varsayar. Demir çağında çömlekçi çarkının keşfinden sonra erkek zanaatı haline gelmiştir. O halde bir kadın hayalindeki erkeği mi biçimlendirmişti kilden? Eğer öyleyse kadın heykelciği de kendisi miydi?
Erotik tasvirler bugüne kadar sadece eski Yunanlılardan biliniyordu. Fakat bunlar 4000 yıl kadar sonra biçimlendirilmişti.
Spiegel’deki yayına (14/2005) göre, Almanya’da bulunan yeni heykelciklerden sonra taş devri insanının sosyal yaşamı yeniden sorgulanmaya başlandı bilim dünyasında.
İnsanlar ne zaman utanmaya başlamışlardı?
Akraba evliliği yasağı veya tek eşlilik kimin icadıydı?
Büyükanne ve büyükbabalar dahil tüm aile fertleri aynı çatı altında mı uyuyordu?
Bilim adamlarının kafalarını kurcalayan sorular aşağı yukarı böyle. Ayrıca Sachsen bölgesinde bulunan bir tapınak da taş devri insanlarının cinsel yaşamı hakkında bilgi vermekte. Arkeologlar tarafından ortaya çıkarılan 6000 yıllık kült evinin duvarlarına kabartma şeklinde kadın memeleri yapılmış.
Tüm bunların dışında Almanya’da açılan ‘100.000 yıl boyu seks’ sergisi de yeni yorumlara yol açıtı. Sergilenen ilginç buluntular arasında tunç dönemine ait kışkırtıcı çamaşırlar, Atina’dan freskler ve süte batırılan kumaş kondomlar yer alıyordu.
Seks engelsiz miydi?
Bilim dünyası bu buluntular ışığında iki soru arasında kaldı. Atalarımızın seks yaşamı engelsiz miydi? Yoksa kurallar o zaman da var mıydı?
Sosyobiyologlar, ilk hominidlerin çok eşli olduklarını ve kendilerini hormonların etkisine bırakarak özgürce çiftleştiklerini düşünüyorlar. Oysa ‘kuralcılar’ atalarımızın da cinsel yaşantılarında katı kurallar uyguladıklarını savunuyor.
Bu açıdan bakıldığında gerek Almanya’da bulunan son heykelcikler ve memeli tapınak da farklı bir şekilde yorumlanabilir. Kuralcılara göre bunlar üreme kültürünün kurallarına yansıtmakta. Sosyobiyologlar ise tam tersi olarak ilk çiftçilerin gece gündüz seksten başka bir şey düşünmediklerini ve cinselliği diledikleri gibi yaşadıklarını tahmin ediyorlar, deniyor Spiegel’deki yazıda.
Benzer bir tartışma 35.000 yıllık geçmişi bulunan Phallus betimlemeleriyle de yaşanmıştı. Kimi bilim adamları bunların cinsel zevk aracı olduğunu kimileri ise buz devrinde genç kızların bakireliğine son vermek için kullanılan özel aletler olduğunu savunmuştu.
Darwin’e göre
Ünlü evrim bilimci Darwin’e göre zevk ve erotizm yerine, taş devrinde sürekli devam eden bir kapışma vardı. En güçlü erkekler harem kurarken, güçsüz olanlar eşcinsel ilişkiye giriyor ya da şempanzeler gibi mastürbasyon yapıyordu.. Ya da yöneticiyi öldürüyordu.
Memnuniyetsizliği ve durdurmak ve her şeyden önce sosyal ortam içinde yaşayabilmek için atalarımızın en eski geleneğini yarattığını düşünenlerden biri de Sigmund Freud idi. Ongunculuk (totemizm) sistemi gerçi sükunet ve düzen sağlıyordu ama aynı zamanda da bireylere korkunç bir seks yasağı koyuyordu.
Gerçek şu ki Afrika ve Avustralya’daki yerliler 19.yy’a kadar birbirlerinden çekiniyor ve utanıyorlardı. Bazı topluluklarda erkekler kız kardeşlerine isimleriyle hitap edemiyorlardı. Onlara dokunmak bile yasaktı ve köyün içinde evlilik neredeyse imkansız gibi bir şeydi.
Kuralcılar, insanların hiçbir zaman tamamen özgürce çiftleştiklerine inanmıyorlar, sadece özel günlerde yani törenlerde hafif taşkınlıklar yapılabiliyordu. Gündelik yaşamdaki cinsel arzular için klanlar, uygarlık boyuncu git gide güçlenen kurallar koyuyorlardı.
Mahremiyetsiz kulübe
Bununla birlikte, utangaç insana giden yolun nerede başladığı hala tartışmalıdır. Homo erectus’un 370.000 yıl önce inşa etmiş olduğu sekiz kişilik kulübelerde mahremiyete yer yoktu.
Alman tarihöncesi araştırmacısı Svend Hansen’e bakacak olursak, 40.000 yıl önce de cinsel yaşamda katı kurallar geçerliydi. Yüksek doğum oranı vahşi yaşam koşullarında pek de arzu edilmiyordu.
Neden mi? 15-30 kişilik klanlar, biyotop içinde hareket ederken anne sırtındaki her bebek ek bir yük oluyordu. Hansen’e göre bu nedenle, göçerlerin bitkisel doğum kontrolü ve cinsel yaşam kuralları dışında kürtaj ve çocuk katliamları gibi kanlı gelenekleri de vardı.
İşte bunun sonucunda da nüfus on yıllar boyu fazla değişmemişti.
Atalarımızın buna rağmen erotik tasvirlere yönelmelerini bilim adamları cinselliğe olan özleme bağlıyor. Cinsel arzuyla yanıp tutuşan insan engelleri cinselliği çağrıştıran eserlerle bir nebze olsun aşmaya çalışmıştı. Bu türden 200 kadar Venüs heykeli bulundu bugüne kadar ve bazılarında bulunan bilezik veya kuşak gibi aksesuarlar heykelciklerin çıplaklıklarını sanki daha fazla dışa vuruyor gibi.
Bilezikler kelepçelere benzediği için bu heykelcikler bir zamanlar köle olarak yorumlanmıştı. Oysa toplum biyologları tam tersi olarak sınırsız aşk oyunlarının yansımaları olarak görmekteler.
Hamile kadınlar
Fakat son incelemeler kadın heykelciklerin sadece çiftleşmeye hazır olduklarını değil, aynı zamanda hamile olduklarını da göstermekte. Mesela Fransa’da bulunan Monpazier Venüsü’nün vulvası (kadının dış jenital organı) açık ve diğer bir heykelcikte ise karın bölgesi hafif şişkin ve bacaklarının arasındaki bir çıkıntı da doğum anını hatırlatmakta.
Bu açıdan bakıldığında bu tür heykelcikler daha çok döl bereketinin ve yaşamı yaratının bir sembolü olarak kabul edilebilir.
Öte yandan da bu hamilelik kültürü, Gravetyen (30.000-24.000 yıl önce) erkeğinin bilgisizliğini yansıtmakta. Bir olasılıkla erkekler seksin biyolojik fonksiyonunu henüz bilmiyorlardı.
Erkeklerin, kendilerinin de yeni bir canlının dünyaya gelmesinde katkılarının olduğunu öğrenmeleri uzun bir zaman alacaktı. Günümüzden yaklaşık olarak 20.000 yıl önce Venüs kültü doğdu. Bu yeni kültür, erkek ve dişi cinselliğini temsil eden karma motiflerden oluşuyordu. Örneğin Batı Fransa’daki La Marche Mağarasındaki duvarlara Kamasutra kültürünü anımsatan resimler çizilmiş. Bunlardan birinde bir erkeğin başı kadının bacakları arasında kaybolmuş ki, bu oral seks olabilir. İkinci bir resimde ise ayakta birbirine sarılmış cinsel ilişki halinde olan bir çift görülmekte
Ancak bunların paleolitik devirde ‘özgür seks’e işaret ettiğini söylemek zor. Bununla birlikte birçok bilim adamı bunlarda yeni bir çağın başlangıcını görüyor: İnsanoğlu yerleşik yaşama geçmeden kısa bir süre önce, çiftleşme ve doğum arasındaki bağlantıyı keşfetmişti ve bu nedenle de cinsel ilişki en büyük ilgi alanı haline gelmişti..
Nilgün Özbaşaran
Der Spiegel 14/2005
www.archsax.sachsen.de
http://archeologieforum.at